8 gazeteden 15 köşe yazarı gündem için ne dedi?

8 gazeteden 15 köşe yazarı gündem için ne dedi?

Milliyet’ten Sami Kohen, Aslı Perker; Hürriyet’ten Taha Akyol, İsmet Berkan; Taraf’tan Cengiz Aktar, Hıdır Geviş; Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu, İbrahim Karagül; Radikal’den Pınar Öğünç, Cengiz Çandar; Vatan’dan Ruhat Mengi, Sanem Altan; Zaman’dan Hüseyin Gülerce, Mümtaz’er Türköne; Habertürk’ten Umur Talu gündem hakkında yazdı. İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:

Sami Kohen – Milliyet K. Suriye seçenekleri Açıkçası Türkiye’yi rahatsız eden ve endişelendiren husus sadece sınıra yakın bölgede rakip güçlerin çatışması ve bunun da Türk topraklarını etkilemesi değildir. Önemli bir sebep de, PYD’nin bölgeye hâkim olmasından ve buralarda özerklik ilan etmesi ihtimalinden duyulan kaygıdır. Hükümet bunu önlemek niyetinde. Ama bu nasıl olacak?

Akla gelen çeşitli seçenekler var.

Bunlardan biri askeri müdahale opsiyonudur. Bu, sınırın öbür tarafında, “oldu-bitti” yaratılmak istenen yerleri kapsayacak bir güvenlik şeridi veya tampon bölge kurmakla olabilir.

Ancak bunun riski çok yüksektir. Bu durumda Türk askeri ile PYD karşı karşıya gelecek, bir savaşa girişecektir. Bu PYD ile organik bağları olan PKK ile başlatılan barış sürecini de sonlandıracaktır. Ayrıca Ankara’nın sıkı ilişkiler içinde bulunduğu -ve PYD’yi destekleyen- Barzani yönetimi ile gerginlik yaratacaktır. Tek yanlı bir askeri müdahale uluslararası camianın da tepkilerine yol açacaktır...;

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Aslı Perker – Milliyet Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır Konu politika olunca iş biraz değişiyor. Parti liderlerinin birbirlerine düpedüz hakaret etmeleri alışıldık bir durum. Ne de olsa ortamı kızıştırmak için adrenalin gerekli. Öfke de bunun en güzel tetikçisi. Ancak bir ülke liderinin halkına karşı kullandığı dilin bu kadar hoyrat olmasını normal karşılayamıyorum. Liderler kendilerine oy vermeyenlerle değil, o oyların gittiği partinin liderleriyle hesabını görür. Ancak anladığım kadarıyla sayın Erdoğan da şaşkınlıktan bu kadar sert çıkıyor, daha önce halkına böylesine saldırması gerekmemiş olduğundan. Bazı yayınlara, köşe yazarlarına öfkesini dile getiriyordu, ama içinde kendine oy verme potansiyelinin olduğu, hatta belki de vermiş bulunan kalabalığa bu kadar sinirlendiği herhalde görülmemişti.   

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Taha Akyol – Hürriyet Yeni Paket

Paket çalışmalarında seçim sistemi konuşuluyor fakat henüz ‘taslak’ haline getirilmiş değil. İki eğilim var: -Seçim barajını aşağı çekip daraltılmış bölge usulüne geçmek... Sayın Hüseyin Çelik partisinde bu yönde düşünceler olduğunu açıkladı. Bu eğilim tercih edilecekse seçim barajının en fazla yüzde 5 olması gerekir. Yüzde 10 barajının yüksek bulunduğu bir toplumda bunun yüzde 7’ye çekilmesi ‘reform’ sayılmaz, umulan rahatlamayı sağlamaz. -Diğer eğilim, Sayın Bülent Arınç’ın söylediği gibi, yüzde 10 barajını korumak ama temsilde adaleti sağlayacak başka düzenlemeler yapmak... Ne olabilir bu? Belli sayıda milletvekillerinin hiçbir baraj uygulanmadan seçilmesi olabilir. “Türkiye milletvekilliği” adıyla mesela 100 milletvekilinin böyle seçilmesine karar verilirse, bütün Türkiye’de yüzde 1 oy alan küçük bir parti Meclis’e bir vekil gönderir; en yüksek oyu aldığı il hangisiyse, oradan.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

