78’liler 12 Eylül terapisi görüyor

78’liler 12 Eylül terapisi görüyor
78'liler Vakfı, 12 Eylül darbesiyle hayatları vurgun yiyen kuşağın tanıklıklarını derledi. İşkence başta olmak üzere çeşitli baskılara maruz kalanlarla yapılan mülakatları kapsayan çalışmanın nihai amacı darbecileri yargılamak. 78'liler Vakfı, dönemin tanıklarıyla bir araya gelerek psikolojik travmaya yaşayan 78 kuşağı için harekete geçti. 80 darbesiyle söz konusu uşağın önünün kesildiğini ve bir anda boşluğa itildiğini vurgulayan vakıf, Türkiye'nin bu kuşağı kaybetmesinin neye mal olduğunu göstermeyi amaçlıyor. 78’liler en çok da darbecilerin yargılanmasını ve adaleti istiyor. 78’liler Vakfı altı yıl süren bu çalışmasında dönemin tanıklarını tanıştırıp kaynaştırarak hem travmaların izlerini silmeye çalışıyor, hem de yaptıkları mülakatlarla da bir dönemi aydınlatıyor. Münibe Karakuş: Soyunun arama yapacağız "Gölcük Cezaevine götürüldüm. İdamlıklar vardı karşımızda. Üç tane koğuş, arada tel örgüler var. Arkadaşlar gece nöbet tutuyor, her an idama götürebilirler diye. Gece 3’te nöbet tutan bir arkadaş koşarak yatakhaneye girdi. ‘Götürüyorlar’ diye bağırdı. Hemen fırladık. Tel örgü ya, orada konuşmalar yapıyorlardı idama gidecek arkadaşlar. Devrimden, sosyalizmden, bıraktıkları mücadeleden, onurdan bahsediyorlardı. Birden sözleri kesildi. O telleri, demirleri yumruklarken ellerimizin kanadığını bile fark etmemişiz. Sabah oldu. Çocuğu, eşi geldiğinde dışarıda çığlıklar duyduk. Beş gün açlık grevi yaptık olayı protesto etmek için. Metris Cezaevi’ne sevk edildim. Koridorda yürümek için kapıya çıkıyorsun. ‘Tümden soyunacaksın, arama yapacağız’ diyorlar. ‘Soyunmayı kabul etmiyorum’ dediğin zaman birden saldırıyorlar, çırılçıplak kalıyorsun odanın içinde. Sürekli böyle bir yaşam. 86 yılında tahliye oldum, eşim de cezaevindeydi. Ben cezaevinden çıkar çıkmaz nikâh kıydık. Büyük Metris firarında eşim kaçtı. 45 gün beraber kaldık, o arada hamileyim. Yurt dışına çıkmaya karar verdik. Ben de firarilerde birlikte yurt dışına çıkarken Uzunköprü’de yakalandık. Şubeye götürdüler beni. Hamile olduğumu tespit ettiler. 25 gün boyunca ikinci bir Karakuş doğmayacak diye her türlü şeyi uyguladılar. ‘Çocuğu düşürmek zorundasın’ Hücrede ellerim kelepçeli tutuluyordu, ‘Bu çocuğu düşürmek zorundasın’ diyorlardı bana. Onlara inat, beni hücreye götürdüklerinde ayaklarımı yukarı duvara dayayıp yatıyordum. ‘Size inat onu ben yaşatacağım, koruyacağım’ diyordum. Artık 25 günün sonlarına yaklaştığımda düşük tehlikesi oluşmaya başladı. Beni cezaevine götürdüler, doktora çıkardılar. ‘Bebeğini kaybetmek üzeresin, iki üç ay sırtüstü yatacaksın, hiç kalkmayacaksın, şu ilaçları kullanacaksın’ dediler. Yoldaşlarımın da katkısıyla o bebeği korudum, o bebek şimdi 20 yaşında üniversite öğrencisi. " Abdullah Öztire: Ağır işkenceler gördüm "Ben altı yılda sekiz cezaevi dolaştım. İlk olarak İstanbul Kartal Cezaevi’nde yattım. Ağır işkence gördüm. Tekrar hastaneye kaldırıldım. Çekilen röntgenler sonucunda hayati tehlikemin bulunduğuna karar verdiler. Polisler beni cezaevine geri götürdüklerinde evrak getirmediklerinden dolayı beni yatışa almadılar. Beni