Hürriyet’ten Mehmet Y. Yılmaz, Kanat Atkaya, Sedat Ergin; Milliyet’ten Melih Aşık, Aslı Aydıntaşbaş; Radikal’den Murat Yetkin, Cengiz Çandar; Yeni Şafak’tan Abdülkadir Selvi, Akif Emre; Taraf’tan Taner Akçam; Vatan’dan Güngör Mengi, Ruşen Çakır; Star’dan Sedat Laçiner, Fehmi Koru; Cumhuriyet’ten Cüneyt Arcayürek gündem hakkında yazdı.
İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:
Mehmet Y. Yılmaz – Hürriyet Cemaat savunmada Başbakan tuş!
Bir süredir cemaat ile AKP hükümeti arasında bir gerilim–çekişme var ve özellikle hükümet çevrelerinin bazı konular ile ilgili olarak cemaati üzeri örtülü de olsa eleştirdiği bir sır değil. Cemaat de kendine bağlı yayın organlarındaki yazarları aracılığıyla bunlara dolaylı yanıtlar veriyordu, bu kez toplu bir açıklamaya gerek görülmüş. AKP hükümetine bir tür “sivil muhtıra” verilmiş gibi görünüyor ama açıklamaya hâkim olan esas ton, daha çok “savunma pozisyonuna” işaret ediyor. AKP hükümeti ve aslına bakarsanız doğrudan Başbakan ile açık bir tartışmaya girmek yerine, “fitne odaklarının” hükümet ile cemaat arasında “varmış gibi gösterdikleri” çatışmada savunma yapıyor. Bu çok normal! Bugün Başbakan Erdoğan ile siyaset sahnesine çıkıp açıkça hesap görebilecek bir güç yok, cemaat de böyle bir siyasi güce zaten sahip değil. Unutmayalım ki “cemaat” dediğimiz topluluk da insanlardan oluşuyor ve bunların ortak özelliklerinden biri Fethullah Gülen’e bağlılıkları ise, diğeri İslamcı muhafazakâr bir yaşam biçimini benimsiyor olmaları. Bunlardan birinin, diğerine göre öncelikli olmadığını da unutmamak gerek. Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Kanat Atkaya - Hürriyet Kendine demokratlıkta teşhis ve tedavi için Mısır’da yaşanan katliam sırasında sosyal medyada akıp giden mesajları takip ederken toplumu ikiye, dörde, yirmi dörde, sekiz yüz elli dörde bölen “kendine demokrat hastalığının” belirtilerini net şekilde görebiliyorsun. Kendi fikrine/zikrine/inancına/siyasi görüşüne uygun yanan ateşin altına odun taşımaktan ibaret, utanılası bir pozisyon işte... Türedi yorumcuların yalandan itfaiye erliği yaptığı, toplum adına fikir beyan eden siyasilerin körükle koşturup durduğu bir yangın yeri. Eğer... Mısır’daki vahşetin adını koyup “katliam” derken Rojava’ya kör, Roboski’ye de sağır kalmaz isek... Rabiat’ül Adeviyye’de apoletli zorba kurşunuyla ölen için yas tutarken Ankara’da öldürülen Ethem Sarısülük’e de “Çapulcuymuş” diye kafa çevirmezsek, yalan haberlerle örgüt üyesi diye lanse etme çirkinliğine düşmezsek... Destekçisi olduğumuz muktediri canımızı dişimize katarak korurken, muhalefet etme hakkını kullananları toplu halde “darbeci, dış mihrak maşası” diye damgalamazsak... Bizim gibi olmayanı parmakla göstermekten, ihbar hatları açmaktan vazgeçip minder dışına itmek yerine minderde tutup mertçe güreş tutma yoluna gidebilirsek bir ihtimal iyileşme şansımız var.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız Sedat Ergin – Hürriyet Bölgesel bir felakete doğru Mısır, uzlaşı niyeti taşımayan ve “mutlak kazanan” olma hedefi içinde sonuna kadar savaşma riskini göze almış bir ordu ile ona direnme niyetinde olan Müslüman Kardeşler arasında büyük bir içsavaşa doğru yol almaktadır. Ülkenin yönetilemez bir durumun içine düşmesi ihtimal dışı değildir. Böyle bir durumda Mısır’ın zaten kötü olan ekonomik koşullarının iyice dibe vurması, tetikleyeceği huzursuzluk dalgalarıyla birlikte istikrarsızlığı daha da derinleştirebilir. En çok korkulan senaryolardan biri, bu kaos tablosu içinde El Kaide gibi örgütlerin sahneye çıkarak bütün bölgeyi