Ali Bayramoğlu – Yeni Şafak Özgürlük ihtiyacı
AK Parti iktidarında geçen 10 yıl bir toplumsal bütünleşme haline, genel bir demokratikleşmeye işaret ettiği kadar kimi açılardan otoriter haller de üretmiştir… Yargı ve emniyetin siyasi dokusu, basın özgürlüğü meselesi, iktidar kişiselleşmesi bunlar arasındadır…
Parçalı değişimin sorunlu olduğu şüphe götürmez…
Mesele sistemin kendisini bir bütün olarak değiştirmesidir.
Mesele temel ilkelerin, toplumsal dokuların, hak ve özgürlük algısının, adalet duygusunun tahrip edilmeden yol alabilmesidir. Değişimin ipi, yeni kopuşlardan, sürekliliğe karşı yeni meydan okuyuşlardan uzakta olmalıdır.
'Toplumsal ve siyasal kopuşu' yüceltmenin kemalist tarzı ile muhafazakar tarzı arasında büyük fark yoktur.
Böyle durumlarda toplum ile devlet arasındaki mesafe artar, sonuçta toplumsal farklılıklar arasında kendiliğinden gelişen temaslara rağmen, aralarındaki delikler büyümeye devam eder.
Nitekim bir süredir Türkiye'deki 'anlama' kanalları yine tıkanmaya yüz tuttu.
Yazının tamamı için tıklayınız
İbrahim Karagül – Yeni Şafak Darbecileri paraya boğan ‘şer ittifakı’
Asker veya belli azınlık üzerinden ülkenin her şeyini kontrol et, kitleleri arada bir sevindir/gönlünü et, bu ülkelerin hepsi elinin altında olsun. Kaynak mı, petrol mü? O zaten senin.. Küçük bir azınlığa iktidar satıp onu zaten alabiliyorsun.
Tiyatronun sona ermesi için, oyun kurucuların ellerini bu bölgeden çekmesi lazım. Kitlelerin aklını başına alması lazım. Gerçekten demokrasi ve özgürlük isteyenlerin sahneye geçmesi lazım.
Ama en önemlisi de, köleliği bir karakter haline getirmiş, sindirmiş 'yönetici' azınlığın tarih sahnesinden çıkarılması lazım.
Devlet adamıdır, askerdir, bürokrattır, aydındır, işadamıdır, din adamıdır farketmiyor. Köle ruhlu olmak meslek ve görev alanı seçmiyor. Bu insanlar, bu kadrolar özgürlük getiremez ondan sadece korkar, kaçar. Yazının tamamı için tıklayınız Mümtaz’er Türköne – Zaman Başbakanın önündeki masa-anayasa
Yeni bir anayasa yapmak, Türkiye’nin demokrasisine ve insan hakları düzenine kurumsal bir yapı kazandırması demek. Belirsizliklerin ortadan kalkması, siyasî ve toplumsal istikrarın kalıcı hale gelmesi ancak yeni anayasa ikliminde mümkün. Bugün kişilere ve kişilerin yeteneklerine bağlı bir istikrarın gölgesinde yaşıyoruz. Yeni anayasa, bu istikrarın kişilerden bağımsız hale gelmesi, kalıcı kurumların sorumluluğuna geçmesi anlamına geliyor. Türkiye mayıs ayının sonlarına yeni anayasası ile girmiş olsaydı, Gezi Parkı eylemleri -kuvvetle muhtemeldir ki- vuku bulmayacaktı. Keyfiliğin olmadığına, hukukun egemen olduğuna dair toplumsal algıya, yeni anayasanın potansiyel katkısını kim inkâr eder. Tamer Çetin’in gazetemizdeki dünkü yazısı, iddiaların aksine ekonomideki kurumlaşmanın toplumdaki (Gezi eylemleri gibi) dalgalanmalara karşı nasıl güçlü bir bağışıklık sistemi oluşturduğunu sağlam argümanlarla gösteriyor. Benzer kurumlaşma hukuk alanında, yani anayasal düzeyde sağlanırsa siyasal alandaki medd ü cezirlere karşı ülke mukavim hale gelecek. Hatta Mısır’ın yankıları ve yansımaları bile bu ölçüde “tartışmaya ve belirsizliğe” açık olmayacak.
