Milliyet’ten Serpil Çevikcan, Fuat Keyman, Mehmet Tezkan; Hürriyet’ten Taha Akyol, Yalçın Doğan; Taraf’tan Hadi Uluengin; Radikal’den Cengiz Çandar, Murat Yetkin; Yeni Şafak’tan İbrahim Karagül, Abdülkadir Selvi; Zaman’dan A. Turan Alkan, Mustafa Ünal; Sabah’tan Hasan Bülent Kahraman; Habertürk’ten Umur Talu, Star'dan Mustafa Akyol gündem hakkında yazdı.
İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:
Serpil Çevikcan – Milliyet Barış teknik kalmasın
Bugüne kadar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere hükümet yetkilileri gündemlerinde af olmadığını vurgulayageldiler. Ancak, PKK ile başlatılan çözüm sürecinde mesafe alındıkça “Neden olmasın?” demeye başlayanlar çoğalıyor. Özellikle BDP’nin KCK davalarından tutuklu olanlar için yürüttüğü kampanya ile hükümetin son düzenlemeleri nedeniyle bu davadan serbest kalanların sayısı artıkça, “Komutanlar içeride, PKK’lılar dışarıda, bu nasıl iş?” diye soranlar da artıyor. Çözüm süreciyle ilgili ana hedef “kalıcı bir toplumsal barış”ın tesis edilmesi ise herkes biliyor ki barış kavramı, çözüm kavramından çok daha geniş bir anlam taşıyor. Hükümetle İmralı’nın, silahların bırakılması için ulaşacakları çözüm, kutuplaşmış toplumun büyük bir kesiminin vicdanında yer bulmayacaksa tabiri caizse daha “teknik bir anlaşma” olarak kalma riski taşıyor. Yok eğer kalıcı bir toplumsal barış hedefse barışın herkesle yapılması gerekiyor. Böyle bir barışın tek yolu da af değil. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Fuat Keyman – Milliyet Ergenekon: Toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesi 2007’de başlayan yargılama sürecinde bugün geldiğimiz noktada, doğru ile yanlışın, hukuk ile hukuksuzluğun, adalet ile adaletsizliğin iç içe geçtiği bir kafa karışıklığı, bir kördüğüm içindeyiz. Ünlü hukukçu Ronald Dworkin, “demokrasinin pekişmesi için, toplumun hukuku sorunlarını çözen temel alan olarak görmesi ve bu bağlamda, hukuka güveninin yüksek olması gerekir” der. Bugün, Türkiye’de, hukuka güvenin değil aksine güvensizliğin olduğu ve yargı alanın toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren bir işlev gördüğü bir noktadayız. Vesayet rejiminden demokratik hukuk rejimine geçemiyoruz. Verilen cezaların gerekçelerini okuyacağız. Ama korkarım, “darbe teşebbüslerini yargılarken yapılmış darbeleri yargılamada zorlukların çekildiği, muhtıra verenleri yargılamazken eski Genelkurmay Başkanı’nın müebbet hapisle cezalandırıldığı ve hukuk ile adaletin değil, aksine adaletsizliğin birlikte düşünüldüğü bir Türkiye tablosu”nun ortaya çıkma riski çok yüksek. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Mehmet Tezkan – Milliyet Dört tarz-ı neşriyat Meseleye iktidar muhalefet ayrımı yaparak bakarsak (ki yapmamız gerekir, iktidar icradır, iktidar karar vericidir, her daim gözler üzerindedir; çünkü kararları insanların yaşamını etkiler) karşımıza Dört Tarz-ı Neşriyat çıkar.. Üçü her ülkede görülen cinsten.. Biri bize özgü.. İktidara ölümüne köstek olan, her yaptığını eleştiren, fırtına çıksa iktidarı kabahatli bulan bir anlayış var.. Yaygın olmasa da var.. Tam tersi de mevcut.. Kendini iktidarın parçası gören yazarlar istemediğin kadar.. Kendilerini iktidardaymış gibi gördüklerinden, kendilerini iktidarın medya kolu olarak kabul ettiklerinden övgüde sınır tanımıyorlar.. Alkışı her daim eksik etmiyorlar.. Yaptıklarına kılıf da bulmuşlar; misyon gazeteciliği.. Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Taha Akyol – Hürriyet Gayrımeşru! Tek Parti rejiminde bile yapılmadı böyle bir şey. İsmet Paşa, Cumhurbaşkanı olduğunda, devrimler döneminde haksızlığa uğrayan Milli Mücadele liderlerini sisteme kazandırmak istedi. Amacı, devrimler döneminde oluşan çok sert kutuplaşmayı yumuşatmaktı. Doğru bir yaklaşımdı bu. 1926’da İstiklal Mahkemesi tamamen haksız ve tamamen siyasi bir kararla Milli Mücadele liderlerinden Rauf Orbay’ı on yıl ağır hapse mahkûm etmişti. 1939’da İsmet Paşa, Rauf Bey’e parlamento üyeliği önerdi. Rauf Bey suçsuzluğunun onanmasını istedi. O zamanki “Milli Şef” rejiminde bile, İstiklal Mahkemesi’nin bu kararını geçersiz sayacak bir kanun çıkarılmadı. Peki ne yapıldı? Yeniden yargılama yapılması için Yargıtay’a başvuruldu. Yargıtay bunun mümkün olmadığını, ama yeniden yargılanabilseydi Rauf Bey’in suçsuzluğuna karar verileceğini belirten bir yorum yaptı. Rauf Bey Meclis’e döndü, ülkeye tekrar hizmete başladı. Yassıada’daki siyasi infaz kararları için bile “gayrimeşru” diye kanun çıkarmayı hiç kimse düşünmemiş, ordu yatıştırılınca af kanunu çıkarılmıştı.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Yalçın Doğan - Hürriyet Silivri’de son söz verilmedi Socrates idama mahkûm oluyor, karar açıklanmadan önce “son sözü” soruluyor, milattan önce. Son sözünü söylüyor, karar öyle açıklanıyor. Thomas More idama mahkûm oluyor, “Ütopya” yazarına karar açıklanmadan önce “son sözü” soruluyor. Son sözünü söylüyor, karar öyle açıklanıyor. Fransız devrimi öncülerinden Robespierre, Danton, hatta milyonlarca insanın ölümünden sorumlu Nazi liderleri, hatta su katılmamış diktatör Saddam hakkında karar açıklanmadan önce “son sözleri” soruluyor. Silivri’de önceki gün karar okunmadan önce, avukatlar temsil ettikleri sanıklarla ilgili “son söz istiyor”. Herkes şaşkın, çünkü mahkeme heyeti “Söz vermiyoruz” diyor ve kararlar okunmaya başlanıyor. İnsanlık tarihi, hukuk tarihi boyunca başka örnek yok.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız Hadi Uluengin – Taraf Ergenekon kararı
Önceki gün Silivri’de duyurulan Ergenekon davası kararları belki hukukî içerik yansıtıyor ama hiçbir şekilde adil hüküm oluşturmuyor!
Hatta aslına bakarsanız, gerek mahkemenin özel yetkili niteliğinden, gerek bariz usul ihlâllerinden, gerekse soruşturmanın yamalı bohça muhteviyatından ötürü o hukukîlik bile son derece vahim ve son derece ciddi çelişkiler barındırıyor.
Dolayısıyla da pek çok sanığa verilen ceza kalıplaşmış tabirle, vicdan sızlatıyor!
TABİİ bunu söyledim diye, belki birkaç istisna hariç, zanlıların sütten çıkmış ak kaşık olduğuna inandığım falan sanılmasın! Daha neler!