tanıyan bir hemşire sayesinde tekrar hastaneye alındım, iki gün komada yattıktan sonra kendime geldiğimde ayağımın kırık ve kaburgalarımın ezik olduğu ortaya çıktı. Cezaevine tekrar götürüldüğümde benim herhangi bir örgüt üyeliğim olmadığından ve çıkarılmadığından dolayı beni sağcıların mı solcuların mı arasına koyalım diye bir sorun çıktı. ‘Vietnam bombaları attılar’ Sağcıların olduğu yere atılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldım. Solcuların yanına koydular. Orada koşullar zordu. Uzun zaman yaralarım iltihaplı kaldı. Daha sonra Alemdar Cezaevine götürüldük. Orada direniş gerçekleştirdik, direnişin sonunda bize operasyon düzenlendi. Gaz bombasıyla karşılaştık. O bombaların Vietnam’da atılan ABD yapımı gaz bombaları olduğunu gördük. Üç arkadaşımızı kaybettik. Herkes zehirlenmişti ve zehirlenmeye karşı iğne vurularak 24 saat temiz havada kaldık. 30’a yakın kişi ciğerlerinden ağır hastalanarak tedavi altına alındı. İki sene içerisinde üç kez ölümden döndüm." Yunus Bircan: Gürül gürül yaşamdan… “Demokratik hak ve özgürlüklerin elde edilmesine yönelik, demokratik bir devlet kurmaya yönelik bir tavır içerisindesiniz. Darbe oluyor sizleri alıyorlar, götürüyorlar, yatıyorsunuz, çıkıyorsunuz, ondan sonra hayat başka bir şey olmaya başlıyor. Gençlik dönemine denk düşen kişisel durumların çok yaşanmadığını düşünüyorum yani kuşağımızın aşkları olduysa bile çok hızlı oldu. Bunun esas nedeni o dönemde insanlar bir kız beğeniyor, ilişki kuruyor. Bunu yaparken de aslında hep öleceklerini düşünüyorlar yani ileriye yönelik, mesela aile olunduğunda sorumluluklar nelerdir, çoluk çocuğa karışınca ne olacak, bunlar hiç tartışılmamış konuşulmamıştır. Sonra hayatın kendi adınıza kurulması gibi bir durum ortaya çıkmaya başlıyor. O süreçten sonra çıkmışsınız, toplumun yeniden şekillendiğini, 78’lerde bırakılan yerde olmadığını, toplum üzerinde ciddi bir ulusal mühendisliğin uygulandığını görüyorsunuz. Genç neslin sesinin soluğunun kestirildiğini görüyorsunuz. Kendiniz adına yaşamınızı kurmaya çalışırken tökezliyorsunuz. Yani sistemin neresinden nasıl davranacağınıza yönelik sorunlar ortaya çıkıyor. O geçmişteki gürül gürül yaşamdan gelenler bu durağan yere geldiklerinde çok şaşırdılar.” ‘Travmada toplumsal tartışma şart’ Türk Psikologlar Demeği Üyesi Uzman Psikolog ve Terapist Şükrü Altan, vakfın çalışmasını şu sözlerle değerlendirdi: "Travmanın toplumsal düzeyde çok ağır sonuçlar doğurduğunu söyleyebiliriz. İşkence gören kişilerin sonraki hayatlarına entegre edilebilmesi için kültür, sanat, toplumsal etkinliklere katılmalarını sağlamak gerekiyor. Sanat burada tedavi edicidir. Ayrıca görüşme merkezi, konuşma merkezi, terapi süreçlerine katılmaları gayet yararlı olur. Travmaların sonuçlarını etkisiz hale getirebilmek için travmanın nedenselliğini, başlangıç ve sonuç itibariyle günümüze kadar nelere yol açtığını bireysel bazda ve politik anlamda tartışmaya açmak gerek. Politik anlamsızlıkların anlatabilmesini sağlamak için de demokratik tartışma formunun geniş bir şekilde yaygınlaştırması gerekir. Yani 78’lerie 68’lerin buluşması, 78’lerle günümüzün gençliğinin bulunabilmesi gibi."