Hürriyet’ten Kanat Atkaya, Fatih Çekirge, Mehmet Y. Yılmaz; Taraf’tan Ferhat Uludere, Yüksel Taşkın, Milliyet’ten Mehveş Evin, Mehmet Tezkan; Zaman’dan Şahin Alpay, İhsan Dağı; Vatan’dan Murat Çelik, Asaf Savaş Akat; Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu, Abdülkadir Selvi, Özlem Albayrak; Radikal’den Murat Yetkin, Ali Topuz; Cumhuriyet’ten Ahmet Tan, Serdar Kızık gündem hakkında yazdı, önemli tespitlerde bulundu.
İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:
Kanat Atkaya – Hürriyet Gezi’ye ceket dikecek beden arama uğraşı, pöh! Gezi Parkı, Taksim semalarında ilk belirdiğinde “Süpermen efekti” yarattı. Malum, Süpermen çizgi romanının klasik repliğidir: “Bu bir kuş... Bu bir uçak... Bu bir Süpermen...” Clark Kent pelerinini savura savura uçarken onu ilk görenler adını koymak için epeyce uğraşmıştır, o hali temsil eder. “Bir ağacın onurunu savunmak için” başlayan Gezi Parkı direnişi toplumsal muhalefeti tetiklerken adını koymakta, okumakta, analiz etmekte çekilen güçlükler malum. Hâlâ kendi siyasetinin yanına/karşısına koymak için, konvansiyonel siyasete çekmek için çabalayanların hazin halleri de ayrıca malum. Gezi Parkı ruhu bir kuş, bir uçak değil, bir Süpermen çıkarır mı onu da bekleyip görmek gerek. Bu ruh, üstüne ceket dikmek için ölçü alınan bedenden kıymetlidir, gerisi... Gerisi, kahrolsun bağzı şeyler işte... Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Fatih Çekirge – Hürriyet Öcalan ne demek istedi? Öcalan bölgedeki gelişmelerde Türkiyeli Kürtlerin inisiyatifini göstermeyi hedefliyor. Ne ilginç bir durum değil mi... Lokal bir sorun zannettiğiniz olay, artık bölgesel bir istikrar meselesi halini almıştır. Bu açıdan bakınca Türkiye eğer bir cazibe merkezi olacaksa. Bir an önce kendi içindeki barış sürecini sağlamalıdır. Tam demokrasiye geçmelidir. Seçim barajından, Siyasi Partiler Yasası’na kadar... Bu ülkenin birliği ve bölgenin istikrarı için barış ve demokrasinin gereğini yapmalıdır. Ve eğer Türkiye bu meseleyi siyaset üstü görüyorsa, Meclis’in tatili bırakıp bunun için çalışması gerekir. Kısa cevap: Öcalan Kürt bölgelerindeki gelişmeler açısından, Türkiye birliği adına “çalışabilirim” diyor. Siz buna karşı olabilirsiniz. Öfke de duyabilirsiniz. Başkası da uygun bulabilir. Öyleyse bırakalım siyaset özgürce bir yol bulsun. İster kızın, ister öfke duyun. Ama ne olur, 50 yıldır içine kapatıldığımız şu korku tünelinden çıkalım. Çünkü gerçekleri açıkça tartışmak, korku ve yalan içinde kör ve sağır kalmaktan iyidir.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mehmet Y. Yılmaz – Hürriyet Zeyid Aslan’ın aile fotoğrafı
Türkiye’nin önünde artık bir tek seçenek var: Ülkenin hızla demokratikleşmesi ve ayrılıkçı Kürt hareketinin bu demokratikleşme içinde marjinalize edilmesi. Bunun dışındaki her yolun yaratacağı sonuç Türkiye’yi artık uluslararası bir karakter de kazanan Kürt meselesinin içinde ateşe atmak olur. Türkiye’nin öncelikli sorunu artık Suriye’nin “toprak bütünlüğü” değil, kendi bütünlüğünü korumaktır. Milliyetçi öfke ve hamaset ile ayağa kalkmak değil, oturup sakince bu işin demokratik bir zeminde nasıl çözümleneceğini düşünmenin zamanıdır. Ama talihsizliğimiz şu ki Başbakan da, Dışişleri Bakanı da rasyonel davranma yeteneğini kaybetmiş gibi görünüyorlar. Şu andaki tabloyu özetleyecek bir tekerlememiz bile var: Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete! Yazının tamamını okumak için tıklayınız Ferhat Uludere – Taraf #diren Sazak Gezi Parkı’ndaki bir ağacın kesilmesine karşı çıkan Türkiye’nin renkli insanları ağaçlara sarılarak bir tarih yazdı: İktidarın biber gazına, tazyikli suyuna, plastik ve yer yer gerçek mermisine rağmen Gezi Parkı’nı rant uğruna satılmaktan kısa bir süre de olsa kurtardı. Şimdi üçüncü sınıf bir komedi filmindeymiş gibi soğuk espriler yapan İstanbul Valisi tarafından bir açılıyor bir kapanıyor ama Park tanıştıkları yerde evlenmek isteyen çiftlere nedense mekân olamıyor. Gezi Parkı mahkeme kararı ile halkın elinden alınıyor...
