"650 bin Euro prim dağıtıldıktan sonra da öyle veya böyle kavgaya tutuşanlar"

"650 bin Euro prim dağıtıldıktan sonra da öyle veya böyle kavgaya tutuşanlar"

Hürriyet gazetesi yazarı Kanat Atkaya, A Milli Takım'ın Avrupa Şampiyonası döneminde başlayan 'prim krizi' ve son olarak Arda Turan'ın Milli Takım'ı bırakmasıyla ilgili olarak "50 bin Euro prim dağıtıldıktan sonra da öyle veya böyle kavgaya tutuşanlar" yorumunda bulundu.

Atkaya'nın Hürriyet gazetesindeki yazısı şöyle:

Sahaya ilk kez ‘Cumhuriyet’in ilanından üç gün önce, 26 Ekim 1923’te çıkmıştır A Milli Futbol Takımı.

Teknik Direktör, Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami (Yen), takım kaptanı da Fenerbahçe efsanesi Hasan Kâmil’dir.

Romanya ile oynanan ve 2-2 biten bu tarihi (laf olsun, manşet dolsun diye değil, hakikaten tarihi) maçta golleri atan da kaptanın yine Fenerbahçeli kardeşi Zeki Rıza’dır.

Mesela Taksim Stadı’nda oynanan o maçta “ay-yıldızlı forma” için sahaya çıkan, ter döken futbolculardan bir efsane, “Kelle” İbrahim prim tartışması yapmış mıdır?

Olur mu öyle şey?! Prim olmadığına eminim; formaları bizzat terletmiş futbolcuların yıkadığı bir devirde ne primi?

KURUCU BABALARIMIZ

Mesela “Baron” Fevzi kampta arkadaşlarının oda bastıklarına, silah çektiklerine şahit olmuş mudur?

Fenerbahçeli ve Galatasaraylı futbolcuların aynı evde yaşadıkları, dostluklarıyla Türk futbolunu inşa ettikleri bir çağdan söz ediyoruz. Mümkün mü?..

Mesela Galatasaray’a “Aslan” lakabını armağan eden “Aslan” Nihat Asım (Bekdik), maç sonrası eleştiri gelmesi durumunda “Adamlığı sizden mi öğreneceğiz; hieeeeyt!” diyen bir karakter olsa efsaneye dönüşebilir miydi? Olur mu öyle şey?!

Kurtulan ve inşa edilmeye hazırlanan ülkelerini hakkıyla temsil etmek tek dertleriydi futbolumuzun “kurucu babaları”nın...

Bugün yaşananlara, konuşulanlara, kullanılan dile, basına yansıyan perde arkası detaylarına “ibretle”bakınca yüzümüz kızarıyor artık utançtan...

Futbolun artık ne kadar “porofosyonel” hale geldiğini, “mangıraj” bakımından bacasız sanayiye dönüştüğünü biliyorum.

Aradan geçen neredeyse bir asırlık süreçte futbol forma aşkıyla, yüce duygularla, sporcu ahlakıyla vedalaşarak bir sektör haline geldi, bunu da biliyorum.

Bir futbolcunun kulübünün teklifini reddederken “Spor olsun diye yapmıyoruz bu işi” dediği çağda olduğumuzu da biliyorum.

Ama “Milli Takım”dan bahsediyoruz burada. 

“Kim haklı kim haksız?” noktasına takılmak, isimler vesaire gerçekten anlamsız hale geliyor bu manzara karşısında...

Ne var elimizde şimdi?

150 bin Euro primi beğenmeyen, 500 bin Euro’yu yetersiz bulan, 650 bin Euro prim dağıtıldıktan sonra da öyle veya böyle kavgaya tutuşanlar...

Berbat futbol oynanan bir lig... Süperlig (Ama ne süper ya!) dışında orman kanunlarının hâkim olduğu alt ligler, sadece bireysel yetenekleri yukarı çekmeye dayalı bir futbol dünyası...

KİBİR VESAİRE

Kibir, şımarıklık, mafya dizisi senaryolarından cımbızlanan kelimelerle inşa edilmiş bir dil...

Ve gurur yerine bıkkınlık veren tartışmalar gölgesinde yuvarlanan, “sevimsiz” hale gelmek için elinden geleni ardına koymayan, içinde çözemediği kayıkçı kavgalarını zaten kendi dertleriyle zor uğraşan ülkenin gündemine taşıyan bir yapı...

Ali Sami, Hasan Kâmil, Baron Fevzi, Aslan Nihat, Zeki Rıza, İsmet, Nedim, Cafer, Bedri Bey filan görse bu manzarayı “neresine” inanamayacaklarını, “neresinden”utanç duyacaklarını şaşırırlardı herhalde.

Sonra “Milli Takım niye sevilmiyor?” diye soruyorlar.

Nesini seveceğimizi şaşırdığımızdandır...