Oya Baydar '80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri'ni anlattı: Demokrasiye koşulsuz inanan bir insanım; 'yetmez ama evet' dedim, fakat dersimi aldım

Oya Baydar '80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri'ni anlattı: Demokrasiye koşulsuz inanan bir insanım; 'yetmez ama evet' dedim, fakat dersimi aldım

Yazar Oya Baydar yeni çıkan'80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri'  kitabını anlattı. 60'lardan bugüne siyasi mücadele içinde bir hayat süren Baydar,  kitapta da yer verdiği 'yetmez ama evet' tartışmasıyla ilgili "Demokrasiye koşulsuz inanan bir insanım; 'yetmez ama evet' dedim, fakat dersimi aldım" diye konuştu. 

Siyasi mücadelesini, umutlarını, beklentilerini, korkularını, geç kalmışlık duygusunu anlattığı kitabı'80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri'  Murat Sabuncu'ya yorumlayan edebiyatın önemli kalemlerinden Oya Baydar, 2010 Anayasa Referandumu dönemi ve sonrasında çok tartışılan ve kitabına da taşıdığı  'yetmez ama evet' tartışmalarına da değindi.

"Siyasete vicdani açıdan baktığınız zaman biraz sazan oluyorsunuz. Yani ben büyük bir iyi niyetle başına sonuna bakmadan, çok fazla düşünmeden, kim yapıyor düşünmeden, niyet okumayalım mantığına çok bağlı kaldım" diyen Baydar, "'Yetmez ama evet' meselesinde de, önüme gelen yasaların hepsi 82 Anayasası'nın çok ilerisindeydi. Ben özgürlüklere ve demokrasiye yol açabilecek bir anayasa değişikliğinden kesinlikle yanaydım. Evet dedim, birçok arkadaşım da dedi. Demokrasiye çok inanmak ama biraz koşulsuz inanmak... Biraz da sazanlık vardı işin içinde. Ama şimdi dersimi aldım. Geç oldu, aldım" diye konuştu. 

Bu tartışmadan dolayı hakaretlere maruz kaldığını ifade eden Baydar, "Bu yüzden yediğim hakaretler, gerçek bir haysiyet cellatlığı... Orada yazdım zaten. Mesela 80 yaşımı bitirdiğimde T24 çok güzel bir yayın yapmıştı. Arkasından "'yetmez ama evetçi' kadının dediği hiçbir şeye inanılmaz, pastanı yiyemedik helvanı yeriz inşallah" diye mailler geliyordu, tırnak içinde söyleyeyim kendilerini solda görenlerden" dedi.  

 

"Hayatıma anlam kazandırmak ve mutlu olmak için yaptım her şeyi"

Yazar Oya Baydar sözlerini şöyle sürdürdü: 

"Benim kuşağım Türkiye ile ilgili pek çok şeyi sonradan öğrendi. Kürt meselesini yüreğimde kavramak için çok geç kaldım. Bu biraz yaşlanmakla ilgili. 80 yaşına geldiğinizde dağ gibi yapılacak şey önünüze yığılır ve size geç kalmışlık duygusu verir. Hepimiz hayatımıza bir anlam vermek isteriz. İnsan bunu hisseder ama kabullenmeyen bir yaratık. Hayatın anlamı sorusuna insan kendisi yapıp ettikleriyle cevap verir. Kimisi hayatın anlamını zengin olmakta bulur, kimi dini inançta bulur, ben ve benim gibiler de hayatımızı daha iyi dünya, özgür ve eşit bir ütopya uğruna mücadele ettik hayatımıza anlam kazandırmak için. Aslında her şeyi kendimiz için yapmış oluyoruz. Ne yaptıysam kendim için yaptım diyorum. Hayatıma anlam kazandırmak ve mutlu olmak için." 

"İşkencede insan fiziksel acı duyuyor, korku duymuyor"

"Herhalde bir karakter tarafı var, büyük üzüntüler ve acılar o an beni dondurur, hepsini daha sonra çekerim. Bir şeyden korkunca, o an sadece yaşarsınız, daha sonradan çok korkarsınız. İşkenceden çok korkardım. Ama işin içindeyken sadece fiziksel acı duyarsınız. İnsan yaşarken yalnız o anı yaşıyor. Korku gibi, kuşku gibi duygularını yaşamıyor." 

