Hürriyet’ten Şükrü Küçükşahin, Yonca Tokbaş; Milliyet’ten Kadri Gürsel, Mehmet Tezkan; Radikal’den Murat Yetkin; Yeni Şafak’tan Ali Saydam, Rasim Özdenören; Zaman’dan Fikret Ertan; Star’dan Orhan Miroğlu; Vatan’dan Okay Gönensin, Güngör Mengi; Cumhuriyet’ten Utku Çakırözer; Taraf’tan Emrah Çelik, İlker Demir gündem hakkında yazdı.
İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:
Şükrü Küçükşahin – Hürriyet Düşman söyleminden hayır çıkmaz
Bakın işte, ‘düşman’ söylemi zemin kazanıyor. Bu söylemi ilk, 18 Haziran’da AKP grup toplantısında Başbakan Erdoğan’dan, “Dost-düşman açığa çıktı” diye duyduk. Erdoğan hafta sonu da işi, ‘Bazı vatandaşlar, sırf AK Parti gitsin diye ülkeyi işgal edecek düşmana çiçek verecek’ düzeyine çekti. Medyada hükümete destek veren kalemler de bir-iki gündür Gezi gösterisi üzerinden ‘AK Parti düşmanları’ ifadesi kullanmaya başladı. Bu bakış, sadece ‘76 milyonunun hizmetkârıyız’ iddiasının dibine dinamit koymakla kalmaz, ülkenin yönetimini de zora sokar. O nedenle Gezi gösterilerinin neden çıktığı gerçeği ve mesajını iyi görmeli. Nazlı Ilıcak dün köşesinde Orman Bakanı Veysel Eroğlu’na dayanarak, Şemsi Tebrizi’nin şu sözünü aktarıyordu: “Eğer hâlâ şikâyet ediyorsan, hakikati göremiyorsun demektir”. Gelinen nokta da aynen bu; umarım Eroğlu, o sözü Bakanlar Kurulu’nda da sık sık okur. Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Yonca Tokbaş - Hürriyet ‘Gezi eylemleri müebbetlik suç kapsamında’ Biliyor musunuz, en çok ne isterdim.. Bir Allah’ın günü de bir Ak Parti “yetkilisi” “üst düzeylisi” “insanı” çıksın ve bu ülkede tacizden, tecavüzden hayatı kararmış gitmiş, travmalardan bitmiş, tükenmiş, hayatı kaymış, kaybolmuş, harcanmış masum çocuklar ve insanlar yani; Orantısız şiddetin her türlüsüne maruz kalmış mağdur insanlar için DE “müebbet”ten bahsetsin. Gezi eylemlerini müebbetlik suç kapsamında görebilenlerin; tecavüzcü, tacizci, bebek yaşta çocuklarla ilişkiye giren ensestleri, işkenceci katilleri nasıl bi suç kapsamında görebiliyor olduklarını bilmek isterdim. Bu kadar. Tek bilmek istediğim bu. Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Kadri Gürsel – Milliyet Çukurdan çıkış yolları Politik aktivizmini dış politika, militan tepkiciliğini ahlaklı dış siyaset, hayallerini strateji, ideolojisini yeni paradigma, varsayımlarını tarihi gerçeklik, iktidarını da “tarihin sonu” sanan bir dış politika liderliğinin dört küsur yılda Türkiye’yi bölgede ve dünyada getirdiği nokta, ancak “çukurun içi” olarak tarif edilebilir. Türkiye Ortadoğu’nun yalnız adamıdır. Halihazırda bu Ankara’nın iki dostu kalmıştır. Doğu Akdeniz havzasında Hamas, Mezopotamya’da da Kürdistan Bölgesel Hükümeti. İkisi de “devlet olmayan aktör”dürler. Vaktiyle herkesle konuşabilmesiyle övünen Ankara için şimdiki haliyle bu civarlarda, karşılıklı güven zemininde ortak siyasi inisiyatifler geliştirebileceği bir muhatap devlet bulmak çok müşküldür.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mehmet Tezkan – Milliyet Protesto sendromu Kimileri paranoya diyor; eylem paranoyası.. Ben daha o düzeyde olduğunu düşünmüyorum.. Sonbahar sendromu seviyesindeyim.. Mesele şu.. İktidar telaşlı.. Lig maçları başlayacak, üniversiteler açılacak, gençler bu mekanlarda toplanacak.. Protestolar kaldığı yerden başlayacak.. Bu konuda hazırlık varmış!.. Başbakan Yardımcısı Arınç; protestoların başlayacağına dair hükümetin elinde istihbarat olduğunu açıkladı.. Bunun olacağını görmek için istihbarata gerek yok.. Herkesin ağzına koli bandı çekmediği sürece slogan atılacak.. Kaçınılmaz!. Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Murat Yetkin –Radikal Erdoğan, Kürtler, Suriye ve asker Türk kamuoyu kaçakçılık faaliyetinin olabildiğince az kişiyle, gizli kapaklı, tercihan gece yapıldığını biliyordu. Hatta 34 kişi savaş uçaklarıyla Uludere’de PKK’lı sanılarak vurulmuş, öldürülenlerin kaçakçı olduğu anlaşılmıştı. Ayrıca kamuoyu, Suriye sınırının diğer yanında PKK çizgisindeki PYD’nin öncülüğünde Kürtlerin özerkliğe doğru ilerlediğini de biliyordu. PYD Suriye’deki iç savaşta ne Şam ne Halep diyerek kendi işine bakıyor, dolayısıyla radikal İslamcı gruplarla da savaşıyordu. Oysa İslamcılardan El Nusra’nın El Kaide’ye katılmasıyla fevkalade hayal kırıklığına uğrayan hükümet için elde kalan direniş gücü Müslüman Kardeşler önemliydi. Ama Mısır’da askerin seçilmiş başkan Muhammed Mursi ve destekçisi Müslüman Kardeşler’i darbeyle yönetimden uzaklaştırmasıyla Suriye’deki Kardeşler’in Türkiye üzerinden alacağı destek daha da önem kazanmıştı. Hem Kürt özerkliği hem Suriye sınırı boyunca durumu görüşmek üzere PYD lideri Salih Müslim, işte bu yüzden davet edilerek MİT uçağıyla Türkiye’ye getirilmiş, Dışişleri ve diğer hükümet yetkilileriyle görüştürülmüştü. Erdoğan yine 30 Temmuz’da, 24 Temmuz’daki Ortadoğu güvenlik toplantısının devamı niteliğindeki bir toplantıyı yönetmiş, burada (İsrail-Filistin görüşmeleri ve Mısır’daki durum da dahil, ama ağırlıkla) Suriye ve Kürt meselesi görüşülmüştü. Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) Başbakanı Neçirvan Barzani’nin 31 Temmuz’da Ankara’da Başbakan Erdoğan ile görüşmesi de aynı çerçevede yapılmamış mıydı? Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ali Saydam – Yeni Şafak AB’nin Catherine Ashton’la imtihanı AB'nin bir temsilcisi aracılığıyla, 'ortalığı yatıştırmak' arzusunu ortaya koyarak kalkıştığı 'arabuluculuk' misyonu, hanımefendinin, sanki Neocon camianın ve darbeci Sisi'nin sözcüsü hissi veren duruşuyla algılamada ciddi ölçüde sıkıntılara neden olmuştur. Yanısıra, yine Ashton'ın Mısır'a bu ikinci ziyaretinde uluslararası diplomasi dili açısından hayli yersiz bir 'pazarlık' rüzgarı estirmesiyle de Batı'nın vermek istediği mesajların 'üslubunca' taşınamadığını ortaya koymuştur.
Nereden nereye? Bir zamanların 'ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı' (self determination) ve insan hakları gibi iki temel meselede açıklık talep eden ve bu konularda işbirliğini esirgemeyeceğini dünya aleme ilan eden Avrupa Birliği'nin, saygın entelektüelleri aracılığıyla gündeme getirdiği 'Yeni Avrupa Düzeni' teorileri hatırlandığında, bugün Batı adına sundukları her görüş, her aksiyon, varoluş nedenlerinin temeline aykırı bir zeminde yüründüğü duygusunu vermiyor mu? Yazının tamamını okumak için tıklayınız Rasim Özdenören – Yeni Şafak Ortadoğunun huzuru nereden geçer
Türkiye'nin güçlü bir ülke olmasını istemeyenlerin olduğu yolundaki tezi kabul etmemiz mümkündür.
Fakat acaba onun güçlenmesinden kim tedirgin olur?
Türkiye'nin güçlü bir ülke olması kimi rahatsız eder?
Soruyu ters yüz ederek de sorabiliriz: Türkiye'nin güçlenmesini kendisine tehdit sayacak olan ülke/ülkeler hangileri olabilir?
