9 gazeteden 17 köşe yazarı gündem için ne dedi?

 9 gazeteden 17 köşe yazarı gündem için ne dedi?

Milliyet’ten Hasan Pulur; Hürriyet’ten Taha Akyol, İsmet Berkan, Sedat Ergin; Yeni Şafak’tan Hayrettin Karaman, Murat Aksoy, İdris Saruhan; Zaman’dan Hüseyin Gülerce, Mümtaz’er Türköne; Star’dan Fehmi Koru; Taraf’tan Hıdır Geviş, Namık Çınar; Radikal’den Oral Çalışlar;  Vatan’dan Güngör Mengi, Ruhat Mengi, Ruşen Çakır; Cumhuriyet’ten Hikmet Çetinkaya gündem hakkında yazdı.

İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:

 

Hasan Pulur – Milliyet Hesaplaşma başlıyor

Siyaset tarihine bakarsanız, her yönetimin, perde arkasında saklı “akıl hocaları”nın olduğunu görürsünüz, hele yönetimin başında “dediğim dedik” diyenler varsa, onların mutlaka böyle adamları vardır.

***

Giderek, olay aydınlanıyor, Sayın Tayyip Erdoğan’ın “perde arkası adamı”, siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan...

Önceleri pek ortada görünmezdi ama şimdi, gazete yazılarıyla, görüşmelerle ortaya çıktı.

Hele Silivri kararından sonra...

**

“Bundan sonra ne olacak?”

Sayın Akdoğan da açık açık yazıyor:

“Bu dava (Silivri) Cumhuriyet tarihinin en büyük hesaplaşmasının adıdır. (Star, 06 Ağustos 2013)”

Kimler kimlerle hesaplaşıyor?

“Bu dava 27 Mayıs’tan, 12 Mart’tan, 12 Eylül’den, 28 Şubat’tan, 27 Nisan’dan sürüp gelen müdahale ruhundan hesap sorulmasıdır.”

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Taha Akyol – Hürriyet Demir ağlar Türkiye’de büyük yatırımlar, altyapıdaki gelişmeler, dev projeler bana heyecan veriyor. Marmaray bu çağda Türkiye’nin bir zaferidir. İhracatımızın 150 milyar doları aşması bir zaferdir... Bu konularda AKP’nin on yıldaki başarılarını inkâr etmek ancak siyasi bağnazlıkla mümkün. Başbakan’ın bu hizmetleri yapmakla övünmesi, bunun tanınmasını arzulaması da tabiidir. Fakat, hiç unutmamak gerekir, 30 Ağustos 1930’da demiryolunun Sivas’a ulaşması da bir zaferdi.  Üstelik, daha büyük mahrumiyetler içinde sağlanmış bir zafer... İsmet Paşa’nın açış konuşmasında bu heyecanı görürsünüz. Milli Mücadele‘nin iki lider kenti, Ankara ve Sivas, “demir ağlarla” birbirine bağlanmıştı, hem de 30 Ağustos gibi bir günde... Erzurum’a bağlamak için 30 milyon lira lazımdı, yoktu yine iç borçlanmaya gidilecekti. Yazının tamamını okumak için tıklayınız İsmet Berkan – Hürriyet Herkesin sorunu ortakken neden ortak çözümde buluşulamıyor? Kağıthane’deki poşulu genç adam, örgütün sembollerini üstünde taşıdığı için ‘örgüt üyesi’ muamelesi görüyor; KCK davasından hapis yatan gazeteci ‘Örgütün amaçları doğrultusunda propaganda yaptığı’ için ‘örgüt üyesi’ sayılıyor. Oysa onlar eline silah almış değil, silah almaya hazırlanmış değil, şiddet içeren bir eylemi yapmış veya yapmayı planlamış değil. Ama yine de ‘örgüt üyesi’.  Ergenekon davasında 181 kişi ‘örgüt üyesi’ olmaktan ceza aldı. Türkiye, eninde sonunda ama ümit ediyorum ki, siyasi aktörlerin bu ortak sorunun ortak mağduru olduklarını anlamalarıyla birlikte hızla, örgüt üyeliğini somut şartlara bağlayan, şiddet unsurunu mutlaka arayan bir yasa değişikliğini yapacak. Bizim ifade özgürlüğümüzün yegane eksiği bu değil ama çok can yakan, çok mağdur yaratan bir eksiklik bu. Ortak bir sorunumuz ve umuyorum ki buna ortak bir çözüm bulunacak. Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Sedat Ergin - Hürriyet Erdoğan Mısır’da Avrupa’ya kızıyor peki ABD ne olacak? Mısır’daki hadiseleri “parçala-böl-yönet mantığı ile kurgulanan.. içeriden ve dışarıdan organize bir oyun” olarak gören Erdoğan şöyle devam ediyor: “Aynı durumla Türkiye de karşı karşıya. Birçok olayın içini bildiğim için söylüyorum, güçlü bir Türkiye’yi dünyada hazmedemiyorlar, kabullenemiyorlar...” (29 Temmuz konuşması) 