İsmet Berkan – Hürriyet İktidar tökezlerken…

Başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Ak Parti ileri gelenlerinin ve hükümetin gündemini hala Gezi olayları belirliyor. Akıllarının ve fikri enerjilerinin önemli bir bölümü Gezi olaylarında takılı kaldığı, burada da belki Ak Parti iktidar olalı beri ilk kez ‘savunmacı’ bir çizgide olunduğu için, bütün dünyayı bu pencereden görme eğilimi var. ‘Elinizdeki tek alet çekiçse bütün sorunları çivi olarak görmek’ gibi bir şey bu. Gezi olayları, Başbakan için de, iktidar için de fikri anlamda bir dönüm noktasını oluşturuyor. Mısır’daki askeri darbeye de Gezi penceresinden bakılıyor; Suriye’de olan bitene de; Avrupa ve Amerika ile ilişkilere de. Ve elbette demokratikleşmeye, özgürlüklerin genişlemesine, geniş toplum kesimlerinin devletle olan sorunlarının bitmesi ihtimaline de Gezi penceresinden bakılıyor; ekonomiye de, uluslararası piyasalara da, Merkez Bankası’nın faiz arttırır gibi yapmasına da... Bütün bunlar ciddi tökezleme belirtileri. Bu tökezlemenin ardında yatan ise tek bir neden var: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın tek başınalığı, kendi kendini soktuğu yalnız durum. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Cengiz Aktar – Taraf Cuma notları Yılın başında barışla yatıp kalkarken bazılarımız barışın illâki içinin doldurulması gerektiğini söylerdi. “Amasız barışçılar” ise söylemediklerini bırakmaz, hezeyanlarını bizleri savaşın devamını temenni etmekle suçlamaya kadar götürürlerdi. Onlarca barış, demokrasinin en ileri hâliydi ve demokrasiyle özdeşti. Barışta olup demokrasiden ışık yılları uzak olan Çin, İran gibi ülkeler önemli değildi. Nitekim zamanla, toz kondurmadıkları iktidarın barıştan ne anladığı iyice belirginleşmeye başladı:savaşsızlık hâli ya da iktidar ağzıyla “terörü bitirmek”. Demokratların ve Kürt siyasetinindemokratikleşme talepleri bugün için neredeyse tamamen karşılıksız. İşimiz “rüya” pakete kaldı. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Hıdır Geviş – Taraf Günahkar memnuniyetsizler AK Parti’ye sonuna kadar destek olmuş bazı insanların şimdi neden hayal kırıklığı yaşadıklarını biliyorsunuz. Çünkü bu destekçiler eski otokratik Türkiye’den kurtulmak için AK Parti’ye destek vermişlerdi. Ancak bu kez de yeni bir otokratik yönetimin doğmasına vesile oldular. Bu yönetim de tıpkı kitapta olduğu gibi toplumda kolektif bir suçluluk hissi yaratarak varolmaya çalışıyor. Hatta bu hissi sürekli kaşıyor, yıllardır iktidarda oldukları hâlde geçmiş mağduriyetlerini bıkmadan usanmadan tekrar ediyorlar. Onları mağdur eden kuralları değiştirme konusunda ise hiç aceleci davranmıyorlar, çünkü böyle daha güçlüler.  

Yazının tamamını okumak için tıklayınız Ali Bayramoğlu - Yeni Şafak Kürtler ve Ortadoğu

Kürtlerin önünde iki seçenek var.

