ABD’de Joe Biden yönetiminin göreve başlamasının üzerinden iki aydan uzun süre geçti. 79 yaşındaki Başkan 20 Ocak’ta İncil’e elini koyup yeminini ettiği anda zaten birçok konuda bölünmüş, bazı yönlerden derin bir açmaza girmiş bir ikili ilişki teslim aldı. Türkiye ile ABD’nin, aynı tarafta yer aldıkları Suriye İç Savaşı’nda yaşanan fikir ayrılıklarından S-400 krizine Trump döneminde ilişkilerin önemli başlıkları çözülmemiş, iktidarın son günlerinde dönemin Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Türkiye’ye yönelik yaptırım kararı almıştı.
Birçok uzmanın da tahmin ettiği gibi Biden yönetimi ilk günlerinden itibaren Ankara’ya yönelik sert bir tutum izledi, Dışişleri imzalı açıklamalar peş peşe geldi. Biden döneminin ilk iki ayının bize verdiği bazı mesajları Türkiye-ABD ilişkileri çerçevesinden değerlendirelim.
Biden’ın göreve seçilmesinden bu yana kendisi ve çevresindeki birçok isim dünyada demokrasi ve insan haklarına uyulmasına büyük önem vereceklerini vurguladı.
ABD’nin Türkiye hakkında yaptığı açıklamaların bazıları da bu doğrultuda oldu. Bakanlık, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun LGBTİ’lere karşı nefret söylemlerini kınadı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından alınan karar doğrultusunda iş insanı ve Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala'nın "derhal serbest bırakılması için" çağrıda bulundu, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi ve HDP’nin kapatılması için başlatılan süreçleri eleştirdi.
Ayrıca bu hafta Türkiye ve ABD Dışişleri bakanları yüz yüze görüştükten sonra Antony Blinken yaptığı Twitter paylaşımında “Demokrasi ve insan haklarının önemini vurguladım” ifadesini kullandı.
Ankara ise bu eleştirilere genel olarak “Türkiye’nin içişlerine karışılmaması gerektiği” ve “süreçlerin kanuna uygun bir şekilde” işlediğini belirten cevaplar verdi.
Burada Türkiye’nin TBMM kararıyla girdiği ancak Cumhurbaşkanı kararıyla çıktığı İstanbul Sözleşmesi için de ayrı bir parantez açmak gerekebilir. Peş peşe yapılan açıklamalar, ABD’nin Türkiye’nin bu sözleşmedeki imzasını ne kadar ciddiye aldığını gösteriyor.
ABD Başkanı Biden, karar Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra bizzat şu açıklamayı yaptı:
"Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nden aniden ve temelsiz yere çekilme kararı derin bir hayal kırıklığı yaratıyor. Dünya çapında, bu sözleşmeyi ilk imzalayan ülke olarak Türkiye'deki kadın cinayetlerindeki artış da dahil, ev içi şiddet vakalarında artışa tanıklık ediyoruz. Ülkelerin, kadınlara karşı şiddete son vermeye bağlılıklarını güçlendirmeleri ve yenilemeleri gerekir, kadınları korumayı ve saldırganlardan hesap sormayı amaçlayan uluslararası sözleşmelerden çekilmeleri değil. Bu, küresel çapta kadına karşı şiddete son vermeyi amaçlayan uluslararası hareket için cesaret kırıcı bir geri adım.”
Konuyla ilgili olarak bizzat Dışişleri Bakanı Blinken ve Dışişleri Bakanlığı’ndan da bir açıklama yapıldı. Blinken ayrıca konuyu Çavuşoğlu ile görüşmesinde gündeme de getirdiğini bildirdi.
Şu ana kadar ABD’nin yaptığı açıklamalar göz önünde bulundurulunca, Washington’un Türkiye dosyasında bir numaralı gündemin S-400’ler olduğunu görebiliriz.
Öncelikle NATO’nun ilk olarak Sovyetler Birliği’ne karşı kurulduğunu, şu anda da birinci tehdit olarak Rusya’yı gördüğünü hatırlamak gerekir. Bu ittifakın hem mali hem de askeri demirbaşı olan ABD’nin Türkiye’ye S-400 açısından giderek daha az alan bıraktığını görebiliyoruz.