Önemli bir noktaya daha dikkat çekelim. Başbakan’ın Kahire’deki darbe karşısında sergilenen sessizlik nedeniyle İslam dünyasına da çok içerlediği aşikâr ama ramazan boyunca uzun bir süre İslam ülkelerine dönük açık bir eleştiriyi dile getirmekten kaçınıyor. Gelgelelim 27 Temmuz tarihli TÜMSİAD konuşmasının bir yerinde İslam dünyasına da patlıyor:  “Ey İslam dünyası! Mısır’da kardeşleriniz katlediliyor. Adalet, hak, vicdan katlediliyor. Peki siz bunu ne zaman duyacaksınız? Ne zaman göreceksiniz? Kardeşlerinizin kanı akıtılırken siz bu zulmü ne zaman fark edeceksiniz?” Görüleceği gibi, Başbakan aslında yalnızca Batı’ya değil İslam dünyasına da tepkili bugünlerde... Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Hayrettin Karaman – Yeni Şafak Ağzındaki baklayı çıkardı

Hangi Müslüman 'toplumu İslamlaştırmayı hedeflemez'? Çok bilmiş bey, biraz da İslam ve dinler tarihi okusaydı olmaz mıydı? 'Toplumu kendine kazanmak' istemeyen bir din var mıdır?

İslam dini Müslümanlara 'insanları dine davet' vazifesini vermiştir. Batıl dinlerden farkı ise 'zorlamanın olmaması'dır. Müslümanlar ötekilere İslam'ı anlatırlar, mümkün olduğu kadar çok sayıda insanın İslam ile müşerref olması için ibadet duygusu içinde çaba gösterirler. Bir toplumda Müslümanlar yeterli sayıya ve güce ulaştıklarında hayatın her alanında İslam'ı uygulamak üzere yola koyulurlar. Toplum içinde Müslüman olmayanların da insan haklarından istifade ederek yaşama hakları vardır; yeter ki, din ve ideolojilerini başkalarına kabul ettirmek veya İslam'a ve Müslümanlara zarar vermek üzere silaha sarılmasınlar, şiddete başvurmasınlar. Bunu yapmadıkları sürece onların da ve bu arada Müslümanların da islâmî hükümeti denetleme ve tenkit hakları vardır. İcraatı beğenmezlerse (yani yöneticilerin, islâmî meşruiyetin dışına çıktıklarına veya beceriksiz olduklarına kanaat getirirlerse) oylarını, iktidarı değiştirme yönünde kullanırlar. Halkın çoğunluğu hangi kadroyu iktidara getirirse onu hükümet olarak bilir, vatandaşlık vazifelerini yerine getirirler. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Murat Aksoy – Yeni Şafak Öncelikle istikrar değil temsilde adalet olmalı

Geçmişte de bugün de barajın korunmasını savunanlar; ülkenin güçlü iktidara yani istikrara olan ihtiyacı, koalisyonların ülkeye verdiği zararları hatırlatıyorlar. Oysa bunlar siyaseti dışlayan, apolitik argümanlar.