bir kan gölüne çevirmesidir. Mısır, Ortadoğu’nun kalbinde yer alan, bölge jeopolitiğinin en önemli ülkesidir. Bu konumdaki bir ülkenin uçurumdan aşağı savrulmasının sonuçları yalnızca bu ülkeyle sınırlı kalmayacaktır. Suriye’nin içsavaşa sürüklendiği, Irak’ın çözülme sürecine girdiği bir dönemde Mısır’ın da bu felaket tablosuna eklenmesi bütün bölgeyi sürekli bir deprem hattına çevirecektir. Bu türbülans kaçınılmaz bir şekilde bölgedeki yegâne istikrar unsuru olarak Türkiye’nin önemini arttıracaktır. Ancak Türkiye’nin önündeki başlıca handikap, kendi içinde sahne olduğu kutuplaşma ve mutabakat eksikliğidir. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Melih Aşık – Milliyet Adeviye dramı… İktidar ile Gülen Cemaati arasında ipler iyice gerildi... MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın 7 Şubat 2012’de savcılığa çağırılmasını, Başbakan’ın yargılanmasına kadar varacak bir darbe teşebbüsü olarak gören iktidar, cemaati affetmiyor. Dershaneleri kapatmak gibi acıtıcı adımlar atıyor. Cemaat de buna karşılık kendi medyasından iktidarı sarsacak yayın yapıyor. Yerel seçimde desteklememekle tehdit ediyor. Cemaat önceki gün bu konuda 11 maddelik açıklama yayımladı. Açıklamadaki yakınmalar arasında biri özellikle dikkati çekiyor... İktidardan birileri: “Hizmet Hareketi’ni bir savcı 3 polisle terör örgütü ve çete kapsamına sokarız, bitiririz” diyormuş... Bu sözlerin Başbakan tarafından ifade edildiği yazılıp çizildi. Başbakan gerçekten böyle konuştu mu? Bilinmiyor... Ancak bu denli ciddi bir korku yaratması gösteriyor ki... Bu ülkede insanlar veya topluluklar “1 savcı ve 3 polisle terör örgütü kapsamına” sokuluyor... Ve bitiriliyor... Ergenekon ve Balyoz davalarında sanıklar da tam bunu anlatmaya çalışıyor... Her iki davada yüzlerce sanık, yıllardır, devlet komplosu sonucu orada olduklarını anlatmak için çırpınıyor. Sonra da bu ülkede demokrasi ve hukuktan bahsediliyor... Yazının tamamını okumak için tıklayınız Aslı Aydıntaşbaş – Milliyet Mısır’da olay kilitlendi Dün sabah saatlerinden itibaren, Mısır’daki darbenin aslında hiç de ‘postmodern’ olmadığını, basbayağı bildiğimiz kaba saba, 80’ler usulü bir askeri cuntayla karşı karşıya olduğumuzu, bir kez daha gördük. Onlarca insanın hayatına mal olması bir yana, siyasi açıdan Adevviye Meydanı’na yapılan askeri müdahalenin iki berbat sonucu var. Birincisi, bu hamle, Mısır’daki krizi iyice ‘çözümsüz’ hale getirmiştir... Bu, baskı ve öldürmeyle bitecek bir siyasi kriz değil. Çünkü insanlık tarihinde bambaşka bir döneme girdik. Birey ve otorite arasındaki ilişki, dünyanın her yerinde yeniden programlanıyor. Artık, 80’lerde Arjantin’de insanların diri diri uçaklardan atıldığı, Tiananmen Meydanı’nda tankların altında can verdiği bir dünya yok. Gezegeni kaplayan, uyulmasa da doğruluğu büyük ölçüde kabul gören bir ‘demokrasi’ diskuru var. Üstelik artık Ortadoğu’da BİREY denen varlık ortaya çıktı ve kendini tarihte olmadığı kadar güçlü hissediyor. Akıllı telefonların, sosyal iletişim ağlarının Bedevi çadırlarına kadar gittiği bir dünyada, herkes kendini dev aynasında görüyor; tank, tüfek, biber gazı ya da TOMA’lar dize gelecek gibi değil. Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Murat Yetkin – Radikal Mısır'da bu baskı geri teper