İlk seçenek yaşadıkları ülkelerde o ülkenin demokrasisinin oluşmasına ya da derinleşmesine katkıda bulunarak, kendi yönetme imkanlarını siyasi olarak üreterek, o ülkeyle demokratik entegrasyona yönelmeleridir.

Irak'ın farklı bir çerçeveye oturduğunu dikkate alacak olursak, böyle bir modelin kurucusu şu aşamada sadece Türkiye ve Türkiye'nin Kürtleri olabilir. Ve bu model Kürt siyasi alanını çoğulculaştırır, çekim merkezlerini çoğaltır ve bölgenin kaderine ciddi oranda katkıda bulunabilir.

Kürtlerin ikinci seçenekleri demokratikleşme ve özerklik gibi durumları araçsallaştırarak, özellikle çatışma üzerinden kendi bağımsız alanlarını oluşturmadır. Zor, kanlı, iç ve dışta çatışmalı, otoriter bir bağımsızlık hali arayış...

Güzergahı şekillendirecek, seçimi yapacak olan sadece Kürtler değil, aynı zamanda bölge ülkeleridir. Yazının tamamını okumak için tıklayınız İbrahim Karagül – Yeni Şafak İç savaş çağrısı Hüsnü Mübarek'e özenen General Sisi, terör gruplarını, çeteleri, örgütleri Adeviye'de demokrasi gösterileri yapan insanlara karşı sokağa çağırıyor. Sokağa çağırması demek bu örgütlerin, Mısır ordusu koruması altında hak ve özgürlük arayanlara saldırması demek. Motorlu gizli polisler, Kıpti çeteler sokaklarda insanları avlamaya başlayacak demek.

Bir devlete bakın ki, kendi halkı üzerinde savaş uçakları uçuruyor. Bir zihniyete bakın ki, Mısır'da darbe yapmak için İsrail'le pazarlık yapıyor.

Şu ana kadar yüz elli kişi hayatını kaybetti. Büyük çoğunluğu Mursi yanlıları ve elliden fazlası ordu tarafından öldürüldü. Sina'daki saldırılarda ise 16 asker öldürüldü.

Bu sayı dramatik boyutlara çıkabilir. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Pınar Öğünç – Radikal Yine her yer kadın organı Hamileyken kocaları, onları ‘seven’ adamlar tarafından bıçaklanan kadınlar, öldürülenler. Tecavüz bebeğine gebeyken bir ‘yakını’ tarafından öldürülenler, dokuz katlı apartmanların tepelerinden kendilerini bırakmaya mecbur edilenler. Kadın katillerinin, tecavüzcülerin, erkek yargının her nevi indiriminden nasiplendiği ve dahi ekserisinin elini kolunu sallayarak gezdiği sokaklarda hamile kadınların estetiğinden konuşmak... Ayıp olan bu. Kimi zaman gündemdeki başkaca mühim konulardan merceği çekmek için kasıtla, kimi zaman bilhassa merceği yine o yana yöneltmek için bir kadın mevzuu açılıyor böyle. Ne giysin, ne örtsün, nerede örtsün, nerede çalışsın? Nasıl doğursun, kaç tane ve hangi yöntemle doğursun? Ben bir kadın olarak tüm kadınlar adına konuşmakta müteredditken, ben bir kadın olarak hamileler adına laf ettiğimde üç kez düşünürken bir koca erkek grubunun daimi münazara konusu kadının bedeni.

İşte günlük hayatın içindeki bu siyaset, güncel siyasetin de mevzuu olunca, yasalar ve yönetmeliklerle de bir kadın tahayyülü çizilmeye çalışılırken, birinin çıkıp böyle laflar edişine kulak tıkamak mümkün olamıyor. Siyaseten tercih edeceğim, laf sahiplerini kaale almamayı beceremiyorum. Kadınlık üzerinden yapılan siyasetin sıklığı öfkemin uçuşmasına izin vermiyor. Yazının tamamını okumak için tıklayınız  

Cengiz Çandar – Radikal ‘Suriye devrimi’nin yolu ‘Rojava devrimi’nden geçer

Türkiye’nin Suriye politikası, Katar ile aynı eksende (tam Başşar Esad’ın istediği şekilde) ‘Sünni mezhepçi’ bir görüntüye kayınca, ‘radikal-Sünni gruplar’ın Hatay sınırından Mardin sınırına kadar olan geniş alanda Türkiye sınırlarını vızır vızır geçmesi, Kürtlere saldırırken ‘lojistik destek’ alması konusunda, Ankara’nın -en hafif deyimiyle- ‘basireti bağlanmış’ olmalı.