Oysa eğer siyasetin normalleştiğini, vesayetin bittiğini savunuyorsak; 'temsilde adalet, yönetimde istikrar' ilkesini farklı bir zihniyet içinden okumamızın zamanı da gelmiş demektir. Bu ilke ancak demokrat zihniyet içinden yorumlandığında anlamlı olabilir. Otoriter zihniyetin tam tersine demokrat zihniyet, bu ilkenin ilk kısmı yani 'temsilde adalet' gerçekleşmeden ikinci kısmı yani 'yönetimde istikrarın' sağlanamayacağı varsayımına dayanır. Çünkü yönetimde istikrar, temsilde adaletin sağlanması durumunda ortaya çıkacak çoğulculuğun yaratacağı karşılıklı etkileşim ve karar süreçleri sonucunda ortaya çıkacak uzlaşı olduğunu kabul eder. Yazının tamamını okumak için tıklayınız İdris Saruhan – Yeni Şafak Derin devlet sadece Abdullah Çatlı’dır

Bir hakkı teslim edelim. Derin devleti, JİTEM'i, karanlık ilişkileri, hatta 'Ergenekon' isimli bir yapının varlığını 'solcu gazeteciler'den öğrendik. Haberlerinden, araştırmalarından, kitaplarından…

2007 yılında, çekingen başlayan sonra dalga dalga büyüyen Ergenekon operasyonlarını da 'büyük temizlik' adına heyecanla karşıladık.

Neydi derin devlet? MİT, asker ve emniyet içinde kadroları bulunan, iş dünyası ve medyada uzantıları olan, hem sağcıyı hem solcuyu, milliyetçiyi hatta İslamcı'yı kullanabilen, belki CIA, belki NATO'ya bağlı, İtalya'daki Gladio benzeri, akla gelebilecek her türlü karanlık operasyona imza atabilecek bir yapıydı.

Gladio'yu 'deşifre' eden/ismini ilk kez telaffuz eden gazetecilerin, siyasetçilerin bildiklerini savcılarla paylaşmalarını bekledik. Fakat boşuna. Onlar için derin devlet, eski ülkücüler ve bazı polis şeflerinden ibaretmiş meğer… Yazının tamamını okumak için tıklayınız Hüseyin Gülerce – Zaman AK Parti-cemaat meselesi

“Cemaat” daima devletin, ülke bütünlüğünün ve memleket içinde istikrarın yanındadır. Hiçbir hükümete karşı değildir. Hepsi bu ülkenin hükümetleridir. Yaptıkları hizmetlerden dolayı -kim yapmışsa- Allah onlardan razı olsun. Bugünkü hükümetin de ekonomik kalkınma, refah ve demokratikleşme konusundaki çabaları takdir ve teşvik edilmekte, onlara dualarla da destek verilmektedir. Bu destek, bir partiye veya şahsa göre değil, Türkiye’nin bugünü ve yarınları adına yapılan hizmetlerden dolayıdır. Bürokraside vazifeleri kim yaparsa yapsın, kim hangi makamı temsil ederse etsin, o konuda kimse hafife alınamaz ve kınanamaz. Demokrasiyi savunuyorsak inisiyatifin, seçilmiş insanların hükümetinde olduğunu da samimi olarak savunmalıyız. Kiminle isterlerse, onlarla çalışırlar. Burada AK Parti’ye düşen; herkesin hükümeti olma şuuruyla, kimseyi şucu-bucu diye ayırarak hasım gibi davranma yanlışına savrulmamasıdır…

En önemlisi de, AK Parti-cemaat kavgası isteyenlerin, fitne için koşuşturanların, iyi niyetli olmadıklarının bilinmesidir. Fitnenin hedefi, “AK Parti’yi ve Gülen’i bitirmek”tir. AK Parti’ye hukuk ve demokrasi dışı bir şey olursa bundan bütün ülke ve “cemaat” zarar görür. Aynı şekilde “cemaat”e karşı hukuksuzluk ve haksızlık yapılırsa, bundan da hükümet ve bütün ülke zarar görür.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız  