Şunun açıkça görülmesi lazım: Hiçbir siyasi akım, hiçbir sosyal hareket silah zoruyla ortadan kaldırılamaz. Bu Mısır’da da değişmeyecektir. Beğenin ya da beğenmeyin, Müslüman Kardeşler o toplumun bir gerçeği. Mısır’da askeri darbeyle gelen ve ABD’nin, AB ve Arap diktatörlüklerinin dolaylı onayıyla hâkim olan bugünkü durum sürdürülemez. Kendi halkının kanını dökmekte bu kadar duyarsız olan hiçbir yönetim baki kalmaz. Mısır’da bu baskı geri teper. Ama şu durum da var: Bu tür baskı ve sindirme hareketleri, özellikle genç ve kızgın insanları daha da uçlara iter; El Kaide gibi terör yöntemlerini göz kırpmadan kullanan ve böyle sonuç alınacağını vaz eden örgütler, zaten yıllardır onlara bunu söylüyor. El Kaide’nin Arap Baharı’nın inişe geçmesinden bu yana giderek kitlesel hale gelmesi bir rastlantı olmasa gerek. Mısır’daki baskı ve katliam karşısında takınılan ikiyüzlü tutumun maliyeti bu hızlı radikalleşme olacak ve bu maliyeti ne yazık ki, sadece ona neden olanlar ve destekçileri değil hepimiz ödemek zorunda kalacağız. Çok yazık! Türkiye’deki iktidar yanlılarının Kahire’de dün cereyan etmiş olan ‘katliam’ı Türkiye gündemi üzerinden okudukları ve kanlı gelişmeden kendileri için bir ‘mazlumiyet’ ve ‘mağduriyet’ üretmeye kalkıştıkları görülüyor. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Cengiz Çandar – Radikal Kahire’de kan: Peki sonrası? Unuttukları ya da gözden kaçırmaya çalıştıkları bir şey var; yöntem ve ortaya çıkan görüntüler itibariyle, Mısır’ın askeri darbecilerinin Kahire’nin Nahda ve Rabia el-Adeviyye meydanlarında giriştiği temizleme operasyonunun ile 11 ve 15 Haziran günleri İstanbul’un Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nda girişilmiş olanla temelde pek bir farkı yoktur. Her iki örnekte, ana saldırı araçları, sınırsız oranda kullanılan gaz ve buldozerler idi. Fark, meydanları dolduranların sayısı ve karşı koyma yöntemiyle ilgilidir. Gezi eylemlerinin toplamında can kayıpları yaşanmış olmakla birlikte, 11 ve 15 Haziran günleri İstanbul’da can kaybı yaşanmamış, Türkiye’de bir ‘katliam’dan söz edilecek bir durum olmamıştır. Türkiye, tüm zaafları ve eksikliklerine –otoriterleşme eğilimleri sergilemiş olan bir Başbakan’a sahip olmasına- karşılık, bir ‘demokrasi’dir; Mısır’da ise ‘askeri darbe yönetimi’ vardır. Türkiye ile Mısır arasındaki bu ‘temel fark’, Taksim-Gezi ile dünkü Rabia el-Adeviyye farkına da işaret ediyor. Ama, dün Kahire’de olandan, iktidar ve yanlıları için Taksim-Gezi’ye ilişkin ekmek çıkmaz. Kahire’de dün olanlar, Taksim-Gezi için Türkiye’deki iktidara meşruiyet vermiyor. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Abdülkadir Selvi – Yeni Şafak Mısır’da bundan sonrası
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin, 'Mısır'da ordu demokrasiyi yeniden inşa ediyor' dediği askerler, demokrasiyi nasıl inşa ettiklerini gösterdiler.
Mısır'ın dünyaca ünlü piramitleri vardı. Darbeciler şimdi buna bir de katlettikleri sivil insanlardan oluşturdukları piramitleri eklemeye başladılar.
Her yanından kan damlayan utanç abidesi piramitleri…
Darbecileri meşrulaştırmak için koşa koşa Kahire'ye kadar giden AB Komiseri Catherine Ashton bu katliam karşısında ne düşünüyor acaba?
Katliam karşısında suskun kaldığı için ne düşündüğünü öğrenemedik.
Yoksa Mısır'a yeni bir sefer mi planlıyor?
İyi olur.
Bir de General Sisi'nin elinden plaket aldı mı tamam demektir.
AB'yi taçlandırmış olur. Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Akif Emre – Yeni Şafak İhvan neye icbar ediyor? İhvan'ın bundan sonra ne yapacağı sorusu kadar, 'İhvan'ın ne yapması isteniyor' sorusuna cevap aramanın yarınlardaki gelişmeleri açıklamakta daha anlamlı bir soru olduğu düşüncesindeyim. Evet, İslami, hareketlerin omurgasını oluşturan İhvan; bu katliam karşısında nasıl tepki vermesi isteniyor, hangi mücadele yöntemine başvurmaya zorlanıyor?
