'Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi' getirilmesini öngören 16 Nisan referandumunun sürdüğü sırada YSK'nın “mühürsüz oyların da geçerli olması” yönünde verdiği kararı eleştiren Evrensel Başyazarı İhsan Çaralan, "Türkiye dünyada, 70 yıldır seçimlerin yargı denetiminde hilesiz, hurdasız yapıldığı bir ülke olarak görülmüştür" dedi. Çaralan, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın referandum sonuçlarıyla ilgili "Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve AİHM, hiçbir kurum YSK’nin kararları konusunda hiç bir karar alamaz" açıklamasına da değinerek, "Bu tutum aynı zamanda, 'tek adam rejimi'nde seçim güvenilirliği yanında yargı bağımsızlığının “ruhuna fatiha okunacağı”nın göstergesidir" ifadesini kullandı.
Çaralan'ın Evrensel'de yayımlanan (24 Nisan 2017) yazısı şöyle:
16 Nisan referandumu için Cumhurbaşkanı “Atı alan Üsküdarı geçti”, Başbakan, “Bu iş bitmiştir”; Adalet Bakanı, “Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve AİHM, hiçbir kurum YSK’nin kararları konusunda hiç bir karar alamaz” diyor. Ama; bir yandan “referanduma hile karıştırıldığını” öne sürüp “iptal edilmesi”ni isteyen vatandaşlar sokaklarda tepkilerini dile getirmeyi sürdürürken, siyasette ve medyada da geniş bir kesim referandumun iptal edilmesinden yana açıklamalar yapmaya, yazılar yazmaya devam ediyorlar. Bütün bunların ötesinde “saha”dan gelen haberler, “evet”e oy veren vatandaşların da işyerlerinde, kahvelerde, kamuya açık mekanlardaki tartışmalarda referandum kampanyasındaki adaletsiz uygulamaları ve sonucun “evet’in zaferi”yle bittiğini savunamadıkları, savunmaktan imtina ettiklerini gösteriyor. Yani sadece “hayır” diyenler değil “evet” diyen vatandaşların önemli bir kesiminin vicdanı da bu referandumdan rahatsız!
Sadece içeride değil ABD ve AB’de siyasi kurumlarda ve medyada referandum sonuçları bugüne kadar görülmemiş bir biçimde gündem oldu, olmaya da devam edecek görünüyor. Nitekim AB Dışişleri Bakanlarının 28 Nisan tarihindeki toplantısında Türkiye ile süren üyelik görüşmelerinin durdurulmasının da gündeme gelmesi beklenmektedir. Ki; bu AB-Türkiye ilişkilerinin 2004 öncesine dönmesi anlamına gelecektir.
Gerçi Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel, “Böyle bir girişimin Türkiye’de demokrasi mücadelesine zarar vereceği” gerekçesiyle bu talebe sıcak bakmadıklarını belirtmektedir ki; bu da toplantıda bu girişimin reddedileceği anlamına gelmektedir. Ama, böyle bir tartışmanın referandumda “şaibe”, “hile” ve “referandum sonuçlarının meşru olup olmadığı” tartışmalarının üstünde gündeme gelmesi, elbette ki, referandum için çok önemli bir “meşruiyet”, Türkiye için ise büyük bir “itibar” sorunu olarak da ortaya çıkmış bulunmaktadır.
İçerde ve dışarıda bu tepkiler, aynı biçim ve yöntemlerle sürmese bile, başka biçimler kazanarak sürecek görünmektedir.
Ama gelişmelere daha yakından bakıldığında, referandum sürecinde yaşananlar ve hükümetin ortaya çıkan “şaibeyi” açıklığa kavuşturmak, “şaibeye” neden olan girişimlerin sorumlularını ortaya çıkarıp “referandumda hile yapıldı” gölgesini kaldırmak yerine, “Atı alan Üsküdar’ı geçti” anlayışıyla “hile”, “şaibe”, iddialarının üstü kapatılmaya çalışıldı. Adeta, “Hile de varsa da geri dönmeyiz” dendi!