Aksine, otuz küsur yıldır onların sözcüsü olduğu ceberut ideolojilerle dişe diş mücadele eden birisi olarak kahir ekseriyetin masum sayılamayacağını adım gibi biliyorum.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Cengiz Çandar – Radikal Ergenekon doğruları, Ergenekon yanlışları Ergenekon kararları, ‘derin devlet’ ve ‘militarizm’ ile bir tür hesaplaşma niteliğinde. Bu yönüyle ‘Ergenekon kararları’ elbette ‘tarihi’ nitelikte. Ama... ‘Ama’sı var mı? Evet, var. Ergenekon davasının görülmesi sırasında savunma hakkının kısıtlanmasına bol miktarda rastlandı. Usul hataları saymakla bitmez hale geldi. Hak ihlalleri gırla gitti. Bunun anlamı, ‘adaletin yara alması’dır ve ‘adalet yaralısı’ bir mahkeme sürecinin verdiği kararların ‘adil olduğu’na da pek kimseyi inandıramazsınız. Kurunun yanında o kadar yaş ve üstelik cayır cayır yakılmıştır ki, bunun gölgesi, aldıkları hükümleri hak edenlere ilişkin kararların üzerine de maalesef, düşmüştür. Üstelik, hiç kimse, bana kitaba uygun şekilde görevine gelen ve giden eski Genelkurmay Başkanı (Em.) Orgeneral İlker Başbuğ’un, görevini bıraktıktan bir buçuk yıl sonra ‘silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek’ten ve ‘askeri darbe girişimi’nden yargılanmasının ve üstelik ‘ömür boyu hapis cezası’na çarptırılmasının ‘adaleti’ne ikna edemez.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Murat Yetkin – Radikal Öcalan’dan Başbuğ’a af senaryoları Başbakan Tayyip Erdoğan Kürt sorununa siyasi çözüm amacıyla PKK ile barış arayışında bir süreci özellikle MİT aracılığıyla yürütüyor. PKK bir yandan Erdoğan ve AK Parti’den bir seçim çalımı daha yiyeceği gerginliğinde, diğer yandan Irak ve Suriye’deki gelişmelerden güç alarak tarihler açıklıyor; şimdi hükümetin önünde 1 Eylül ve 15 Ekim tarihleri var. Muhtemelen biri belirli yasal adımların ilanı, diğeri de uygulanmaya başlaması için verilmiş durumda. Ekim, kasım ayları önemli, çünkü ondan sonra Meclis önünde 2014 Bütçesi görüşmeleri olacak, yeni yıldan itibarense Türkiye 30 Mart yerel seçimleri havasına girecek. Sonra ağustostaki cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Muhtemel senaryo ise şu: Eğer bu süreçte PKK kaynaklı terör eylemleri tehdidi anlaşma yoluyla Türkiye’nin gündeminden çıkarsa AK Parti ve BDP’nin uzlaşmasıyla Cumhurbaşkanlığı seçimi ardından ya da en geç 2015 Haziran genel seçimleri ardından Ergenekon ve Balyoz’dan KCK’ya herkesi kapsayan bir siyasi af söz konusu olabilir. Yazının tamamını okumak için tıklayınız İbrahim Karagül – Yeni Şafak Bayram için… Gazeteciler için yorucu bir yıl oldu. Sondan başlarsak Ergenekon davaları, Mısır'da darbe ve darbeye direnenlerin Adeviyye'de verdiği mücadele, Taksim/Gezi krizi ve bunun üzerinden Türkiye'yi keskin kamplara ayırma çabaları, Çözüm sürecine ilişkin gelişmeler, Suriye'de bütün bölgeyi sarsan o trajik durum ve bitmek bilmez tartışmalar.
Devam edecek... Yakın çevremizdeki krizler, çatışmalar, bunalımlar sürecek. Belki daha hareketlenecek. Türkiye'de; yukarıda bir kaçını saydığım tartışmalar belki daha da sertleşecek.