Yazının tamamı için tıklayınız
Şahin Alpay – Zaman Vesayetçiler ile sandıkçılar arasında
Uzun yıllar Kemalizm’e bağlı askerin ve yargının vesayeti olmadan demokrasi olamayacağı iddiasıyla ve bunun sonunda gerçekleşen askeri müdahalelerle mücadele etmek zorunda kaldık. Askerî vesayetin ve müdahalelerin, çözdükleri sorunlardan daha büyük sorunlar yarattığına tanık olduk. AKP iktidarıyla Kemalist vesayetin geriletilmesinden sonra ise, demokrasiyi seçimden ibaret gören, seçimde çoğunluğun oyunu alan parti veya liderin, ayağına kuvvetler ayrılığı dolanmadan ülkeyi dilediği gibi yönetebileceğini, halka ancak seçimden seçime hesap vermek durumunda olduğunu ileri süren “sandıkçı” (“demokrasi sadece sandıktır”) zihniyetle mücadele gündeme oturdu. Zamanla vesayetçiler ile sandıkçılar arasında sıkışmayı aşacağımıza, özgürlükçü demokrasiyi yerleştireceğimize güvenim tam.
Evet, “çoğunluğun oyunu alan, genel iradeyi temsil eder ve herkes bir sonraki seçime kadar bu iradeye tabi olmak zorundadır” bir tür demokrasi anlayışı olabilir. Ancak bu anlayış, tarihî tecrübelerle sabit olduğu üzere, kaçınılmaz olarak yurttaşların temel hak ve özgürlüklerinin ayaklar altına alındığı çoğunluk diktatörlüğüne götürür. Buna karşı, seçimle gelen hükümet yanında, özgürlüklerin ve çoğulculuğun güven altına alındığı türden demokrasi, kısaca liberal demokrasi, Batı, AB normlarında demokrasi fikri gelişmiştir. Liberal demokrasi mükemmel olmayabilir, geliştirilmeye muhtaç olabilir, ama bugüne kadar daha iyisi bulunmuş değil.
Yazının tamamı için tıklayınız Özgür Mumcu – Radikal Demokrasi kahramanı başdanışman
Kendisini nasıl tanımlıyordu Başbakan’ın başdanışmanı: “Sevgili dostlar, AK Parti ile ‘kesişen’ tek bir noktası bile olmayan, ‘laik Cumhuriyetimize’ sonuna kadar bağlı bir vatandaş olarak...” AKP’nin kapatılmasını devletin ‘hükümete’ dur demesi olarak gören, gidişatın faşizme doğru olduğunu söyleyen, ‘ordu gücünü’ arkasına alamayacak ‘haşerelerin’ ideolojik olarak motive edilmiş polis gücü oluşturmasından yakınan biri ‘Başbakan Başdanışmanı’ oldu. Artık Sayın Erdoğan’ı demokratik olgunluğu sebebiyle tebrik etmek dışında ne yapılabilir? Kendisi, fikirleri ve partisi hakkında bunları yazmış birini dahi en yakınına alıp ona danışan birinin demokrat olmadığını hangi babayiğit iddia edebilir? Malum, Yiğit Bulut son zamanlarda Başbakan’ın telekinezi yöntemiyle yani ‘düşünce gücüyle etki yapılarak’ öldürülmeye çalışıldığından bahsetmişti. Böylesi bir düşünce gücüne karşı Sayın Bulut gibi devasa bir düşünce gücünden bir kalkana başvurmak da Başbakan’ın vizyonunun genişliğine işaret. Yiğit Bulut’un başdanışmanlığı memleketimizin sonuna kadar demokratik bir ülke olduğunu ve Erdoğan’ın da gelmiş geçmiş en demokrat siyasetçi olduğunu göstermektedir. Artık herkes biliyor ki eğer iyi bir çocuk olursanız Başbakan’a başdanışman bile olabilirsiniz. Bundan büyük saadet var mı? Ne yazmıştı vaktiyle Sayın Bulut: “Açık söylüyorum, Türkiye’de bunu yapan anlayış faşizan bir anlayıştır ve ben yarın ne kendi geleceğimden ne de benim gibi düşünenlerin geleceğinden emin değilim.” Artık kaygılanmasına gerek yok, geleceğini emin ellere teslim etmiştir.