Sadece Gezi Parkı değil bambaşka yerlerde halkın elindekiler kimseye hissettirmeden alınıp sermaye sahiplerine veriliyor. Bunlardan birine yakın zamanda tanık olduk. İstanbul’dan uzak olduğu için Türkiye’den rahatlıkla gizlenen Sazak Koyu’na yaptığımız gezide öğrendik koyun Rixos Otelleri’ne kiralandığını... Kamuya ait bir araziyi devlet hangi hakla kiralayabilir ve oraya lüks otel yapılmasına izin verebilir. Bu meselenin yasal kısımlarını bilmiyorum ama bu hükümetin kanunları değiştirerek olmayacak şeyleri olur yaptığını hepimiz gibi biliyorum.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Yüksel Taşkın – Taraf Ortadoğu’da iki potansiyel: Demokrasi ve seküler devlet Suriye sınırımızda PYD’nin fiilen özerklik ilan etmesi ve Türkiye’nin PYD karşısında Selefi Nusra Cephesi’ni desteklediğine dair iddialar, mevcut hükümetin Ortadoğu politikasında nerelerde tıkandığının da somut işaretleri. Bu tıkanmalar elbette kaçınılmaz değil ama on yıllar içerisinde şekillenmiş zihniyet kalıplarının aşılmasını gerektiriyor: Türkiye Kürt sorununu demokrasi içerisinde çözer ve Ortadoğu’daki dinî gerilimlere seküler geleneğinden istifade ederek yaklaşırsa, sadece bize değil tüm bölgeye hayrı dokunur.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız Mehveş Evin – Milliyet Demokrasi adasıymış Çevre Bakanı, tepkiler üzerine “Yassıada’ya otel yapılmayacak” deyip şöyle açıklamalar yaptı: “Bir gece istenirse kalınacak yer yapılacak... Belki butik otel olacak.” Ne demekse?! Yassıada ‘hassas’ konu diye savunmaya geçiliyor, ama Sivriada’da ne yapılacağından bahseden yok! Köpeklerin ölüme terk edildiği bir kayalık adacık için, “Ne yapılsa mübahtır” deniyor herhalde. Oysa ‘yeni planlar’a göre Yassıada’nın yüzde 65’i , Sivriada’nın yüzde 40’ı imara açılacak. Bir de “İmara açmadık” deniyor, peki bunun açıklaması ne? “Yıllardır kaderine terk edilen iki ada, turizme açılsa fena mı olur?” diye itiraz edenler çıkacaktır. Cevap açık: Evet, çok fena olur! İstanbul’da Gezi Parkı’ndan tutun Haydarpaşa’ya, Yedikule bostanlarından tutun Garipçe Köyü’nün talanına onlarca kötü örnek dururken kim, nasıl hükümetin ‘müze’ projelerine inanabilir ki? Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mehmet Tezkan - Milliyet ‘Gezi ruhu’ şu nedenle kalıcı
Başbakan pazar akşamı dört bin davetliye yaptığı iftar konuşmasında şöyle dedi: “Bu ülkenin sahibi benim ben ne dersem o olacak anlayışını kabul etmek mümkün değildir. Bu baskıdır, hatta zulümdür. Bu ülkenin sahibi biziz, hepimiz bu ülkenin sahibiyiz, biz birlikte Türkiyeyiz anlayışı demokratik bir anlayıştır, özgürlükçü bir anlayıştır. İnsani değerlerle, bu toprakların asil değerleriyle örtüşen bir anlayıştır.” Gezi Parkı eylemcileri biber gazı bombalarının sis dumanları arasında aynı şeyleri söylüyordu.. “Biz de bu ülkenin sahibiyiz.. Bizim de fikrimizi sorun.. Bizi de kaale alın, değer verin, iktidar gücünüz var diye bizi yok saymayın.. İktidar olmak ülkenin sahibi olmak demek değildir.. İktidar olmak ben ne dersem o olacak demek değildir” diyorlardı.. Hadi hayırlısı!..