Biden yönetimi şu ana kadar Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla S-400’lerin elden çıkarılmasını talep etti. Ancak en sert kelimelendirme diplomatik açıdan Joe Biden’ın Türkiye’deki temsilcisi kabul edilebilecek Büyükelçi David Satterfield’dan geldi. Satterfield, özetle bu konunun tartışmaya kapalı olduğunu ve krizin çözülmesi için tek yolun Türkiye’nin S-400’leri elden çıkarması olacağını vurguladı. Böylece ABD’nin dolaylı yoldan Ankara’nın “Girit Modeli”ni tartan açıklamalarına olumsuz cevap verdiğini söyleyebiliriz.
Satterfield’ın T24’ü temsilen katıldığım bu daveti aslında Biden yönetiminin Ankara’ya bakışının en derli toplu şekilde anlatıldığı yerdi diyebilirim. Satterfield, ülkesinde ocak ayında kabul edilen Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası’na (NDAA) dikkat çekerek ABD yönetiminin artık bu konuda Kongre’ye karşı yeni yükümlülükleri olduğunu hatırlattı. Satterfield’in işaret ettiği yasadaki düzenlemeler arasında, S-400’leri envanterinde bulundurduğu sürece Türkiye’ye yaptırım uygulanması da yer alıyor.
Satterfield, ayrıca açık bir şekilde Türkiye’nin Rusya’yla askeri alanda yapacağı başka bir ticaret anlaşmasının da ağır sonuçları olacağını aynı konuşmada vurguladı.
Geçen sene AB liderler zirvesinde alınan Türkiye kararında, AB’nin Türkiye ve Doğu Akdeniz konusunda ABD ile daha koordineli çalışacağının belirtilmesi dikkat çekmişti.
AB’nin yasama organı Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor, T24’ün bu konuyla ilgili sorusuna, “Son zamanlarda Başkan Trump sebebiyle ABD ile bazı zorluklar yaşadığımızı biliyorsunuz. Yeni iktidarın masaya getirebileceklerinden çok umutluyuz. Son dönemlerde terk ettikleri çoğu uluslararası duruş konusunda ABD ile iş birliği yapmak istiyoruz. Bu nedenle sadece Türkiye değil; belki Çin, hatta Rusya konusunda ABD ile iş birliği yapabiliriz” diyerek bu tutumun Ankara’ya özel olmadığını ifade etmeye çalışmıştı. Amor, bu koordinasyonun Biden yönetiminin göreve gelmesine bağlı olduğunu da açıkça belirtmişti.
Biden yönetminin dış politikadaki vurgularından biri de “transatlantik ilişkiler” oldu. Trump döneminin ikili ilişkilere verdiği hasarı toparlamayı hedefleyen Blinken liderliğindeki Dışişleri Bakanlığı, henüz Biden göreve başlamadan AB ile yakın ilişkiler kuracağının sinyallerini verdi.
Satterfield da bu ruha uygun biçimde geçen haftaki açıklamalarının önemli bir bölümünü AB-Türkiye ilişkilerine ayırdı. Büyükelçi AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerin önemini sıkça vurguladı.
Öte yandan geçen hafta Reuters’a açıklamalarda bulunan Avrupalı ve ABD'li diplomatlar, ABD Başkanı Joe Biden'ın "Ankara taviz vermeye açık göründüğü için" Brüksel'e Türkiye'ye yaptırım uygulamama çağrısı yaptığını ifade ettiler. Biden’ın yaptırım kararıyla ilgili resmi bir açıklaması hâlâ bulunmuyor.
Reuters’a konuşan diplomatlar Biden’ın Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki gerilimi düşürmeye yönelik hamlelerinden memnun olduğuna dair ifadeleri doğrulayan bazı açıklamalar yaptılar.
Satterfield da; Çavuşoğlu ile görüşmesinden sonra Blinken da Doğu Akdeniz konusunda Yunanistan ve Türkiye arasındaki istikşafi ve Dışişleri seviyesindeki görüşmelerden memnun olduklarını dile getirdi.
Basında ve televizyonlardaki tartışma programlarında Biden ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hâlâ görüşmemiş olması sık sık gündeme geliyor.
Bunu devlet başkanları seviyesinde Biden’ın Türkiye ile kuracağı ilişkinin Trump’ınkinden ne yönde farklı olacağına dair bir sinyal olarak değerlendirebiliriz.