Davutoğlu’nun açıklamalarının Radikal’de yayımlandığı dünkü Taraf’ta ismini açıklamayan ama Fatih’te esnaflık yapan bazı kişilerin, Türkiye-Suriye sınırında ‘radikal gruplar’ın kim olduklarını ve nasıl bir faaliyet gösterdiklerini anlatan ayrıntılı açıklamaları yayımlanmıştı. Türkiye devleti, bu bilgileri haiz değil mi? Türkiye’nin Dışişleri Bakanı değil mi? Bugüne dek bunlar niçin engellenmedi? Bunlara bugüne dek niçin göz yumuldu?

Bunların nedeni, başta PYD, genel olarak Kürtlere bakışla ilgili. Zaten, Davutoğlu da Suriye politikasındaki ‘tıkanma’nın temel nedeni olan, söz konusu politikanın Kürtlerle ilgili bölümündeki söyledikleriyle bunun ipuçlarını veriyor. Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Ruhat Mengi – Vatan Son numara; hamileleri saklayın! Genç kızları bu kadar düşünüyorsanız ve “en az 3 çocuk” emri veriliyorsa devletin televizyonunda “aile içi ve dışında çocuk tecavüzlerini” konuşun.. 21’inci yüz yıl Türkiye’sinde taş devri olayları yaşanırken; öz babaları, amcaları tarafından tecavüze uğrayan ve annelerini bile inandıramadığı için sefillik anının videosunu çekmek zorunda kalan, devletin-Bakanlığın ağzına bile almadığı mağdur küçücük kız ve erkek çocukları, devlet hapishanelerinde kazık kadar suçluların tecavüzüne uğrayan çocukları, ülkenin her köşesindeki toplu tecavüzleri ve bütün sapıkların serbest bırakılmasını konuşun.. Bu çocukları koruması gerekenlerin “gösteri yapan gençleri kovalamak, zarar vermek, veremediğini tutuklamak”la zaman geçirdiğini konuşun..

Kadınları rahat bırakın.. Zira bütün baskılar böyle, kadınlar üzerinden, çoğu kez din bahane edilerek topluma yapılan baskılarla ve çaktırmadan başlatılıyor, bu ülkede kimse yutmaz bu ayakları. Aynı gün farklı köşelerden yumurtlanan farklı “cevherler” .. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Sanem Altan – Vatan Tasavvuf gibi derin bir kültürün Türkiye’de geldiği nokta bu mu?