Yazının tamamını okumak için tıklayınız Şahin Alpay – Zaman Kürtlerle beraber ya da Kürtlere karşı Türkiye, bütünlüğünü yasak, baskı ve zorla değil, ancak özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyi yerleştirerek, bütün Kürtlerin saygı ve güvenini kazanarak koruyabilir. Irak Kürtleriyle uzlaşma ve yakınlaşma, “komşularla sıfır problem” politikasının muhakkak ki, en başarılı sonucudur. Arap Uyanışı, sahne aldığı bütün ülkelerin “düzeni”ni altüst etti. En büyük altüst oluş da kuşkusuz Suriye’de yaşanmakta. Bunun kaçınılmaz bir sonucu, onyıllardır ağır baskı altında tutulan Suriye Kürtleri arasında milliyetçiliğin yükselişi. Şimdi Ankara’nın kapısına dayanan soru şu: Suriye politikası Kürtlerle beraber mi, yoksa Kürtlere karşı mı? Bu sorunun cevabı özgürlük ve demokrasi yanlıları açısından çok açık: Elbette ki Suriye Kürtlerinin husumetini değil, dostluğunu kazanmalıyız.
Muhakkak ki, içerideki ve dışarıdaki Kürt milliyetçilerinin Türkiye’nin barış ve huzuruna tehdit oluşturmaktan kaçınmaları da, hakları ve barışı güven altına almanın vazgeçilmez bir şartıdır. Suriye Kürtleri üzerinde nüfuzunu artırdığı anlaşılan PYD’nin başkanı Salih Müslim’in söyledikleri oldukça net: “Biz Türkiye ile dost olmak istiyoruz. Birlikte barış içinde yaşamak istiyoruz... Demokratik özerklik Suriye’nin tüm unsurları bunu kabul ederse geçerli olur, yoksa herhangi bir dayatma içinde değiliz...” Yazının tamamını okumak için tıklayınız
İhsan Dağı - Zaman Dünyada dostunuz yoksa demokrasi de zor
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Murat Çelik – Vatan İmralı’da akreditasyon olacak mı? “İmralı’da bir basın buluşmasıyla kamuoyunu doğrudan bilgilendirme imkânım olursa, sürecin sağlıklı ilerlemesi hususunda ciddi katkılarım olabilir” demiş Öcalan, BDP heyeti ile yaptığı son görüşmede. Soralım... 1. İmralı’da bir basın toplantısı yapıp kamuoyunu ‘doğrudan’ bilgilendirme imkânı olmazsa, sürecin sağlıklı ilerlemesine ciddi katkı sağla(ya)mayacak mı? 2. Kamuoyunu ‘doğrudan’ bilgilendirme talebi, sürecin başından beri uygulanan ‘dolaylı’ yani BDP’liler vasıtasıyla mesaj verme yönteminin başarısız veya yetersiz olduğu anlamına mı geliyor? 3. Bir önceki sorunun yanıtı “Evet” ise bu, bugüne kadar adada görüştüğü BDP’liler mesajlarını yanlış ya da eksik ilettiler demek mi oluyor? 4. Basın toplantısı isteğinde bir pazarlık payı var mı? Muhtemel “Hayır” cevabı üzerine, bu talep, “O zaman burada TRT ya da Anadolu Ajansı kamerasına bir (hatta iki) açıklama yapayım. Biri örgüt üyelerine, biri de Türkiye kamuoyuna hitap edecek olan bu bant kayıtları yayınlansın” şeklinde revize edilebilir mi? 5. Bir formül bulunur da, görüntüsü ve sesi ile kamuoyunun karşısına çıkarsa, bir süre sonra; önce İmralı’da ‘haftalık olağan basın toplantısı’ yapmak, ardından da her perşembe günü Ankara’da Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı arasında yapılan görüşmelere dâhil olmak da ister mi? Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Asaf Savaş Akat – Vatan Krugman’dan esinlenen yazı Bugün Para Politikası Kurulu toplanıyor. Başkan Başçı daha önce fonlama faizi artışına yeşil ışık yaktı. Ne kadar? Piyasa güçlü artış arzuluyor. Sözcüleri “yoksa döviz fırlar” diye abanın altından sopa gösteriyor. Ya ekonomi yönetimi? Tutarsız ve kararsız tavır hemen hissediliyor. Başbakan Erdoğan hayali düşmanlarla gölge boksu yapıyor. Başbakan Yardımcısı Babacan “ne şiş yansın ne kebap” misali orta yol arıyor. Geriye haklı bir soru kalıyor. Ben ne diyorum? Başçı söz verdiğine göre fonlama faizinde artış gerekiyor. Ancak sembolik düzeyde, örneğin yarım puanda tutulmalıdır. Üstü tek kelime ile yanlıştır. 2012 başındaki hatanın tekrarlanmasıdır. Benden söylemesi... Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ali Bayramoğlu – Yeni Şafak Hanefi Avcı ‘meselesi’nin ‘derin’ anlamı
Bir taraf, siyasi iktidar durmaksızın tasfiye ediyor, emniyette, istihbaratta kaybettiği ipi tutmaya çalışıyor. Öte taraf iktidara, özellikle Tayyip Erdoğan'a yönelik (Barış süreci, Gezi olayları dahil) her itiraz ve muhalefeti, her fırsatı her noktada, haberlerde, köşelerde, beyanatlarda, kendi hesabına işlevsel hale getirmeye çalışıyor.