Mümtaz’er Türköne - Zaman Yeni toplumsal hareketler

Ergenekon davasının hükmü açıklandı. Gezi’de neden herhangi bir yankı bulmadı? İnsanlar neden sokağa dökülmedi? Ürettikleri şablonlara yaslananların ayağı yerden kesiliyor. O zaman, bir şehir efsanesi olarak dillerde dolaşan “Sonbahar isyanı”nı ciddiye alanların veya tersinden bu efsaneyi küçümseyenlerin öngörülerinde derinliğe ihtiyaç var. Yeni Sosyal Hareketler’in penceresinden baktığınız zaman, geçmişten geleceğe ve küreselden yerele bu ihtiyacı bir nebze karşılamak mümkün. Yıllardır çokkültürlülük lafları edildi. Kitleler sokağa dökülünce herkes kendi kültür kalesinin yüksek duvarlarının arkasına çekildi. Bu duvarlar zihnimizde asılı duruyorlar, gerçek hayatta değil. Dünyanın dışında değiliz, özellikle yeninin peşinde olanlar. Mukayeseler yapmaktan kimseye zarar gelmez. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Fehmi Koru – Star Kavga mı, çatışma mı, savaş mı? Ne münasebet! Cemaat denilen oluşumun vefa ve değerbilirlikle yoğrulmuş şahs-ı manevisi geçmişte birlikte hareket ettikleri, ufacık da olsa —hatta genel anlamda— hayrı dokunmuş kişiler ve kesimlere karşı şimdilerde sergilenen türden keskin çıkışları nasıl olur da kabul edebilir? Üstad, usta, duayen sayılan kişilere saygı yoksunu sözlü/yazılı sataşmalar Cemaat’in hangi kitabında yazıyor?

Parti elbette saygı üzerine oturan, sözcülüğünün kibarlık ve nezaket içerisinde yürütüldüğü bir oluşum değil; ancak particiliğin ve genel olarak siyasetin de gözardı edemeyeceği kuralları var. Bunların başında da kaybetmek yerine kazanmanın, dağıtmak yerine birleştirmenin tercih edilmesi kuralı geliyor...

Hangi parti ülkeye hizmette yanında bulduğu kişiler ve oluşumları sırtında bir yük olarak görebilir? Ortak hedefe doğru yol alınırken, hangi parti, “Hayır, ben artık tek başıma yürüyeceğim” diye tafra satabilir?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız Hıdır Geviş – Taraf Politik deşifre çağı

Sosyal medya özellikle gençlerin politik alanda katılımcılığını kolaylaştıran bir yapıya sahip; bir kere mecranın daha demokratik ve adil bir terazisi var; paylaşımlarınız, sözleriniz ve analizleriniz değerliyse karşılığını buluyor... İkincisi; oyunlu ve interaktif bir yapısı var, yani formal değil, bu yönüyle de kişileri katılımcılığa teşvik ediyor...

Geride bıraktığımız yıl Amerika’da, The MacArthur Research Network’un yaptığı bir araştırma da bunu gösterdi... Sosyal medya sayesinde gençlerin özellikle de azınlık gruplara mensup gençlerin politik katılımcılığı yüksek oranlarda artmış.

İşte bu nedenle, kara tahta üzerindeki tebeşir yazıları gibi varlıkları giderek silikleşen muhalif partilere önerim şuEğer bir diriliş yaşamak istiyorsanız internete ve sosyal medyaya ciddi yatırımlar yapmalısınız... Sosyal medya-dijital iletişim alanlarındaki uzmanlarla çalışmalısınız; gelecek orada, gençlik orada... Hatta adeta bir YouTube kanalı gibi davranmalısınız... Size projeler önerilmeli, size öneriler akmalı... Bu süreci başlattığınızda size kimliğinizi biraz da kalabalıklar verecektir... Kalabalıkların şeffaf aklına güvenin...