Birileri bu ülkeyi siyasi hınç, hastalıklı bir öfke ve kişisel çıkarları üzerinden krizlere sürüklemek istiyor. Zaaf alanları üzerinden çatışma tohumları ekiyor. Birileri bu ülkede sürekli kavga istiyor. Herkes birbiriyle kavga etsin istiyor. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Abdülkadir Selvi – Yeni Şafak İlker Paşa’yı kim yaktı? İnternet Andıcı soruşturmasına İlker Paşa sonradan dahil edildi. Emrindeki komutanların verdiği ifade üzerine savcılık suç duyurusunda bulundu.
Jandarma Kriminal Laboratuvarları'nda yapılan incelemelerde, İrticayla Mücadele Eylem Planı üzerindeki ıslak imza tespit edildi. Hıfzı Çubuklu, kara propaganda amaçlı internet sitelerinin kurulduğunu kabul etti.
Eğer bir Genelkurmay Başkanı emrinde çalıştığı hükümeti devirmek için, andıç düzenletiyor, eylem planları hazırlatıyorsa, bütün demokrasilerde bunun adına darbe suçu denir.
Bu açıdan bakınca, İlker Paşa kendi kendini yaktı. Yazının tamamını okumak için tıklayınız
A. Turan Alkan - Zaman Tenor tonunda Ergenekon feryatları Artık Ergenekon lobisinin faaliyet programı belli olmuştur: Mahkeme kararını itibarsızlaştırmak ve kamuoyu üzerine yoğun bir propaganda baskısı yaparak sokaktaki vatandaşa, “Anladık mahkeme kararı ama galiba işin içine başka hesaplar karıştırıldı; itibarlı, aklıbaşında, düzgün insanlar asırlarca hapse mahkum edildi” dedirtmek. En azından, “Ergenekon diye bir örgütün varlığı, ilk defa Türk mahkemeleri tarafından tescil edildi” diyeceklerin lâfını ağzına tıkamak, “acaba mı?” dedirtmek, bir nevi gözdağı vermek.
Bu cür’etli gayreti hayret ve bir miktar takdirle seyrediyorum; galiba bu hükümlüler hakkında oluşturulan sevgi yumağı ve sempati hâlesi, başkaca hiçbir zümreye nasib olmamıştır.
Buyrunuz netekim, vaktiyle, “Nerede bu Ergenekon örgütü, gösterin gidip ben de yazılayım” diye komik bir mütalaada bulunan bir lider, karardan sonra misyonunun müntehâsına yükselerek diyor ki, “Özel Yetkili Mahkemelerin verdiği kararlar hukuken, siyaseten ve ahlâken meşru kararlar değildir. Bu mahkemelerin verdiği kararlar, gayrimeşrudur.”
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mustafa Ünal – Zaman Ergenekon’dan çıkış
Bütün demokrasilerde en ağır suç darbedir. Cezası idamdır. Çağdaş dünya en sert ve acımasız biçimde ‘demokratik sistemin celladı’ darbecileriyle hesaplaşmayı başardı. Komşumuz Yunanistan’da Albaylar Cuntası’nın lideri cezaevinde öldüğünde 85 yaşındaydı. Ergenekon davası darbelerin, muhtıraların yorduğu, örselediği, provokasyonların vurduğu demokrasisi yaralı bir ülkenin çığlığıdır, vicdanıdır. Ergenekon, bir iki gizli tanığa veya birkaç sanığa bakarak anlaşılamaz. Fotoğrafın bütününü görmek lazım. Susurluk gibi karanlık yapılara da buradan ulaşılır. Ortaya çıkan, buzdağının görünen yüzüdür sadece. Vaktiyle sürülmüş bu topraklardan ‘derin yapılar’ fışkırır. Kazdıkça cephanelik çıkması boşuna değil. Boru değil onlar, silah. Bu ülkede çok canlar yandı. Dünün darbe geleneğini olağan durum vazifesi olarak tekrarlayan Veli Küçük’ün, Şener Eruygur’un, İlker Başbuğ’un Ergenekon kararlarını kabullenmesi güç. Çünkü onlar dünün normal karşılanan ve kendilerinden bekleneni yaptı.