Türkiye'nin bir başına güçlü bir ülke olması zahiren kimseyi rahatsız etmemesi gerekir. Ancak bu güçlenmeden rahatsızlık duyanlar varsa, bunun nedeni söz konusu güçlenmeyi kendisi için tehdit sayan ülkelerin var bulunmasına bağlı olmalıdır.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Fikret Ertan – Zaman Filistin-İsrail ihtilafı: Çözüm bekleyen 4 temel konu
Dünyanın en zor, en çetin ve uzun süreli ihtilaflarından olan Filistin-İsrail ihtilafına müzakereler yoluyla çözüm bulmak için yıllardır büyük çaba sarf ediliyor. Ancak ne yazık ki bugüne kadar bu konuda ciddi bir yol alınmamış, müzakerelerde herhangi bir önemli sonuca ulaşılmamış bulunuluyor.
Bu müzakerelerde de arabulucu olarak başrolü tabii olarak Amerika oynuyor; zira İsrail, Amerika’dan başkasına güvenmezken Filistin tarafı da başka bir çare olmadığı için bunu kabul ediyor. Kısacası, ihtilafta herhangi bir yol alınacaksa bu ancak Amerika’nın oynayacağı rol ile mümkün görünüyor. Nitekim bu sebeple taraflar yine Amerika’nın arabulucu rolünü bir kere daha üstlenmesiyle 3 yıl önce kesilen müzakerelere yeniden başlama kararına varmış bulunuyorlar. Başkan Obama’nın Dışişleri Bakanı Kerry’yi birinci derecede sorumlu kıldığı müzakerelerin ön formatı ve şartları bugünlerde taraflarca ele alınıyor. Bunlar kabul edildiğinde ihtilafa son verecek nihai statü müzakereleri başlayacak ve süreç yaklaşık 9 ay kadar kapalı kapılar ardında devam edecek. Müzakerelerle ilgili bilgi sadece Kerry tarafından gerekli görülürse açıklanacak.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Orhan Miroğlu – Star Türkiye ve Kürtler Öcalan ve Hükümet’in başlattığı süreç, PYD ve lideriyle kurulan son derece önemli ve gerekli diyaloglar, hiçbir şeyin öyle tesadüflere bağlı olarak gelişmediğini ve bir bütün olarak Kürt halkının onu temsil iddiasında olan belli başlı partileri aracılığıyla yüzünü Türkiye’ye döndüğünü açıkça ortaya koymaktadır.
Kürtler ve Türkler dışında bu ilişkilerden başka hiç kimsenin memnun olduğunu söylemek bana göre imkansız.
Ne Arap devletlerini yönetenler, ne İranlılar ve ne de Batılı devletlerin bu yeni Türk-Kürt siyasi ilişkilerinden memnuniyet duyması için hiçbir sebep yoktur.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Okay Gönensin – Vatan Gezi hayaleti Tekrar deneyecekler mi? Bu soru kuşkuyla da soruluyor, ciddi siyasi beklentilerle de soruluyor. Gezi direnişindeki şartları iyi kullanarak dünyaya taşımayı başaranların sonbaharla birlikte harekete geçecekleri açıkça yazılıyor. Gezi direnişi dünyaya biber gazı ve polis şiddetiyle taşındı. Bunları hayatlarından çıkarmış olanlar için uzak ve karmaşık siyasi tahlillerin değil biber gazının önemli olması doğal bir hâl. İnsanlar imzalarını bunun için attı ve doğal, medeni, insani reflekslerle psikolojik savaşa katılmış oldular. Eylül’de Gezi hayaletini diriltme faaliyetinin altına Ergenekon ve Balyoz davaları da yerleşecek. Balyoz davasının temyiz aşaması tamamlanacak, Ergenekon’da karar çıkmış olacak... Gezi’nin siyasi dalgasını yönlendiren yapı, doğrudan Tayyip Erdoğan’ın hedef alınması taktiğinde başarılı olunduğuna inandığı için aynı noktadan yüklenecek. Bunu görmek için büyük istihbarat faaliyetine gerek yok, birkaç gazete, televizyon kanalı ve internet sitesinde her şey anlatılıyor. Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Güngör Mengi – Vatan Seçime yeni zihniyet Demokrasinin can damarı dürüst seçimdir. Sistemi bu hedefe adalet götürür.
Demokratikleşme paketi bekleyişine giren toplum, AKP’nin iktidar tekeline son verecek çare var mı; heyecanla bu sorunun cevabını arıyor. Araştırmacılar sorunlarından arınmış bir seçim sistemi için yıllarca çalıştılar. Ama ne fayda? Çünkü sandıktan başarı ile çıkan iktidarlar kendilerini sistemin yanlışlarına borçlu olduklarını hissediyorlar ve “vardır bir hikmeti” diye değiştirmek istemiyorlar. Elektrik mühendisi olan Semih Kalkanoğlu seçim konularına çok emek vermiş araştırmacılardan biridir. Son çalışmasına şu hükmü koyuyor: “Bugünkü koşullarda AKP iktidarını sandık yoluyla değiştirmek ihtimali yok!”