Oysa bugüne kadar Türkiye’de çok partili döneme geçilmesinden bu yana, 1946 seçimi dışında bütün seçimler, “yargı denetiminde, gizli oy açık sayım”la yapılmıştır. Ve son 70 yıl içinde, 12 Eylül Cuntası tarafından dayatılan 1982 Anayasa referandumu bir yana bırakılırsa (cuntanın bir dayatması olduğu için bunu kimse hesaba almıyor), seçimler, referandumlar konusunda; “Türkiye’de seçim yapıldı denildiğinde, hile hurda yapılmış mıdır, adil ve dürüst bir seçim mi yapılmıştır?” sorusu akla gelmemiştir. Nasıl ki Almanya’da, Fransa’da, Belçika’da gelmiyorsa!
Tersine Türkiye dünyada, 70 yıldır seçimlerin yargı denetiminde hilesiz, hurdasız yapıldığı bir ülke olarak görülmüştür.
16 Nisan’da yapılan referandum ise;
-Önce “şaibe”, sonra da “hile” yapıldığına dair ciddi kanıtların ortaya çıkmasıyla, ama hepsinden önemlisi de seçimin güvencesi olan YSK’nin “hileyi” meşrulaştırmak için karar alması ve açıkça yasa dışılığına karşın bu kararında direnmesi,
-Cumhurbaşkanı ve Hükümetin de referandumda kendi istedikleri sonucu almış olmalarıyla yetinip “hile”nin üstüne gitmek yerine “hile hurda yok” tutumunu alması,
-AGİT’in referandumun adil koşullarda yapılmadığı ve yasaya uygun olmadığını saptayan ön raporunun tepkiyle karşılanması,
ABD ve ABD’den gelen tepkileri, “hayır çıkmasını isteyen Türkiye düşmanlarının saldırısı” olarak göstererek, sorunu, daha da derinleştirmiş, referandumun meşruiyetini tartışmaya açma yanında bundan sonraki seçimleri de “şaibe”li hale getirmiştir!
Yani bundan böyle Türkiye’de seçim olacağını duyan her çevre de ilk akla gelen; “seçimlere hile karışıp karışmadığı” olacak. Seçim sonuçları bu açıdan tartışılacaktır. Hele de Cumhurbaşkanlığı sistemine, “tek adam rejimi”ne gidilen yola girildiği koşullarda bu kaygı daha da büyümüştür.
YSK’nin oylama günü; AKP temsilcisinin başvurusuyla, yasaya açıkça aykırı bir karar alarak, “arkasında sandık kurulu mührü olmayan pusulaların da geçerli sayılacağını” ilan etmesi, oy sayımlarında ortaya çıkan “vahim olguları” umursamadan kararında ısrar etmesi, YSK’nin “tarafsızlığını” ve “seçim güvenilirliğini” de tartışmalı hale getirmiştir.Elbette seçimlerin, az çok demokrasinin olduğu ülkelerde, ülkelerin yönetimlerinin meşruiyetinin başlıca dayanaklarından birisi olması, sadece seçim yapılıyor olmasından değil seçimlerin adil, yargı denetiminde, gizli oy açık sayımla yapılıyor olmasındandır.
Türkiye’de yargı denetimi YSK tarafından yapılmaktadır. Ancak 16 Nisan’da oylamaya gölge düşüren de YSK olmuştur. Yani “tuz kokmuş”tur!
Bugüne kadar seçimleri yasalara uygun biçimde yaptırmayı başarmış YSK’nin 16 Nisan referandumunda bu iradeyi gösteremeyip, iktidarın istekleri doğrultunda karar ve tutum alması, YSK’de yer alan yargıçların kişiliği ile açıklanamaz.
Tersine bu tablo, Hükümetin; son aylarda yargı üstünde oluşturduğu ağır baskının, YSK’de kararların “tarafsız” ve “bağımsız” karar almasının seçim güvenilirliğini ortadan kaldıracak düzeye geldiğinin açık ifadesidir. Nitekim Adalet Bakanı Bozdağ’ın son referandum sonuçlarıyla ilgili açıklamaları, açıkça AYM, Danıştay yargıçlarını baskı altına alma amaçlıdır. Ki bu tutum aynı zamanda, “tek adam rejimi”nde seçim güvenilirliği yanında yargı bağımsızlığının “ruhuna fatiha okunacağı”nın göstergesidir!