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Namık Çınar -  Taraf Silivri’nin ibresi demokrasiye mi faşizme mi

Hiç olur mu? Hiç pozitif hukuktan giderek, bu ülkenin doksan yıllık siyasal ve toplumsal hayatıyla tarihsel olarak hesaplaşılabilir mi? Mahkemeler, suçun ve cezanın şahsiliği prensibinden hareketle, ancak suç karşısında bireysel sorumlulukların ele alınabilecekleri yargı yerleridir. Mahkemelerde somut insan yargılanır, tarihin ruhu ve süreçler değil. Türkiye’nin bütün kadim sorunlarını, hâkim karşısına çıkarılmış sanıklara yükleyerek hâlledeceğini zanneden aklını yitirmiş bir siyasal irade, bu ülkeye hangi çözümü nasıl bir barışla getirecek?Kendilerinden önceki vesayetçi egemenler, geri kalmışlığın nedenini dinde görmüşler ve kurdukları mahkemelerde yargılayarak tarihsel faturayı dindarlara çıkarmışlarsa; bugün yapılanların, ne farkı var o dünkü yapılanlardan?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız  

Oral Çalışlar – Radikal Pervin Buldan, Zelay'a hamileydi... Ergenekon davasındaki hesaplaşma, bir tarihi hesaplaşma. Siyasi suikastların son bulmuş olması, ‘dönüşüm’ün ciddiyetini kanıtlamak için yeterli. Bu gerçeği, orada yargılananların kişisel sorumluluklarının ötesinde değerlendirmeliyiz.  Hesaplaşma ilerleyecek ve eninde sonunda ‘bir beyaz sayfa yazma’ gereğiyle yüz yüze gelinecek.  Pervin Buldan, “Kandil’dekiler de dağdan inip siyaset yapmalı” diyor.  Demokrasinin olgunlaşması, Kürt meselesindeki tarihi uzlaşmanın ilerlediği oranda mümkün olabilecek. ‘Her şeyin değiştiği bir ülke’ye giden yol, buradan geçiyor.  Helalleşeceğiz.  Bayramın helalleşmeye bir vesile olması dileğiyle.  Yazının tamamını okumak için tıklayınız Güngör Mengi – Vatan Adalet için Mahkeme bir finaldir. Ama adaletinden kimsenin açıkça şüphesini ifade etmeyeceği bir mahkeme... Silivri’deki özel yetkili mahkemenin verdiği kararlar tartışılıyor. Dünkü gazeteler müebbet hapse mahkûm edilen eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un isyanını yansıtıyordu: “Genelkurmay Başkanı’nı terör örgütü yöneticisi, tüm karargâhı terörist ilân edenlere soruyorum: Bu utanç Başbuğ’un mu, devletin mi? Hakkında müebbet verilen Osman Yıldırım tahliye ediliyor, hukuk bunun neresinde?” Bu soruya Türkiye’de cevap verecek en yetkili kişinin Prof. Sami Selçuk olduğunu düşünürüm. Hem Yargıtay Başkanı makamına kadar yükselerek saygın ve yetkin bir meslek büyüğü olmuş hem bilimsel kapasitesini akademisyen olarak da kabul ettirmiştir. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Ruhat Mengi – Vatan Cemil Çiçek ile Hüseyin Çelik farkı! Özel yetkili mahkemenin sanıkları “tanık” da yapıp bunu gizlediği ortaya çıkarılmıştır. Ergenekon, Balyoz, Casusluk gibi davalarda (iddianamelere polis ilaveleri, bilirkişi raporlarının hesaba katılmaması, iddianamelerde gerçekle bağdaşmayan adresler-tarihler, sahte CD’ler gibi) sayılamayacak kadar çok “kasıtlı hata” vardır. Bu durumda “özel yetkili” denilen ve hukuksuzluğu