Yazının tamamı için tıklayınız
Murat Yetkin – Radikal Sancılar içinde hukuk
Bir başka garip tablo da Taksim’deki palalı saldırgan durumunda gözlendi. Omzunda çantasıyla önünde sakince duran ‘Kırmızılı Kadının’ yüzüne biber gazı sıkarak olayların alevlenmesine neden olan polisin bir meslektaşı, elinde pala (adı zırh, kendisi suç aleti değil, emniyet raporuna göre) etrafa saldıran, kendisinden kaçan bir kadının sırtına tekme atan, insan yaralayan saldırganı, adeta yalvarırcasına ikna etmeye çalışıyordu yayımlanan görüntülerde. Bu saldırganı serbest bırakan mahkemeler, (kırıp dökmeleri saymıyorum) barışçı protesto haklarını kullananları tutuklamakta fazla mesai yapıyor neredeyse. Başbakan Yardımcısı Arınç ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin de (Radikal’den Deniz Zeyrek’e verdiği demeçte) mahkemenin bu kararına tepki gösterdiler ama değişen bir şey olmadı. Gezi Parkı’ndaki performanstan dolayı ikramiye alan polis ise daha bir atılgan gidiyor göstericilerin üzerine. Gösterilerde öldürülenlerin sayısının dün 5 kişiye yükseldiğini hatırlatalım. Son, ama ne yazık ki sonuncusu olmayacağı endişesine yol açan bir örnek de Meclis’ten geldi. AK Parti bir son dakika manevrasıyla TMMOB’nin proje onaylama yetkisini elinden alıp Çevre Bakanlığı’na verdi. AK Parti’nin TMMOB’nin yetkilerini budamak istemesi de bugünün işi değil, ama bu son kararda TMMOB’nin Gezi Parkı protestolarına verdiği desteğin rolü olduğu siyaset kulisinde konuşuluyor; CHP’ye göre, hükümet TMMOB’den böylece ‘intikam’ aldı. Meclis Başkanı Cemil Çiçek, bütün bu sorunların, yazımı yılan hikâyesine dönen yeni anayasa ile giderilebileceğine inancı canlı tutmaya çalışıyor. Tek tıkanma noktasının Başbakan Tayyip Erdoğan’ın daha çok yetki ve daha az denetimle başkanlık arzu etmesi olmadığını anlatıyor; haklı noktaları da bulunuyor. Ancak yeni ve sivil bir anayasa yazımı umutları ne yazık ki sönmek üzere... Yargıdaki sorunlar ise artmakta ve kaderi anayasa çalışmasına bağlanamayacak süratle birikiyor.
Yazının tamamı için tıklayınız
Hayko Bağdat – Taraf Belki biz de Kasımpaşalıyız
11 yıllık AKP iktidarında askerî vesayetin geriletildiği, orduda ve diğer kurumlarda darbeci ve statükocu zihniyetin yenildiğini konuşmuyor muyduk?
Peki, karşılaşılan ilk kitlesel muhalefet hangi işbirliği ile darbeyi hazırlıyor?
MGK muhtıra mı verebilir, cunta istihbaratı mı var, seminer, planlama filan mı tespit edildi?
“Anladıkları dilden konuşacağız” diyerek beş ölü, 12 göz kaybı, onlarcası ağır, yüzlerce yaralı, tutuklu insanların olduğu yerde soyut bir “faiz lobisi” endişesi mi yaptırdı bunları?
Camiye gidip oranın kutsallığını bozmak üzere örgütlenen kitleler mi vardı gerçekten?
İnsanların can havli ile evlerini açarak hayatlarını kurtarmaya çalıştığı o gençlerin çoğu ölümden döndü.
Polis şiddetiyle can pazarı yaşadı sokaklar.
Dolmabahçe Camii’nde doktorlar hayat kurtardı.
O cami hepimizin değil mi?
Kim verdi sana anahtarını?
Yazının tamamı için tıklayınız
Ertuğrul Özkök – Hürriyet Palacios’tan F.Bahçe'ye son dakika tuzağı
UEFA Müfettişi Miguel Lietard Fernandez-Palacios, Tahkim Kurulu’na yeni belgeler sunmuştu.
Ve bu belgelerin tamamı polisin yaptığı dinleme kayıtlarıydı. İşin ilginç yanı bu rapor Fenerbahçe Kulübü’ne salı akşamı saat 18.00’de ulaşmıştı.
Yani Fenerbahçe’nin bu yeni rapora hazırlanmak için 24 saat bile vakti yoktu. Avukatlar ve Başkan Yıldırım uçakta bu yeni rapor üzerine çalışmaya başladı.