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Utku Çakırözer – Cumhuriyet AKP’nin değişen anayasa stratejisi
Anayasa Uzlaşma Komisyonu sürecinin kaderini AKP’nin ‘başkanlık’ isteğinde ısrarcı olup olmayacağı belirleyecek. Yukarıda altını çizdiğimiz geri adımı acaba ‘başkanlık’ önerileri konusunda da atabilecekler mi? Parti sözcüleri ve uzlaşma komisyonundaki üyelerinin tavrına bakılırsa henüz o noktada değiller. Ancak Başbakan ve kurmayları, anayasanın diğer bölümlerinde uzlaşma sağlanması halinde başkanlık sisteminden vazgeçebileceklerinin sinyalini birkaç kez kamuoyuna duyurmuşlardı. Başkent kulislerinde hâkim hava, söylemini hâlâ korusa da AKP’nin başkanlık sisteminden vazgeçtiği şeklinde. Bir ihtimal, uzlaşılan maddelerin Meclis’ten geçirilmesi sırasında ‘partili cumhurbaşkanı’ modeli konusunda diğer partilerin nabzının yoklanması olasılığından bahsediliyor. Ancak o noktada dahi diğer partilerin direnişini görürse ısrarcı olmayabilir. Tabii başta BDP olmak üzere diğer partilerden de başkanlık sistemi yerine böylesine sınırlı bir değişikliğe yeşil ışık gelebilir. Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Emrah Çelik – Taraf ‘Sekülerler ne istiyor’ AKP iktidarıyla birlikte muhafazakâr yeni bir elit sınıf ortaya çıkmaya ve çok önemli yerlerde söz sahibi olmaya başladı. Bu yeni elitin bazı söylem ve uygulamaları, Cumhuriyet’in başından beri devletle çatışma sorununu tecrübe etmemiş olan seküler kesimin rahatsız olmasına, hatta kendilerini tehdit altında hissetmelerine yol açtı.
Gezi protestoları, bir yönden de böyle bir rahatsızlığın dışavurumuydu aslında. Her ne kadar park ve AVM konusuyla başlamış olsa da, gerçekten de “Mesele Gezi Parkı değil” idi; Başbakan’ın söylem ve icraatlarından duyulan seküler rahatsızlıkların dile getirilmesi meselesiydi. İlk birkaç gün içinde çok sayıda dindarı da barındıran bir hareket olmasına rağmen daha sonra çeşitli nedenlerle dindarların çoğunun çekilmesiyle birlikte, çoğunlukla sekülerlerin birikmiş tepkilerinin ortaya çıkarıldığı bir protesto hareketine dönüştü. Yazının tamamını okumak için tıklayınız
İlker Demir – Taraf Başbakan Milli Görüş’e mi koşuyor? Başbakan son konuşmalarından birinde, Mısır’da darbeye karşı Adeviyye Meydanı’nda toplanan halkın şiddet eylemcisi olmadığını, barbarlığa, yağmacılığa müsaade etmediğini, eylemlerinin barışçı bir eylem olduğunu anlatıyor. Başbakan ne güzel söylüyor. Bir başbakan darbelere karşı barışçı bir eylemi destekliyor. Ne güzel. Nefesini ayarlamasını bilen Başbakan aynı nefesle cümlesini şöyle bitiriyor: “Bizim ülkemizde olanların hiçbirisi Adeviyye’de yoktu.” Söz adeta bir tokat gibi patlıyor duyanın suratına. Yani ‘Gezi eylemcisi gibi değillerdi, Mursi yanlıları daha iyi eylemcilerdi, benim eylemcilerimdi’ diyor. Yani ‘Geziciler şiddet yanlısı, barbar, yağmacıydı’ demek istiyor. Dinleyen insanın başına bir kazan kaynar su dökülmüş gibi oluyor. Başbakanı dinleyen insanın, ‘yukarıdan adalet yağsa, Başbakan’a bir damla dokunmaz herhalde’ diyesi, ‘daha görkemli bir gezi direnişi daha yapası’ geliyor. İsyan çığlık olup çın çın çınlıyor. Başbakan’ın değerlendirmesi en kara vicdanı bile paramparça ediyor. Yazının tamamını okumak için tıklayınız