Hürriyet’ten Taha Akyol, Sedat Ergin; Milliyet’ten Fuat Keyman, Sami Kohen; Radikal’den Murat Yetkin, Oral Çalışlar; Yeni Şafak’tan Yasin Aktay, Müfit Yüksel; Zaman’dan Abdülhamit Bilici, A. Turan Alkan; Vatan’dan Ruşen Çakır, Güngör Mengi; Taraf’tan Yüksel Taşkın, Sezin Öney, Star’dan Fehmi Koru, Cumhuriyet’ten Nilgün Cerrahoğlu gündem hakkında yazdı.
İşte o yazılardan hazırladığımız derleme: Taha Akyol – Hürriyet Çözüm süreci? Karayılan, Özgür Gündem’de yayınlanan açıklamasında, “yeniden yapılanma sürecine girdiklerini” söylüyor.
Bundan ne anlarsınız? Silah bırakma ve silahsız siyaset süreci yönünde bir yapılanma, değil mi? Öcalan da Diyarbakır mitinginde okunan bildirisinde “Silahlı mücadele devri bitti” dememiş miydi?
Fakat Karayılan’ın açıklaması şöyle:
“Her alanda daha fazla ideolojik, daha fazla siyasal, içeriği zengin olan, daha fazla disiplin ve Önderlik çizgisini güçlüce uygulayabilen profesyonel bir gerilla olunması hedeflenmektedir.”
Çözüm sürecinin hedefi, PKK’nın silahsız siyasete yönelmesi değil miydi? Halbuki PKK’nın kendisi, hedefinin “profesyonel gerilla” olduğunu söylüyor!
Karayılan, “yeniden yapılanma”nın içeriğini de anlatıyor. PKK çatısı altındaki değişik “komutanlık karargâhları”nın üstünde şimdi, bir merkezden ve daha disiplinli olarak yönetilmek üzere “Halk Savunma Merkezi Komutanlığı’nın kurulduğunu” belirtiyor.
Bu “Merkezi Komutanlığın” Kuzey Irak ve Suriye’deki güçlerle “dayanışma içinde” olacağını da söylüyor.
Karayılan’ın bu sözlerini, PKK’nın 19 Temmuz tarihli “Tutum Belgesi” ışığında okumak lazımdır. Orada, sadece Türkiye’yi değil, Kuzey Suriye (Rojava) ve Kuzey Irak (Başûr) bölgelerini de içine alan bir merkezi strateji ortaya konulmuş, sadece İran’da (şimdilik) pasif kalınacağı belirtilmişti.
Belli ki yeni açıklanan “Merkezi Komutanlık”, 19 Temmuz tarihli bu “Tutum Belgesi”nin bir uygulamasıdır. Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Sedat Ergin – Hürriyet Güney sınırımızdaki büyük tehlike: El Kaide Son bir aydır Suriye’nin kuzeyinde çok farklı noktalardan gelen bütün haberler, El Nusra ile PKK yanlısı PYD arasında şiddetli çarpışmaların meydana geldiğini, bölge üzerinde büyük bir hâkimiyet savaşının yaşandığını gösteriyor. En sert çatışmalardan biri geçen ay Ceylanpınar’ın hemen karşısındaki Resulayn’da yaşanmış ve PYD bu çatışmadan galip çıkmıştı. El Nusra’nın diğer İslamcı gruplarla birlikte sınır boyunda Arap yerleşimlerinin de bulunduğu Tel Abiyad bölgesinde hâkimiyet kurarak, kuzeydeki Kürt koridoru içinde Türkiye’ye açılan stratejik bir tampon bölge oluşturmaya çalıştığı anlaşılıyor. Örgütün, ayrıca kuzeydoğuda Irak sınırına yakın Rumeylan petrol bölgesi civarındaki bazı yerleşim birimlerinde de PYD ile çatışması dikkat çekici bir başka hamleyi oluşturuyor. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Fuat Keyman – Milliyet Darbeciler Kahire katliamında asıl Mısır’ı öldürdüler Mısır’ın tekrardan seçim sürecine girmesi, tüm aktörlerin katılacağı bir seçimle, tekrardan sivil yönetime, demokrasiye dönmesi çok zor, hatta imkânsız gibi. Ortadoğu’nun, Kuzey Afrika’nın, Arap dünyasının bu önemli ülkesi, bölgesel gücü, bugün artık kendi içinde iç savaş eşiğine gelmiş ve bölgesi için büyük bir istikrarsıznlık riskine dönüşmüş durumda. Suriye krizi, Irak’da iç savaş olasılığı ve İran sorunundan sonra, Mısır’ın bugün karşılaştığı iç savaş riski, tüm bölgeyi felakete