‘Bunların nesi var, ne oluyor’ diye düşündüm. Gerçekten tek tek hastalanıyor gibiler… Akıllarına her geleni hiç çekinmeden söyleyebileceklerine inanmaları, akıllarına gelenlerin ise gittikçe daha ürkütücü olması, bütün ülkeyi dibe doğru çekiyor…  Karanlık bir girdap gibi kendi içine doğru boşalıyor her şey. Böyle ölümcül bir burgunun çekimine direnmek için gerçekten bir güç geliştirmek gerekiyor. Aldırmadan yanlarından geçip gidemiyorsun. Saçmalayanlara gülüp geçememek gibi bir cezayla cezalandırdı Tanrı bizi sanki… Bu gerçek, saçmayanlardan daha fazla sıkıyor beni. Saçmalayanlarla eğlenemeyecek kadar ciddi bir saçmalama boyutu var artık bu ülkede.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız Hüseyin Gülerce – Zaman Çözüm süreci: Moraller bozulmamalı Hükümet, atacağı demokratikleşme adımları için PKK’nın çekilmesini kaale almamalıdır. Adımlar, yüzde bilmem kaç mı çekilmişler, bundan bağımsız olarak atılmalıdır. PKK ve onu himaye edenler, ayakta tutanlar, ondan istifade edenler çözüm sürecini alternatif devlet kurmak için bir fırsat olarak mı görüyor, görsünler… Madem Kürt meselesinin çözümü en başta milletimizin birlikte yaşama iradesinin gereğidir, madem hükümet bu konuda kararlıdır, inisiyatif hükümette olsun. Mesele bir pazarlık algısından çıkmış olsun. Böylece bölge halkının güveni ve gönlü daha iyi kazanılır, hem de kamuoyu, “Kürt meselesinin muhatabı PKK’dır” algısından kurtarılır. Kürt meselesi Türkiye’nin en önemli meselesidir. Çözüm sürecini desteklemede tereddüt yaşamamalıyız… Yazının tamamını okumak için tıklayınız Mümtaz’er Türköne – Zaman Milliyetçilerin Kürt sorunu PKK, silahları gerçekten bırakacak; ama silahları bıraktığı için bir köşede uslu uslu oturmayacak. Şiddetin farklı türleri var. Elde silahın olmadığı, güvenlik birimlerinin hedef alınmadığı her türlü şiddet, özellikle gerektiğinde başvurulacak kitlesel şiddet sıklıkla gündemde olacak. Gezi Parkı modeli, örgütsel disiplini olan PKK’lıların elinde neye benzerdi? Toplumun ve kamu düzeninin sinir uçlarına dokunan yaygın kitlesel eylemlerin karşısında kendiliğinden gelişen orantısız polis gücünü ve bu manzara ile ayağa kalkan uluslararası kamuoyunu gözünüzde canlandırmayı deneyin. Hükümet şehirlerdeki kitlesel şiddet karşısında, dağdaki şiddetten daha fazla zorlanacak.

Kürt ulusalcılığının önündeki en büyük engel Türk milliyetçileri değil; tam tersine Kürtler. 30 yıl devam eden şiddetin ulusalcılık adına sağladığı sadece bu mütevazı başlangıç ise, asıl hedefe varana kadar ödenecek bedelleri varın hayal edin. Üstelik bir de ortak paydalar etrafında barış içinde onurlu bir hayat sürme imkânı varsa. Barış Süreci, Kürt sorununu çözmek için bir fırsat; her türden milliyetçiliğe rağmen.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız Umur Talu – Habertürk Ahlakınızı yerim! Baydar’ın 2002’de yeniden dirilmeye çalışan Sabah’a “Ombudsman” yapılmasına da vesile oldum. Orada onca yıl daha önceki yönetimlerde pek sorun çıktığını sanmıyorum. Geldik bugüne. Hem içeriden, hem dışarıdan bakıyorum.

Aklımda, onurlu insanlarla ve adilerle dolu basın tarihi. Ombudsman’ın sansür-otosansür eleştirisine tahammül edemeyenler; kadın-erkek gazetecilere, çalışanlara, ilan-reklam servisinden sayfa taşıyan genç kadınlara dahi küfür eden, mobbing uygulayan birini en bi yönetici tutabilecek kadar titiz. Küfür yiyenler ise kolayca gidebiliyor. Başbakan ve o mevziden Gezi’den çıkan küfürlerden yakınıyor ya… Mesela, ben de dahil, bir sürü insan ne yapsın? Başbakan’ın gezilerde eskort aldığı, TV söyleşilerinde karşısına koyduğu oradaki “odunsman, alttakiler her gün ezip yüzlerine saçtığı küfürleri, bir yandan çok korkak olduğu için, “sülaleme”e de gıyapta, ama tanklar önünde kustu. Bunu gazete yönetimi de biliyordu.