Ve telaffuzu bile tabu olan, öfke, tehdit, yaptırımla karşılaşan, buna karşın dikkate alınmazsa her tür siyasi değerlendirmenin eksik kalacağı bu kavga, sistem, siyaset açısından derindeki asli unsurlardan birisi olmayı sürdürüyor.
Bilin ki, Avcı davası, MİT Müsteşarı konusunda akim kalmış bir güç gösterisi ihtiyacının kaçınılmaz sonucudur.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Abdülkadir Selvi – Yeni Şafak Geri çekilme hızlanacak mı? Öcalan'ın müdahalesinden ve hafta sonu BDP heyeti ile yaptığı görüşmede verdiği mesajlardan sonra geri çekilme sürecinin hızlanması beklenmeli.
Çözüm süreci demek zor bir süreç.
Sadece Türkiye içinde değil, bölgede birçok dengeyi alt edecek bir süreç.
Çözüm yolu demek zor bir yol.
Bu tür süreçlerde yapıcı yorumlar yapmak zor. En kolay olanı korkuları, kaygıları ve olumsuzlukları ön plana çıkarmak.
Hele bu coğrafya Ortadoğu'ysa hele bu sorun Kürt sorunuysa, bir yatır bin beş yüz kazan. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Özlem Albayrak – Yeni Şafak Suriye’de bir Kürt devleti mi? PYD'nin Suriye'nin kuzeyindeki Resulayn'da yönetimi ele geçirmesi ve 'özerklik' telaffuzlarının sırayı alması, pek çok endişeyi de beraberinde getirdi. Zaten pek çok badire atlatarak bu aşamaya gelen barış sürecinin durumdan nasıl etkileneceği; PYD'nin gücüyle özgüveni kabarabilecek PKK'nın el yükseltip daha maksimalist taleplerde bulunup bulunmayacağı; sınırının tam altındaki bu yeni oluşumla güneyi neredeyse tamamen Kürt özerk bölgeleriyle donatılmış hale gelen Türkiye'nin 'güvenlik' refleksinin ortaya çıkıp çıkmayacağı, bu refleks ortaya çıkarsa barış sürecinin inkıtaya uğrayıp uğramayacağı ve hepsinden önemlisi Türkiye kamuoyunu 'önce demokrasi' temasıyla yönlendirmeye çalışan barış karşıtlarının kamuoyunda henüz sönümlenmiş 'Kürt fobisini' yeniden ateşlemeye çalışıp çalışmayacağı… Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Murat Yetkin – Radikal Kürtler birleşiyor, dengeler değişiyor Kürt sorunu giderek daha çok uluslararası nitelik kazanıyor, PKK da hem Türkiye’de hem de bölgede giderek zemin kazanıyor. Öcalan ve Kandil Ankara’yla kötü polis-daha kötü polis oynamaya çalıştıkça Erdoğan’ın işi daha da zorlaşıyor. Kürtler nihai hedeflerini saklamıyor: Kürtlerin bağımsızlığı davası. Toprak bütünlüğü olmazsa, Schengen anlaşması türünden geçirgen sınırlar modeli, bugün olmazsa yarın. Nihai adım böyleyken sıradaki adım ne olacak? İşte o, Erbil konferansında konuşulacak. Yakın zamana dek Kürtler ayrı telden çalarken Türkiye, İran, Irak, Suriye onlara karşı birleşiyordu. Şimdi dört hükümet ayrı telden çalıyor, Kürtler birleşiyor. Belki de bölge tarihinde ilk kez görülen bu durum, işin içine petrol ve gaz da girdiği düşünülürse, bölgedeki siyasi dengeleri değiştirebilir. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Ali Topuz – Radikal Barış süreci, savaş süreci 21 Mart’ta Öcalan’ın mektubunun kitlelere okunmasını irade eden siyasal güç, girdiği yolun doğru yol olduğuna inanmıyor olamayacağına göre, sürecin bu gerektirdiği güvenin bu en önemli halkasını özenle korumak zorundadır. Yani Öcalan’la Öcalan’a bağlı oluşumlar ve kitlesi arasında. O gün asıl görünür olan şey, sürecin en kritik boyutunun Öcalan’ın sözünün devamlılığını sağlamak oluşuydu.