"İnsanlığın en büyük ütopyasının peşinde koştuk, araçlarımız kötüydü"

"İnsanlığın en büyük ütopyasının peşinde koştuk. Aslında dinler de ütopyanın peşinde koşar. Ütopyaya varmak için bir sürü şeye katlanmak zorunda kaldık. Ama kötü araçlarla gittiğimizi düşünüyorum ben. İyi bir amaca kötü araçlarla varılamaz. Sosyalizmin, komünizmin amacı eşitlikçi toplum ise, zordur ama oraya yeni eşitsizlikler yaratarak, özgürlükler kısıtlanarak, halkın yerine partiyi koyarak varılamaz. O zaman bu kötü bir araç haline geliyor. Araçlarımızı amacımıza uygun seçseydik belki ütopyamıza daha yakın olurduk. Başarılabilir miydi? Orada ben cevap veremiyorum. İktidar olmadan yeni bir şey kuramıyorsunuz. Bildiğiniz iktidar yöntemleriyle... Fakat her iktidar odağında mutlaka iyi amaçlar ortadan kalkıyor ve tahakküm başlıyor, insanların ezilmesi başlıyor."

Acı çektirenlere karşı taviz vermeden durmak için...

"Diri kalma, kendini diri tutabilme çok önemli. Hem kendi kimliğini korumak açısından önemlidir. Hem de insanlara acı çektirenlere karşı 'taviz vermeden duruyorum' demek için de çok önemlidir. Benim kuşağımda, bizim tarafta da 'bacı' kavramı vardı. Ve bu mantık tabii çok bağnazdır. Şimdi bana kızacaklar ama ben bunu ulusalcı denen kesimde de görüyorum. 92'de bir kızlık muayenesi yapılmak istendi bir genç kızımıza ve bir kadın hekime çıktı. Ve kendini konumlandırdığı yer soldu."

"Taraf Gazetesi'nin o dönem siyaseti yanlıştı"

"Benim bir özelliğim kendimi acımasızca eleştirmek. O dönemde Taraf Gazetesi'nin siyaseti yanlıştı. Ama ben bu yanlışı bir süre sonra hissettim ve gazete ile bağımızı kopardık. Ben bir Batı kültürüyleydim ama hiçbir zaman öteki tarafa Doğu kültürüne ayak atamadım. Bütün bilgilerim sıradandı. Ama sanıyorum daha iyi bir noktadayız. Çünkü insanlar sıkıştıkça birbirlerine biraz daha yaklaşabiliyorlar. Umutluyum. Ama azınlıkta kalmış duygusu oluyor gerçekten. Bana mesela sağdan geldiği kadar soldan da kötü tepkiler gelebiliyor."

"Her şeyi samimiyetine dokunmadan yazdım"

"Aydın Engin, bütün bu zor günleri birlikte geçirdik. Ada'da aynı yerde aynı evde. Mesela ikinci baskıda düzelt bunları diyor: Ben pazara gidemeyince en pahalı şeyleri alıyor demişim. Her şeyi samimiyetine dokunmadan yazdım. Sadece samimi, içten, hiçbir şey saklamayınca önemi var. Biraz ses getirmeye başladıysa bu samimiyeti yüzünden."

"Şimdiden ses ve görsel yazının önüne geçti"

"Taş Devri ile Sanayi Devrimi arasındaki fark neyse, dundan sonra kurulacak dünya ile şimdiki dünyamız öyle olacak. 500 yıl sonra insanın evriminde belki değişimler olacak. İşte öyle bir gelecek bizim için kötü ama o zamanın insanları ona göre yaşayacaklar. Ona göre değerler üretecekler. Şimdiden ses ve görsel yazının önüne geçti. Bu edebiyatı başka bir yere götürecektir. Umut bittiği zaman her şey bitiyor.