itebilir. Bu nedenle de dün demokrasi-darbe ilişkisi kuranlar, bugün büyük bir korku ve endişe içindeler. Nahda ve Adeviyye meydanlarında daha önce yapılan iki katliam girişimine, “Darbe Mısır’a demokrasi getirecek” düşüncesiyle sessiz kalan Batı, bugün, korku ve endişe içinde. Darbe Mısır’a, insan trajedisi, bölünmüşlük, belirsizlik ve iç savaş olasılığı getirdi. Batı bir kere daha Doğu’ya bakışını belirleyen Oryantalizme ve Batı-merkezciliğine yenildi. Arap Baharı sürecini anlayamadığı, Tahrir Meydanı’nı anlayamadığı gibi, darbe yoluyla hükümet değişikliğinin neler getirecebileceğini de anlayamadı. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Sami Kohen – Milliyet Mısır nasıl bu hale düştü? Eğer Arap Baharı ile birlikte demokrasi umutlarının yeşerdiği bir dönemde Mısırlılar siyasi gelecekleri konusundaki tutumlarında bu kadar ayrışmasalardı ve birbirlerine karşı bu kadar zıt gitmeselerdi, şimdiki kanlı bıçaklı duruma gelmezlerdi. Oysa geçen temmuz ayına kadar işler -birçok sorun ve aksamalara rağmen- yolunda gidiyordu. Bir yıllık Mursi iktidarından memnun olmayan, şikâyet eden çok kişi vardı. Bunlar -büyük sayıda- Tahrir Meydanı’nı doldurdular, Müslüman Kardeşler’in (İhvan) politikalarından duydukları kaygıları dile getirdiler ve sonunda Cumhurbaşkanı Mursi’nin istifa etmesini istediler. Mursi’nin bu taleplere karşı tepkisi kesin ve sert oldu. Seçilmiş, meşru bir lider olarak, işine bildiği gibi devam etmeye kararlı idi. Kendisini geniş bir kitlenin desteklediğinden de emindi. Nitekim Tahrir Meydanı’nda toplanan laik-liberal eğilimli yüz binlere karşı, Kahire ve diğer kentlerdeki meydanlarda milyonlarca İhvan destekçisi bir araya geldi. Artık Mısır’da meydanlar, Mısır halkının kutuplaşmış halini yansıtıyordu... Aslında o sırada bu uyuşmazlığın sokaklarda değil, siyaset odalarında halledilmesi mümkün olabilirdi: Yeter ki taraflar makul bir çözüm üzerinde uzlaşsınlar... Oysa bunun aksi oldu: İki taraf da sorunu masada değil, meydanlarda halledebilecekleri düşüncesiyle hareket etti. Bu zıtlaşmanın temelinde toplumun iki kesiminin uzlaşmasını engelleyen tahammülsüzlük duygusu yatıyor. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Murat Yetkin – Radikal Mısır’da darbe ve ABD silah ticareti Ajanslar, BM toplantısından Mısır darbesine sadece üzüntü beyanı çıkmasından Rusya ve Çin’i sorumlu tutuyor. Suriye’deki iç savaşa müdahale konusunda da karar alınması da aynı “İçişlerine müdahale etmeyiz” gerekçesine dayanıyor; Rusya’nın Çeçenistan, Çin’in Sincan’daki durumuna örnek olsun istemiyorlar. Ama Mısır nedeniyle hedeflerin yöneldiği tek ülke var, o da ABD. Perşembe günü, BM toplantısından önce ABD Başkanı Barack Obama’nın Mısır’daki katliamı gecikmeyle de olsa kınayıp bir ortak tatbikatı iptal etmesi, kendi ilkesi ve yönetimi içinde dahi tatmin edici bulunmadı. İlerleyen saatlerde ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel’in, darbeci General Abdül Fettah Sisi ile uzun görüşmeler yaptığı ve Mısır ile askeri ilişkileri sürdürmek istedikleri ancak sivillere polis ve asker şiddeti devam ettikçe bunun mümkün olmayacağını söylediği ajanslara düştü. Ardından ABD Dışişleri, Mısır’a askeri yardımın ‘gözden geçirilmesinin’ söz konusu olduğunu duyurdu. Zaten asıl konu da bu. ABD neden Mısır’a askeri yardımını bir tehdit unsuru olarak kullanıp darbeyi, insan hakları ihlallerini engellemiyor? Aynı soru, İsrail için de Filistinlilerle barış ve yerleşimciler konusu için soruluyor. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Oral Çalışlar – Radikal Kürtlerin tercihi: BDP mi? HDP mi? Öcalan’ın ‘Silahları bırakıyoruz’ çağrısıyla başlayan yeni dönemde; BDP de geçmiştekinden daha önemli ve etkili bir aktör olarak sahnedeki yerini aldı. BDP’nin Türkiye’nin batısında da etkili olan yeni dilinin ve siyaset tarzının gelişimi; ‘siyaset alanı’nın barış süreciyle doğru orantılı olarak genişlemesiyle ilgili. Silahlı çatışma döneminde BDP kaçınılmaz olarak etkisizleşiyor, silahların konuştuğu yerde ‘siyaset’ öne çıkamıyordu. Şu an, BDP’nin, Türkiye’nin batısında (da) en etkili olduğu dönemden geçiyoruz. Bunu değerlendirirken, BDP’nin en uzun yaşayan Kürt partisi olma şansını yakaladığını göz önünde bulundurmak gerekiyor... 5 yıldır kesintisiz bir şekilde siyaset sahnesinde yer alan ve en kritik değişimlerin yaşandığı dönemlerde görev üstlenen BDP yönetimi, giderek daha deneyimli bir ‘siyasi omurga’ya dönüşüyor. Bu koşullarda, BDP’den vazgeçmek ve onun yerine başka bir seçenek yaratmak ne kadar gerçekçi? Böyle bir tercih, Türkiye’nin batısında gerçekten daha fazla ilgi oluşmasını sağlayabilir, batıdaki oy dengelerini bir ölçüde de olsa değiştirebilir mi? Bundan ciddi olarak şüphelerim var. Bugüne kadar Kürt partileri sürekli kapatıldığı için yeteri kadar deneyim biriktirilemiyordu. Ortaya çıkan siyasetçiler bir süre sonra hukuken tasfiye olduklarından, yerlerini daha deneyimsiz isimler alıyordu. Şimdi farklı bir durum var. Geçmiş tecrübe birikimine ilaveten, 5 yıllık BDP tecrübesinin de eklendiği bir süreç söz konusu. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Yasin Aktay – Yeni Şafak Firavun’un korkusu, eceline çare değil Bugün Firavun Sisi'den ibaret değil. Firavun'un kâbusunu gören de sadece Sisi değil. Bugünün dünyası artık öyle görünüyor ki topyekûn Firavuni bir dünya. Doğal olarak, Firavun'un kâbusunu aynı anda birçok kişi görüyor.
Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin petro-dolar zengini liderleri Firavun'un gördüğü rüyayı görüyor ve Mısır'ın, Tunus'un, Libya'nın, Yemen'in hatta Suriye'nin bahtı kara mazlumlarından kendi gelecekleri için bir tehdit görüyorlar. Bu mazlum ülkelerin uyanışında kendi sonlarının yaklaştığını hissediyor ve akılları sıra tedbirlerini alıyorlar. Aldıkları tedbirlerle kendi mukadder sonlarından kurtulabileceklerini sanıyorlar. Kurtulamıyorlar.
Dünyanın her yanında açlık, zulüm, haksızlık, ahlaksızlık almış başını gidiyorken içine düştükleri refahın kendilerinden geldiğini sanıyorlar. Bunun kendilerine çetin bir imtihan olduğunu bile anlamış değiller.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız Müfit Yüksel – Yeni Şafak Mısır Ordusu: Katliamlarla nereye kadar? Asıl itibariyle, Mısır'da yüzyılı aşkındır savaş kazanmamış bir ordu var. 6 Gün savaşında(1967), Gazze ve Sinâ'yı, çok kötü bir şekilde, kaybettiği halde, 300 uçağı yerde havalanmadan vurulup imha edildiği halde hiç arlanmadı. Mısır ordusu 1973 Yom Kippur Savaşında da ilk önce Sinâ'da Bar Lev hattını aşıp Süveyş'in doğu yakasına geçse de, bu hattı geçen ordu, on gün sonra Sinâ'nın batısına geçen İsrail askerleri tarafından kuşatılmaktan kurtulamadı. Tüm bunlara karşın Mısır ordusu hem suçlu, hem güçlü rolünü oynamaya, ülkeyi demir yumrukla yönetmeye, ekonomi ve siyaseti elinde tutmaya devam etti.