Askerî darbeleri sistemin doğal parçası olarak görenlerin Ergenekon kararlarını anlaması kolay değil. Eski hal muhal artık. Darbe, muhtıra, provokasyon sadece kâğıt üzerinde değil, gerçekten suç. Ve cezası da çok ağır; ömür boyu hapis. Ergenekon kararları yeni Türkiye’yi tescilledi. Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Hasan Bülent Kahraman – Sabah Orman ve ağaç: Ergenekon
Ne yazık ki, Ergenekon'un bir gerçeği var. Bir Ergenekon gerçeği var. O gerçeği tarihten, Türk siyasetinin yapısal özelliklerinden ayırmak, ayıklamak olanaksız. Birbirlerinden çok farklı olsalar da gelip aynı nehre akan Balyoz ve Ergenekon davalarının maksadı, açık/örtülü anlamı darbeydi, darbecilikti.
28 Şubat'ta başlatılan, 27 Nisan'a aktarılan hareket bir "son darbe" arayışına dönüktü. AK Parti gibi belli bir kitleyi, tabanı temsil eden partinin karşısında, temsilcisi olmayan Kemalist- Cumhuriyetçilaik bir kitleyi, o dönemin Genelkurmayı ve onun yörüngesindeki CHP ile kapsamayı istediler, düşündüler, denediler. Olmadı.
Ayrıca Danıştay saldırısı var, çetelerle kurulmuş işbirlikleri var. Soğuk Savaş'ın, Batı-Doğu blokları arasındaki politik çatışmayı bahane ederek kendisini silahlandıran, derin devlet anlayışı, yani Gladio, dünyanın başka yerlerinde temizlendi. Hiç değilse büyük ölçüde etkisizleştirildi.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız Umur Talu – Habertürk Bayram öncesi son yoklama… Yılda bin, o yılda on bin kadar ölümden söz ediyoruz. Teknoloji, sermaye, büyüme katlanırken kıvranan, toprağın altına kıvrılan ve üzerlerine basarak koşturduğumuz binlerce insan. Bir dönem ısrarla tersane ölümlerini dile getirmiştik… O dönem Başbakan tersaneleri ziyaret etti. İşçileri polis susturdu; işverenler konuştu. İstediğiniz partiye oy verin; yılları boyu hiç duydunuz mu bu meseleyi deli gibi dert eden bir devlet büyüğü. Bunca ölümle bile İş Güvenliği’nden sorumlu müdür yerinde kalıyor; kalsın, Allah uzun ömür versin; mutlaka isim isim biliyordur döneminde ölen işçileri! İnsan olanın vicdanına kazınır çünkü! TÜSİAD, MÜSİAD’ın bunu insanlık, hukuk, hayat, demokrasi meselesi saydığını hiç duyuyor musunuz? Neden duyacaksınız ki… Sorun onlarda değil. Onlar kendi sınıfının sözcüsü, gözcüsü, dört gözlüsü. Demokrasinin sadece askeri vesayet, sadece kimlik sorunu, sadece piyasa işi olduğunu sanan veya öyle sunanlar neden bunu konuşsun ki? Çünkü sapına, köküne, tabutuna, mezarına kadar bir sınıf meselesi.
Mustafa Akyol - Star
Post-Ergenekon halet-i ruhiye
Evet, kimsenin mahpusluğundan ötürü sevinmemek, el çırpmamak, “oh olsun, canımıza değsin” havasına girmemek lazım.
Çünkü evvela o mahkumların aileleri var. Gözü yaşlı anne-babaları, eşleri var. Babalarıyla bir daha hiç doya doya kucaklaşamayacak çocukları var. En azından onların acısına saygı göstermek lazım.
Dahası, söz konusu mahkumların ezici çoğunluğu da, eli hiç kana bulaşmamış, “adi suç” işlememiş, ancak siyaseten doğru gördükleri bir dava için yanlış yola sapmış insanlar. (O da eğer sahiden suçlu iseler.)
Öcüleştirmemek, şeytanileştirmemek, “bir tekme daha atmamak” lazım...