Şu anda, birinci aşamanın bitip bitmediği, ikincinin ne zaman başlayacağı, üçüncünün ne olacağı etrafında dönen tartışmalar, 21 Mart’ta görünür olan bir gerekliliğin, o gerekliliğe uymayan keyfilikle sürmesinden kaynaklanıyor. Öcalan’ın talebi üzerine dağdakilerin çekilişi sürerken, sürece eşlik etmesi gereken hukuki düzenlemelerin ve hedeflenen barışı kurup kollayacak olan hukukun oluşturulması çabalarının gecikmesi, propaganda edilenin aksine, sürecin önündeki ya da içindeki en önemli ve eksikliktir. Buna eşlik eden bazı hükümet uygulamaları da hukuksuzluğun yanında ikinci bir tehdit alanı olarak yükseliyor. Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ahmet Tan - Cumhuriyet Kanun dairesinde Gazeteciler Bayramı
Yarın bizim bayram.
Özgürlük - Bayram - Gazetecilik...
“Üç benzemez!” mi demek gerek, yoksa “Üçün biri...” deyip noktalayıp geçmek mi gerek karar vermek zor. Türkiye Gazeteciler Sendikası “Özgür Gazeteciler Kongresi”ni topluyor. Adli tatil başladığı halde, toplantı yeri Silivri Duruşma Salonu değil maalesef. Herhalde, Başkan Ercan İpekçi başka bir tiyatro salonu seçecektir. Kongrede elbette, gazeteciliğimizin hali, geçmişi, geleceği konuşulacak. Yabancı meslek kuruluş temsilcilikleri de olacakmış. Lafı bu sıcakta uzatmak yerine elbette birisi çıkıp “akil meslektaşlarımızdan”Hasan Karakaya’nın dün aktardığı fırkayı anlatmalıdır: “Öteki dünyada dünyanın ahvilini soranlara, ‘Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu’ dersen onlar anlar!” “Dünyanın ahvali” sorusunun yanıtı aslında, “Türkiye’de medyanın özetidir!”,gazeteci Yiğit Bulut’un “Başbakan’ın Medya Başdanışmanı” olmasıdır... Balbay’ın, Tuncay Özkan’ın, Haberal’ın, Doğu Perinçek’in, Yalçın Küçük’ün kalemleri, kelamları yüzünden zindanlarda tutulmasıdır.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Serdar Kızık – Cumhuriyet Sonunda insan kazanır!
Bir haklılık bulma gayreti, anlama çabası bekleniyorsa yine de... Ama yok, onca masum ölümler var sahnede, anaların kahırları, babaların sessiz gözyaşları. Sokak aralarında gaz var, cop, asitli su, çeteler, siviller... Parkları insanlara yasaklanan bir ülke... 19 yaşında döve döve öldürülen çocuğuna, morgda son kez sarılan babanın fotoğrafını gördünüz mü, ne söylenir insanlığa? Ne kadar çok “utanç fotoğrafları” ortalık. Sınır topraklarında tekbir sesleriyle kesilen kafalar... Diz çöktürüp enseden kurşunlamalar... Çatıdan atmalar... Düşmanını öldürüp, ciğerini yiyenlerin vahşeti... Neyin uğruna, kimin çıkarına? Şimdi, savaşlarda öldürülen çocukların soğuk bedenleri. Irzına geçilen kadınların çaresizliği. Sığınma kamplarında çalınan hayatlar... Ne uğruna, kimin çıkarına?.. Yeter, “demokrasi ve özgürlük” demeyin artık, Irak’ta, benzer coğrafyalarda bedelini gördük, kandıramazsınız. Ama her yol biter bir gün, geride acılar, hesaplar ve dersler kalır... Sonunda insan kazanır...