Mısır ordusu bu anlamda birçok çelişkiyi içinde barındıran bir yapıya sahip. İç yapısında görünen, neredeyse namaz kılmayan subayın bulunmadığı bir dindarlık, diğer yandan her türlü yolsuzluğun baş aktörlüğünü yapması ve olabildiğince baskıcı, acımasız uygulamaları. Mısır öteden beri bu garip-trajik çelişkileri barındıran bir ülke. 1950'li yıllarda Tara hapishanesinde tutuklu bulunan İhvân üyelerinin bazıları katledilir. Maalesef bu katliamın başrolünde İhvân hareketinin kurucusu Merhum Hasan El-Bennâ'nın kardeşi ve Mısır ordusunda subay olan Yüzbaşı Abdüsselâm El-Bennâ vardır. Böyle bir trajik-garip çelişki başka bir İslâm ülkesinde bulunmaz sanırım.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız Abdülhamit Bilici – Zaman Keşke her şey sandık olsaydı! Milyonlarca Mısırlının Tahrir’i doldurarak 25 Ocak 2011’de Mübarek’i devirmesinden sonra halk 5 kez sandığa gitti. Mart 2011’de eski anayasayı değiştiren paket için referandum yapıldı. Yüzde 77 evet çıktı. Kasım 2011’de Meclis seçimi oldu. Müslüman Kardeşler’in partisi Hürriyet ve Adalet, oyların yüzde 37,8’ini aldı. 2 ay sonraki Şûra Meclisi seçiminde ise oy oranı yüzde 45’e çıktı. Cumhurbaşkanlığı seçimini de yüzde 51,7 ile aynı partinin adayı Mursi kazandı. Ardından yeni anayasa için yapılan referandumda evet oyu yüzde 63,8 idi. Kısacası, sandıkta sorun yoktu. Dünyanın hür, adil kabul ettiği bütün bu seçimlerden Müslüman Kardeşler, yani İhvan galip çıktı. Ama bu sonuç, Mursi’nin kendi eliyle atadığı Sisi’nin 3 Temmuz’daki darbesine maalesef engel olamadı. Demirel’in atadığı Evren’in darbesine engel olunmadığı gibi.
Temel insan hakları ile çelişmemek kaydıyla demokraside sandık her şey. Ama bu ilke normal demokrasiler için geçerli. Vatandaşın iradesinin seçmen pusulası kâğıdı kadar değer taşıdığı, siyasi iradenin devlet derinliklerine nüfuz edemediği, askerin sivil iradeye bağlı olmadığı, sivil iradenin yarın başına ne geleceğinden haberdar olacak kadar istihbarattan mahrum olduğu, medyanın özgür olmadığı, yargının demokratik ve bağımsız bir güç olamadığı ülkeler için bu ilkenin hiç geçerliliği yok.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
A. Turan Alkan – Zaman Laik çelişki Yeri şimdi değilse ne zamandır bilmem, öyleyse konuşalım: Lâyıkı vechile anlaşılma ihtimâli düşük olsa da söyleyeceğim; siyasetçilerimizin ağustosta Hacı Bektaş Velî’yi, aralıkta Mevlânâ’yı anma türünden törenlerine katılmalarının hikmeti nedir? Daha doğrusu bu gibi “mesaj verme” törenlerinden uzak dursalar, günün mânâ ve ehemmiyetinden ne eksilir? Hacıbektaşlılar ve Konyalılar, “bu sene devletlûlardan kimse törene gelmediler, mahzun kaldık” diye darılırlar mı?
Ağustosta Alevilerin, aralıkta Sünnilerin gönlüne hoş düşen şeyler söylendiğinde kim bu söylenenlere hakikat değeri veriyor ki? Partili danışmanlar tarafından önceden hazırlanmış ve bir önceki yıldan pek farklı olmayan bu metinler, biraz resmi bayram nutuklarıyla aynı tabiatı taşıyor. Yuvarlak, hamasî ve gerçek düşünceyi taşımayan sözler. Öyleyse niçin her sene bu ritüel tekrar edilir? Cevabı şöyle olabilir: Çünkü hangi siyasetçi gitmezse, giden galip, gelmeyen mağlup sayılır gibi bir intibâ doğuyor!