Mısır'daki Nobel ödüllü darbecilerin başlattığı süreçle birlikte şiddet içermeyen gösterilere karşı uygulanan katliamın amaçları arasında ilk akla gelen Müslüman Kardeşler'in silahlı eylemlere çekilerek terörize edilmesidir. Terörize edilen bir hareket hem darbecilere haklılık kazandıracak hem de İhvan gibi tarihi tecrübeye sahip bir hareketi marjinalize edilerek Mısır'ın geleceğinde etkili, toplumsal desteği olan bir hareket olmaktan çıkması amaçlandığı apaçık ortada.
Ancak bu basit ve ilk akla gelen yöntem bir taktik olabilir, uzun vadede işleyip işlemeyeceği garanti değil. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Taner Akçam – Taraf Veli Küçük, Ergenekon ve Ermeni Soykırımı Nitekim, Ergenekon örgütünün bir diğer önemli siyasi faaliyeti, başta Hrant Dink olmak üzere Ermeni sorunu ile uğraşan aydınlara karşı cadı avı düzenlemekti. Hrant aleyhine açılan tüm davalarda Ergenekon’un imzası vardı. Orhan Pamuk ve benim hakkımdaki suç duyurularının arkasındaki isim yine Ergenekon’du.
Dava tutanaklarından anlıyoruz ki, ABD’de aleyhime yürütülen kampanyayı da doğrudan Ergenekon yürütüyordu.
Ergenekon tutuklamaları ile birlikte bu eylemler bıçakla kesilir gibi kesildi ve aydınlara yönelik cadı avları, suikast girişimleri sona erdi.
Artık biliyoruz ki, eğer Ergenekon soruşturmaları Haziran 2007’de değil de bir yıl önce başlamış olsaydı belki Hrant Dink bugün aramızda olacaktı. Onun öldürülmesine giden yolu adım adım örenler Ergenekon davasından ağır cezalar aldılar.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız Güngör Mengi – Vatan Firavun döndü mü? Bir yandan Müslüman Kardeşler Mursi taraftarlarını sokağa çıkıp isyana katılmaya çağırırken bir yandan da hükümet kuvvetleri gerçek mermiler kullanmaya başladı. Seçimle gelmiş bir yönetimi silâh zoruyla gitmeye mecbur etmek her zaman zordur. Günümüz dünyasındaki iletişim, demokrasileri korumak amacındaki güçleri en etkin biçimde birleştiriyor. Türkiye, dünkü katliamı dünyada en sert ifadelerle kınayan 1 numaralı devlet oldu. Biz katliamı sadece kınamadık, hiddetle kınadık! Ankara, dün de dünyayı harekete geçmeye ve insani sorumluluğunu hatırlamaya çağırdı ama nafile... Ulusal çıkarlar üstüne kurulu dış politika, fazlasına izin vermedi. Avrupa Birliği bile Mısır’daki vahşeti “derin kaygı” ile izlediğini belirtti. Barış yolunun böylesine kapalı olduğu bir dönemde gelecek günler Mısır’a iyi şeyler vaat edemez. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Ruşen Çakır – Vatan Büyük çaresizlik Darbecilerin üçüncü kez katliama başvurmalarının esas nedeni çaresizlikleri. Çünkü değişik yollarla İhvan’ı “yenik bir şekilde” yeni sürece eklemeye çalıştılar ama onlar içeriden ve dışarıdan gelen onca baskı ve telkine rağmen buna yanaşmadılar. İhvan olmadan kalıcı bir çözüm üretmek de mümkün olmadığı için darbeciler her seferinde bildikleri tek şeye, silaha ve katliama başvurdular, böyle giderse başvurmaya da devam edecekler. Buna karşılık darbe karşıtlarının da barışçıl yollarla direnmekten, dolayısıyla katliamlara açık olmaktan başka çareleri yok gibi gözüküyor. İşte bu tıkanıklık hâli darbenin ilk anlarından itibaren Mısır’ı esir almış durumda. Burada yine şu kritik soru karşımıza çıkıyor: İhvan, darbecilerin zulmüne karşı silaha sarılır mı? Sanmıyorum. Peki barışçıl yöntemlerle askeri dize getirebilirler mi? Buna da pek ihtimal vermiyorum. Darbecilerin baskı, zulüm ve katliam yoluyla darbe karşıtlarını pes ettirebileceklerine hiç ihtimal vermiyorum. Geriye ABD, AB ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere, uluslararası kamuoyunun askeri rejimi geri adım atmaya ikna etmesi seçeneği kalıyor ki maalesef bunun işaretlerini de, en azından şimdilik göremiyoruz. Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Sedat Laçiner – Star Mısır ve yaklaşan büyük tehlike Bölgede ve kürede esen sert rüzgârları doğru okumak gerekir. Suriye’de ve Irak’ta hemen her gün onlarca, bazı günler yüzlerce insan ölüyor. Nijerya’dan Pakistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada her gün bombalar patlıyor, suikastlar gerçekleşiyor. Müslüman dünyada oluk oluk kan akıyor, iç savaş hazırlıkları yapılıyor, mevcut çatışmalar derinleştiriliyor. Batı ise bu durumdan hiç de rahatsız gibi durmuyor.