Yazının tamamı için tıklayınız
Yalçın Doğan – Hürriyet Gezi’ye kin ve öç: TMMOB
Çeşitli sendikaları, sivil toplum kuruluşlarını, medyayı, büyük sermayeyi ele geçirmeye çalışan AKP bu girişimlerinin birinde başarısız kalıyor. Her çareye başvuruyor, TMMOB’yi bir türlü ele geçiremiyor. TMMOB gerek demokratik mücadelede, gerekse meslek alanına giren konularda AKP’ye aslında bilimsel ve demokratik yolu gösteriyor. TMMOB’nin ilk suçu bu. İkinci ve daha ağır suçu ise, Gezi Direnişi’nde TMMOB’nin etkin tavrı. AKP bu tavrı iki biçimde cezalandırıyor. Pala ile insanlara saldıranlar serbest kalırken, düşüncesini dile getiren, direnişe katılan TMMOB üyeleri gözaltına alıyor. İkinci ceza, TMMOB’yi yok eden yasal değişiklik, TMMOB üzerinden sivil topluma ve demokrasiye çok ağır darbe. İmar planlarına yönelik harita, plan ve projelerde TMMOB’nin vize yetkisi kaldırılıyor, bu yolla odalara mali güç oluşturan ödentilere son veriliyor. Mühendis ve mimarlar devre dışı, her şeye iktidar karar verecek.
Yazının tamamı için tıklayınız
Yalçın Bayer – Hürriyet ‘Gezi’ simge olunca ‘Oda’lar hedef oldu
Karaköy’deki binaları dün ‘matem’ yeri gibiydi; bir yanda birçok meslektaşları gözaltına alınmıştı; bir de iktidardan mesleki anlamda ağır bir darbe yemişlerdi. Başta Taksim Dayanışması bileşenlerine yönelik gözaltı ve tutuklamaların amacı neydi? İktidarın anayasaya aykırılık içeren hukuksuz ve ranta dayalı imar planlara karşı durmaları mı? Mimarlar mesleklerinin bilimsel ve etik değerlerini göz ardı mı edecekler? “Hayır” dediler. Hukuk dışı uygulamalara, toplum yararına ve kamusal haklara sahip çıkmak için mücadeleye devam... Oda yöneticileri ve gözaltına alınan tüm arkadaşlarının serbest bırakılmasını istediler. Hele Mimarlar Odası’nın her şeyi sayılan Mücella Yapıcı’nın gözaltına alınmasına şaşırıyorlar. İstanbul’da bu kadar büyük davaları açan, takip eden ve planları iptal ettiren oda emekçisi bir mühendis... 80 metrekarelik evinde flaş disk, imar planları, harddisklere el koymuşlar; acaba içinden ‘rant’ dosyaları mı çıkacak veya odanın yargıya sunacağı belgeler mi? Yapıcı’nın evinde çıksa çıksa, ödenmemiş cep telefonu faturası çıkar. Keşke bu işleri bıraksaydı da, bir imar holdinginde danışman olsaydı... Dün akşam serbest bırakıldı. Mimarlar Odası’nın koridorlarında neler konuşuluyor? Gezi eylemlerinden ‘sahte’ mimar-mühendislere (Bunlarla ilgili soruşturmayı kim kapattı?), oradan hükümetin ve belediyenin kararlarıyla çıkan yatırımlarla ilgili proje öyküleri!... İstanbul’daki tutuklamalar ve Meclis’ten son anda verilen önergede ‘haksız ve mantıksız’ hükümlere dayalı ‘cezalar’...
Yazının tamamı için tıklayınız
Mehveş Evin – Milliyet Odam kireç tutmuyor
Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği’nin imar projelerine onay verme yetkisi, bildiğiniz gibi ‘bir gece ansızın’ iptal edildi. TBMM’de artık kaçıncısı olduğunu bilmediğimiz- torba yasa teklifleri sırasında, AKP çoğunluğuyla kabul edilen önerge Gezi Parkı’nın ‘intikamı’ olarak yorumlanıyor. TMMOB’un, hem Taksim projesinin iptalinde hem de Taksim Dayanışması’ndaki aktif rolü nedeniyle cezalandırıldığı biliniyor. Ancak mesele ne Gezi’den, ne de TMMOB’dan ibaret... Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devredilen ‘vize yetkisi’ aslında uzun zamandır meslek odalarının, sivil toplumun yetki alanını daraltan hamlelerin bir parçası. Mesela ‘Gezi’den önce’, üçüncü köprü, Ilısu barajı, nükleer santral gibi projeler için ÇED raporu zorunluluğu kaldırıldı. Danıştay üç defa iptal kararı verince Çevre Bakanlığı yönetmeliği değiştiriverdi.