Trump ve Erdoğan’ın sık sık telefonda görüşmesi ve ikili ilişkilerdeki sorunları birbirleriyle tartışmaları alışılmış bir durum haline gelmişti. Biden döneminde ise kurumlar arası iletişime dönüş bekleyebiliriz. Yani diplomatik konularda Dışişleri bakanlıklarının, askeri konularda ise Pentagon ile Millî Savunma Bakanlığı’nın konuları masaya yatıracağı öngörülebilir.
Bob Woodward ile birlikte Watergate Skandalı'nı ortaya çıkararak Nixon yönetiminin çökmesine yol açan gazetecilerden Carl Bernstein’in geçen yaz CNN’de yayımlanan haberine göre Trump'ın en çok telefon görüşmesi yaptığı lider "açık ara farkla" Erdoğan’dı. Kaynaklar Erdoğan'ın bazı durumlarda Beyaz Saray'ı haftada iki kez aradığı ve Trump'ın özel emriyle direkt olarak Oval Ofise'e bağlandığını söyledi. Biden ile Erdoğan arasında bu tarz bir ilişki kurulması ise ilk sinyallere göre zor görünüyor.
Öte yandan görev süresinde 30’a yakın ülke gezen Trump’ın 28 yıldır görev yapan ABD başkanları içerisinde Türkiye’yi ziyaret etmeyen tek başkan olduğuna dikkat çekmekte de fayda var.
Ankara, Biden ile Erdoğan’ın henüz görüşmemiş olmasını önemsemez görünen açıklamalarda bulundu. Hatta Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, muhalefetin temas olmamasına ilişkin eleştirilerini "eski dönemlerin aşağılık komplekslerine" benzetti.
Bu arada Beyaz Saray, Mart başında Erdoğan ve Biden’ın "bir noktada" telefon görüşmesi yapacağını söyledi.
Geçen hafta “Merkez Bankası’nın kesintisiz olarak bağımsız olduğunu göstermesi gerekecek” diyen Büyükelçi Satterfield, kararların şeffaf bir şekilde alınmasının önemini vurguladı: “Eğer öngörülebilir, şeffaf ve güvenilir bir şekilde işlemesine izin verilirse Türkiye ekonomisinin hâlâ çok güçlü olduğuna inanıyoruz. Alternatifi ise yatırımcılar için çekici olmaz.”
Satterfield’ın bu açıklamalarını takip eden sabah yayımlanan Resmi Gazete’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ı, yaklaşık dört ay önce getirdiği görevden aldığı yazıyordu.
Joe Biden’ın ABD içindeki gündemi çok yoğun. Biden ülkesinin ağır geçirdiği Koronavirüs salgı, pandeminin ekonomiye etkileri, aşılanma kampanyası, silah yasaları, görevlendirmeler gibi konulara zamanının çoğunu ayırdığı biliniyor.
Öte yandan Biden yönetiminin Suriye ve Libya gibi gündemlerdeki tutumunun belirginleşerek oturması bu bölgelerde aktif olan Türkiye için de önemli olacak. Bu bölgede Türkiye için en önemli gündemlerden biri YPG’nin Washington tarafından bir terör örgütü olarak tanınması ve desteklenmemesi. Biden’ın bu yönde bir karar vereceği öngörülmüyor.
Satterfield ABD’deki yeni yönetimin Türkiye’yi bir stratejik müttefik, NATO partneri, bölgesi ve ötesinde önemli bir ülke olarak gördüğünü dile getirdi. Blinken da bu hafta Türkiye’nin NATO için önemini vurguladı.
Biden’ın henüz 2008’de Beyaz Saray’da Başkan Yardımcısı olarak görev almadan önceki siyasi hayatında da NATO’ya önem veren bir isim olduğu biliniyor. Trump gibi NATO’yu neredeyse bir “mali yük” gibi tanımlayan bir başkana kıyasla ittifakın Biden’ın önem sıralamasında çok daha yukarıda yer aldığı değerlendirmesinde bulabiliriz.
Bu sebeple, yeni dönemde Türkiye’nin “NATO’nun en doğudaki üyesi” kimliği Ankara-Washington ilişkilerinde daha sıklıkla öne çıkabilir.
ABD’nin, uzun süreli dış politika gündemlerinden olan Afganistan’da barış süreci ile ilgili önemli bir konferansın Türkiye’de düzenlenmesini istemesi de, Washington’un Türkiye’yi bölgesi için önemli bir ülke olarak gördüğüne dair bir işaret olarak nitelendirilebilir.