Batı’da neo-con ve diğer sağ gruplar başından beri İslam dünyasının kendi kendisine ‘ıslah olamayacağına’ inanıyor ve doğrudan müdahale edilmesi gerektiğini söylüyorlardı. ABD’de Demokratlar, Avrupa’da ise sol gruplar bu tespitten kısmen ayrılıyorlar ve evrensel değerleri savunuyorlardı. Görünen o ki 11 Eylül sonrasının gelişmeleri Batı solunu da etkiledi ve Batı dünyası sağıyla, soluyla şiddetin ve terörün nedeni olarak İslam öğretilerini görür hale geldi. Bu noktada hala yöntem tartışmaları yaşansa da Batı’da Müslümanlara karşı sert bir blok oluşmuş durumda. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Fehmi Koru – Star Darbeler de kan döker
Mısır’daki darbe ‘düşman’ seçiminde zorlanıyor ve bir türlü ulvi amaç bulamıyor(du)... Dün sabahın ilk saatlerinde başlatılan saldırı, büyük ihtimalle, bu iki boşluğu doldurmaya hizmet edecek... Günün ilerleyen saatlerinde veya en yakın zamanda ‘Müslüman Kardeşler’ örgütünün —yeniden— ‘yasadışı’ ilân edildiğini işitirseniz şaşırmayın... Tabii ‘demokrasiyi rayına oturtma’ vaadi de bunu takip edecektir... ‘Yol haritası’ darbelerin, bu duraklara uğramayı öngörür çünkü... Esas sorun bundan sonra başlıyor... Mısır’daki darbe daha önce bizde yaşananlara benzer duraklara uğrayarak ilerlese bile, Türkiye ile Mısır arasında var olan farklılıklardan biri beni dehşete düşürüyor: Türkiye hep bağımsız kalmış bir ülke ve daha padişahlık döneminden beri yöneticilerini sandık marifetiyle seçiyor... Mısır ise hep yabancılar ve askerler tarafından yönetildi bugüne kadar ve sandık yönetim değiştirmeye yaramıyor... Bizde darbeye muhatap olunduğunda, halk, yönetimden askeri uzaklaştırmanın fırsatının mutlaka geleceğini biliyor ve eline geçen ilk fırsatta da onu değerlendirip askeri yönetimden uzaklaştırıyor... Darbe sonralarının mağdur ve mağrur bir sessizlik doğurması bundan... Yazının tamamını okumak için tıklayınız Cüneyt Arcayürek – Cumhuriyet RTE’yi aklayan rapor Ah, şu kimi belleklerde, gazete koleksiyonlarında yaşayan Gezi Parkı eylemlerini ilk günden son haftalara değin ve hatta son günlerde bile amansız, haksız biçimde günbegün tonu yükselen RTE demeçlerini unutturabilseler!.. Başbakan, Taksim’de Topçu Kışlası’nı illaki yapacağız, orada rezidanslar, AVM’ler yükselecek dememiş… silahsız, yegâne güçleri demokrasiye inanmak olan gençleri çapulcu ilan etmemiş… eylemi kendini devirmeye girişimi diye tanımlamamış... Mısır örneğine benzetmemiş, darbeye davet diye yorumlamamış… Beyefendi sanki sütten çıkmış ak kaşık! Bu raporla Başbakan’a yalakalığın tavan yaptığı şu günlerde RTE’nin Fas’tan başlayarak eylemlere söylemediğini bırakmayan demeçlerini… polisi, çapulcu diye nitelediği biraz olsun demokrasi isteyen gençlere biber gazı, gaz kapsülü, tazyikli suyla saldırttığını; orantısız şiddetle hiç yoktan ölümlere neden olduğunu unutturabilseler ne güzel, ne uygar bir ülke olacak Türkiye! Rapor, sağduyuyu enayi yerine koyuyor. İstanbul anakent ve Beyoğlu başkanlarını Gezi Parkı’nı halka yeterince anlatamamakla suçluyor. RTE, belediye başkanlarına Gezi Parkı konusunda konuşma fırsatı vermiş gibi… bu rapor bal gibi partizanlığın, yandaşlığın da ölçüsünü kaçırıyor. Yazının tamamını okumak için tıklayınız