Kendin pişir kendin ye! Kamu kurumu niteliği olan TMMOB ve ona bağlı odalar bir kitle örgütü gibi hareket ediyordu... Türkiye’nin pek çok yerinde, ama en çok İstanbul’da çevre ve kent davası açtı. Sadece Gezi Parkı değil, üçüncü köprü, nükleer santral davaları, AOÇ, Galataport ve başka özelleştirmelerin yargıya taşınmasında ‘odalar’ rol oynadı. Tabii her şeyi tekelinde tutmak isteyen, her kazançlı projeyi sorgusuz sualsiz hayata geçirmek isteyen hükümet için, sinek küçük de olsa mide bulandırıyordu!
Yazının tamamı için tıklayınız
Tunca Bengin – Milliyet Vali’nin yanıt vermediği soru
Gezi Parkı’nda toplanma ve forum yapmaya asla izin vermeyeceklerini söyleyen İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, “Buyursunlar gelsinler bir yıl gelirler biz de bir yıl sokmayız” dedi.
Göstericilerin 40 gündür aynı konuda direnmelerine anlam veremediğini söyleyen Vali Mutlu,”Başka parklarda forum yapıyorlar, nedir bu Gezi Parkı ısrarı” diye sordu. Ben de “Sizce nedir” dedim. İşte yanıtı:
“İzinsiz her istediğim yerde toplantı yaparım demektir. Evet Anayasa ‘önceden hiç kimse izin almaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahiptir’ diyor ama devamındaki cümle başkalarının özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabileceğini yazıyor. 2911 sayılı yasaya göre de meydanlarda ve parklarda yasak. Açık söylüyorum, istesem de parkta toplantı izni veremem.”
Vali Mutlu’ya “O zaman Cihangir, Maçka, Abbasoğlu, Yoğurtçu parklarında nasıl yapılıyor” diye bir başka soru daha yönelttim. Ama bir yanıt alamadım.
Yazının tamamı için tıklayınız
Okay Gönensin – Vatan İki iftar arasında…
Ramazanın ilk iftarında Taksim ve Beyoğlu’ndaki görüntü, 40 gündür yaşadığımız çatışmaların ötesinde bir “çatışma” görüntüsüydü. Taksim’de Belediye’nin düzenlediği toplu iftar vardı. Polislerin ve TOMA’ların ardında ise direnişçilerin toplu sokak iftarı yapıldı. Belediye’nin Taksim Meydanı’nı iftar sofrasına dönüştürmesi de siyasi bir gösteriydi, Beyoğlu’nda sokakta yere çökmüş iftar yapanlarınki de siyasi bir gösteriydi. Ramazanın ilk iftarı da böylece bir çatışma alanı, siyasi gösteri malzemesi oldu. İki tarafta birden. Kim, hangi tarafa “sempati” duyuyorsa bu sahneyi öyle okudu. Bir taraf için Taksim’de devlet gücüyle yapay bir gösteri yapılmıştı, sokaktakilerin iftarı ise samimi bir “halk tepkisi”ydi. Diğerleri için, Belediye son yıllarda alışılmış bir toplu iftar geleneğini devam ettiriyordu, diğer taraftakiler ise iftarı siyasi malzeme yapan siyasi “tezgâhçılar”dı. İki iftar görüntüsü de, bu görüntüye bakanlardaki görme farkı da fazlasıyla konuşulan “toplumsal bölünme”nin vardığı son aşamadır.
Yazının tamamı için tıklayınız
Ruhat Mengi – Vatan Çok hazin bir durum…
Taksim’de palayla halka saldıran ve yaralayan 4 palacı serbest bırakılmıştı, savcı S.Ç.’nin serbest bırakılmasına itiraz edince biri tutuklanmış. Havaya ateş açan A.S. de mahkeme tarafından tutuklanmış. Aynı akşam bu nedenle Hükümet’e “bravo” diyenler vardı. Dün yazmıştım, hakimler özellikle referandumdan sonra tamamen Hükümet’e bağlı hale getirildiler, kutlayanlar herhalde bu nedenle “yargı yerine Hükümet’i” kutlamaktalar.