Bu törenleri gerçekten samimi insanlara terk etsek iyi olacak. Böylece laiklik ilkesi üzerine yemin-billah etmiş siyasetçilerimiz de (CHP’liler de dahil diyecektim, ne göreyim; bu sene BDP’liler bile oradaymış; mevcut yoklaması yapılıyor anlaşılan!) konuşurken tek ayak üstünde durmak eziyetinden kurtulurlar. Partilere tavsiyem hemen teklifimi kabul etmeleridir; söyledim gitti. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Ruşen Çakır – Vatan Can çekişen Ortadoğu’yu anlamanın ipuçları Irak, Amerikan işgaliyle beraber yaşamaya başladığı iç savaştan bir türlü çıkamadı; yine her gün onlarca insan hayatını kaybediyor ancak haber bile olmuyor. Suriye’deki iç savaş da bir süredir kanıksanmış durumda. Bunun yerine “Rojava” denilen ülkenin kuzey bölgelerinde Kürtler ile El Kaide ve ona yakın gruplar arasındaki çatışmalar daha fazla öne çıkıyor. Mısır, askeri darbenin ardından adım adım iç savaşa sürükleniyor. Müslüman Kardeşler’in başını çektiği darbe karşıtı gösterilerle baş edemeyen askeri rejim katliam üzerine katliam yapıyor. “İç savaş” denilince akla ilk gelen ülke olan Lübnan da Suriye’deki gelişmelere paralel olarak yeniden, ama bu sefer mezhep temelli bir iç savaşın esiri olacağa benziyor. “Arap baharı”nın başladığı yer olan Tunus da peşpeşe gelen siyasi suikastler nedeniyle tam da yeni anayasasını yapmanın arifesinde istikrarsızlık riskiyle karşı karşıya... Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Güngör Mengi – Vatan Kan lekesi
Başkan Obama, Mısır’la planlanmış askeri tatbikatları iptal ettiklerini açıkladı. Aynı dışlayıcı kararı Türk hükümeti de aldı. Başkan Obama ile hürriyet ve demokrasi gibi değerlerin tekrar egemen hale geleceğine ümit bağlayanlar kendilerini kandırmış olduklarını biraz geç fark ettiler. ABD’nin Ortadoğu’da iki vazgeçilmez isteği vardır; İsrail’in ve petrol yolunun güvenliğinden asla taviz verilemez! Kriz bu güvenlik önceliğini değiştirmedi. Mısır’daki darbe yönetimi , Amerika’nın müttefik olarak kendisine onur vermeyeceği bir yapıdır. Ama buna rağmen Mısır’ın stratejik önemi, her türlü kusuruna katlanmaya ABD’yi mecbur ediyor. Dünya Mısır’daki darbeyi açıkça kınamaya Washington’u ikna edememiştir. Kanaat önderleri bu tecrübenin demokrasiye aday toplumlardaki hevesi kıracağını düşünüyor. Mısır demokasi yoksunluğundan çok çekecektir. Tanrı yardımcıları olsun! Yazının tamamını okumak için tıklayınız Yüksel Taşkın – Taraf İnanç ve siyaset Kemalistler, türdeş bir ulus yaratma adına bizleri toplum mühendisliğinin hedefi hâline getirmişlerdi. AKP de Cemaat de, devlet eliyle millet- cemaat özdeşleşmesi arayışında benzeri bir toplum mühendisliği hevesine sahipler. Elbette bu arayış, maddi çıkarlardan bağımsız ilerlemiyor. Bu kadar güç biriktirmeyi kimse sadece “hizmet aşkı” veya “millet sevdasıyla” açıklayamaz.
Ne var ki tarih sanki bizimle dalga geçiyor: İki aktör de Kemalizm’e özgü tekçi, “hep banacı” tavırla iktidarı tekelleştirmeye çabalıyor. Böyle olunca reel politik, İslam’ın mevcut ve çatışan ideolojilerden sadece birisi hâline dönüşmesi sürecini hızlandırıyor. İslam adına hareket edenler, başkalarının maddi ve manevi alanlarına çok fazla taarruz edince, İran’da yaşandığı gibi dinden uzaklaşma refleksi de güçleniyor. Yakın tarih bize dünyevi alana fazlaca müdahil olan dinî anlayışların, din karşıtlığını da güçlendirdiğini gösteriyor.