bilinerek bu davalara bakmalarına izin verilen mahkemelerin kararlarına karşılık “hukuka saygı” beklemek gereksizdir. Devlet Bahçeli’nin dediği gibi “tarafsızlığı kalmamış, objektifliği tarumar olmuş bir hukuk”.. Onun için aslında bu davalara normal bir mahkemenin yeniden bakmasıdır adil olan.. Yeniden ve dikkatle yargılamaktır. Müebbet hapisler söz konusu ise bir-iki yıl daha “adil yargılama” beklenebilir. Bu yapılmadığı takdirde Yargıtay uzun aylar-yıllar almadan temyiz sonuçlarını vermeli ve insanların hakkını AİHM’de aramasının önü açılmalıdır. Suçsuz olanlar hapislerde çürütülmeden.. Yazının tamamını okumak için tıklayınız Ruşen Çakır – Vatan Demokrasi ya da barış değil, iktidar için mücadele ediyorlar Hiç kuşkusuz milat 7 Şubat 2012’de patlak veren MİT krizidir ancak, 2007 seçimlerinin ardından “askeri vesayet”e karşı şekillenmiş olan ve Ergenekon, Balyoz gibi soruşturmalar aracılığıyla giderek güçlenen siyasi ittifak çatırdamaya çok daha önce başlamıştı. Hatırlanacaktır, 2011 sonlarına doğru, yapılan onca tasfiye ve sindirmeye rağmen medyada hükümete yönelik çok sert eleştiriler geliyor ve gerek siyasi iktidar, gerekse onun medyadaki uzantıları ve destekçileri bunları savuşturamıyorlardı. Hükümetlerin eleştirilmesi kuşkusuz sıradan bir olaydır ama burada sıra dışı olan, eleştiri sahiplerinin ciddi bir bölümünün, özellikle 2007 sonrası AKP hükümetiyle iyi ilişkiler içinde olması, hatta onu nerdeyse kayıtsız şartsız desteklemesiydi. İşte bu eleştiri furyası üzerine, 2012 yılının ilk günlerde şöyle yazmıştım: “Taraf olmayan bertaraf olur” şiarıyla, kendileriyle birlikte hareket etmeyen herkesi tasfiyeye koyulan ve bunda belirgin bir başarı elde eden söz konusu ittifakın bileşenleri, iktidar sahnesinde yalnız kalınca birbirleriyle mücadele etmeye başlamışa benziyorlar.  Yazının tamamını okumak için tıklayınız Hikmet Çetinkaya – Cumhuriyet Öyle değil mi gülüm? 28 Şubat’ta olup bitenleri, dayatmayı, intikamı görmeyip, zindanlara atılan gençleri mermiyle katledenleri alkışlayan bir zihniyet, yıllar sonra adalet, hukuk arayacaktı. Bu zulüm, bu baskı bu topraklarda yıllardır hep vardı... Ölüm, acı, gözyaşı... Gözaltında kayıplar, faili meçhul cinayetler... Zindanlara kıstırılan 30 insan mermiyle, gazla, hücrelerinde kıstırılıp öldürülürken ve bunun adına “Hayata Dönüş Operasyonu” denilirken,sustuk, susturulduk, nedense görmezden geldik. O acıyı unutup gittik... Militer-polis devlet geleneği dün de vardı gülüm, bunu sen de biliyorsun... Sabahattin Ali’den başlayıp Dersim’e kadar gidersin... Gerçekleri görmezsin! En baba liberallerin bile kendilerine göre adaleti, hukuku var, üstelik her konuda da bilgililer... Bugünse yaşanan adaletsizliği, hukuksuzluğu görmüyor, intikam duygularıyla yoğunlaşıp, esip gürlüyorlar. 12 Mart’ta, 12 Eylül’de orduyu göreve çağıranlar bugün militarist-polis gücünü iktidar olanaklarıyla kullanırken bizim en baba liberaller onlara alkış tutuyor. Yazının tamamını okumak için tıklayınız