Bu aslında son derece hazin bir durumdur adalet adına.. Eğer burası gerçekten bir hukuk devleti olsaydı, gerçekten “adalet”ten söz edilebilseydi palalı saldırganda, silahlı saldırgan da hiçbir şekilde serbest bırakılamazdı. Ama yargı “ne yaparsa iktidarın tepkisini çeker, ne yaparsa çekmez” önce karar veremiyor. Kimbilir belki de Bülent Arınç konumunda olan, “hukukçu ve Başbakan Yardımcısı” bir isim “Ben de serbest bırakılmalarına şaşırdım, hakimlere sormak lazım” deyince hakimler ne karar vermeleri gerektiğine karar verebiliyor.
Yazının tamamı için tıklayınız
Orhan Bursalı - Cumhuriyet Gece Yarısı Darbecileri Yasal Öldürme
Evet iktidar gece yarısı operasyonlarıyla bu kez sivil toplumu ve uzmanlık kuruluşlarını devre dışı, etkisiz ve gelirsiz bırakmaya yöneldi. Yine bir “torba yasa” görüşülürken bir önerge yasa maddesine dönüştürülüp içine tıkılıyor ve 423 bin mühendisin çatı örgütü olan TMMOB’nin (Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği) yetki ve gelirleri kentlerin heyulası bakanlığa devrediliyor. Meclis’te hiç görüşülmemiş korsan bir yasa.
12 Eylül 1980 darbeci generalleri de çok kızdıkları mimar mühendis odalarının bu yetkilerini kaldırmak istemiş ama başaramamıştı... İktidarın 12 Eylülcü rejimin niteliklerini aşan ve ancak darbeci ordu ve generalleriyle kıyaslanabilecek yasa, hukuk, adalet vb. uygulamaları ile karşı karşıya bulunuyoruz. RTE iktidarı her adımıyla, her yasasıyla, her kararıyla, polisiyle, bakanlarıyla, milletvekilleriyle, valileriyle kendisine yakıştırılan diktatörlük ve faşizm rejimini inşa etmeyi sürdürüyor.
Biz bunları sayıp döktükçe karşımızda, demokrasinin=sandık olduğuna inananlar sadece uygulamaların meşru ve yasal olup olmadığına bakıyor. Evet hukuki ve meşru gibi görünüyor her şey! İşte Meclis, oyçokluğuyla bir kanun kabul ediyor. İktidarda seçilmişler var. O halde toplumun kazanılmış bütün demokratik hak ve hukukunu yok edebilirler. Meclis’te kabul edilen yasalar, anayasaya, demokratik hukuk ve sosyal devlet ilkelerine ve toplumun özgürce gelişmesine mi hizmet ediyor yoksa iktidarın diktatörlüğüne mi, hiç önemli değil. Adamlar anayasanın herkes izin almaksızın gösteri, yürüyüş miting yapabilir açık hükmünü bile takmıyor. Vali bey ve bağlı olduğu yukarıya doğru zincir, anayasayı çiğniyor.
Yazının tamamı için tıklayınız
Orhan Erinç – Cumhuriyet Guguk nasıl yürüyor?
Elinde su tabancası olan çocuğu bile gözaltına alanların, ellerinde kesici aletlerle, uzun sopalarla meydanlara dökülüp terör estirmekten çekinmeyenlerin sırtını sıvazlamaları da ayrımcılığın yeni türevini gösteriyor.
Hele bir zırvalık var ki inanılır gibi değil.
Dükkânından kaptığı ve görüntülerden “pala” olduğu sanılan kesici aletin, köfte yapmakta kullanılan bir tür büyük bıçak olduğunu ileri sürerek suç aleti sayılamayacağını söyleyenleri de gördük.
Elindeki kesici aletle sağa sola saldıran, tekmelerle genç kadınları sendeleten kişinin yargıç tarafından serbest bırakılması, polisin istediğinde istediği gibi tutanak tuttuğunun da yeni bir kanıtı oldu.
Polisin yakalamaktan kaçındığı, daha sonra telefonuna kadar kişisel bilgilerine sahip olduğu anlaşılan kişinin telefonla çağrıldığı, tutanakta ise elindeki kesici aletten hiç söz edilmediği ortaya çıktı.
Aslında şaşırmamak lazım. Fişekliğinin ön tarafındaki gaz fişekleri biten polisin, sırtındaki bölümden fişek alarak kendisine veren ve görüntüleri ekranlara yansıyan satırlıyla işbirliği, varılan düzeyi gözler önüne seriyor.