Sonuç, ara renklerin kaybolduğu, dinî ve seküler cemaatlerin gönülsüz toplamından ibaret bir Türkiye olabilir... Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Sezin Öney – Taraf Rekabetçi otoriterlerin ‘adil oyun’ sorunu Türkiye’de sanki mozaiğin sadece minicik bir parçasına odaklanıyor ve ortadaki siyasi tablonun tamamını kaçırıyoruz.
İlkeler sabit olunca, Mısır, Rojava veya dünyanın herhangi bir yerindeki katliama farklı bakmak sözkonusu olmuyor; ama Türkiye’de “egemen” tutum bu değil.
Ateş düştüğü, “ilgilendirdiği” yeri yakmakla kalıyor.
Toplum genelinde herkesi kapsamı altına alan ve herkesin kapsama alanındaki temel insan hakları ilkelerinin, değerlerinin yokluğu ve bunun yol açtığı yozlaşma, Türkiye’deki siyasi çatışmaların, anlaşmazlıkların, sağırlıkların asıl nedeni.
“Neyse ki, yalnız değiliz” diye sevinelim mi?
Yazının tamamını okumak için tıklayınız Fehmi Koru – Star Şeyini şey yaptığımın şeyi Bizde belli başlı gazetelerin çıkış ve sahip değiştiriş tarihlerine bakarsanız büyük dönüşümlerin hemen öncesine rast geldiğini görürsünüz... Kendilerini ‘merkez’ olarak adlandıran medya organlarıyla ‘devlet’ arasındaki ilinti göz ardı edilecek gibi değildir.
Kabuk değiştirip önümüze çıkan hep aynı ‘şey’dir aslında. Temel özellikleri de aynıdır o ‘şey’in: Din ve din ile ilişkili her şeye ters bakmak ilk kuraldır... Halka güvenmemek ikinci kural... Ne zaman sıkışırsa ‘devlet’ kucağına sığınmak üçüncü kural... Çabuk değişmek, ‘sol’ ile ‘seçkinci olmak’ arasında fark gözetmemek, ‘sosyalizm’ derken aslında ‘korporatizm’i kast etmek de var kurallar arasında... Yazının tamamını okumak için tıklayınız Nilgün Cerrahoğlu – Cumhuriyet Mısır’daki kan banyosu “Gezi” yüzünden çok feci bir linç kampanyasının hedefi haline gelen Mehmet Ali Alabora bile öyle ki Mısır’ı, sonunda, “gelinim sana söylüyorum, kızım sen anla” kıvamında… bir “darbe lanetlemesi” çıkışının vesilesi yaptı. Tekbir seslerinin damga vurduğu “dualı Sisi protestolarına” beri yandan, Başbakan’ın oğlu bile bizzat katılıyor. Sözüm ona ne var ki “Mısır’da demokrasiyi katleden darbeyi” lanetlemek ve Mısır’da ölenler için gıyabi cenaze töreni düzenlemek amacıyla yola çıkan bu protestolar nitelik değiştirerek “Ne darbe, ne demokrasi.. geliyor hilafetin sesi!” ve “Demokrasi eşittir küfür!” söylemiyle, “demokrasi karşıtı” bir şeriatçılık dalgasına dönüşüyor. Sözde “demokratlık”, “demokrasi” nakaratıyla Mısır darbesine karşı tavır alan çevreler, bir anda bakıyorsunuz “şeriatçılıkta” hizalanıyor. Mısır kısaca bir büyük “bahane” yapılıyor. Şeriatçılık bu meyanda şahane oluyor… Her şeyin hesaplaşmaya dönüştürüldüğü Türkiye’de, Mısır da sonunda bir iç hesaplaşma ve kavga malzemesi yapıldı. Mısır’daki gerçek kavganın boyutları ile dinamiği, kimsenin umuru değil. Kurtlar sofrası aslında tam da böyle bir yer. Göz gözü görmeyen bir atmosferde “cambaza… pardon demokrasiye bak demokrasiye” denirken bölgede boydan boya kartlar yeniden karılıyor. Yazının tamamını okumak için tıklayınız