"Elimizde PKK'ya yardım eden Kürt iş adamlarının listesi var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK'yla olduğu gibi, PKK'ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir."
Dönemin Doğru Yol Partisi (DYP) Genel Başkanı Tansu Çiller, Başbakanlık koltuğuna oturduktan yaklaşık 4 ay sonra, 4 Kasım 1993'te bu açıklamayı yaptı.
Sonrasında yaklaşık 2 yılda 19 Kürt iş adamı, o dönem faili meçhul olarak anılan cinayetlere kurban gitti. Tansu Çiller'in ifadelerinden yola çıkarak bu olaylar daha sonra "Kürt iş adamı cinayetleri" olarak anıldı.
3 Kasım 1996'daki Susurluk kazası sonrası birçok detayın su yüzüne çıktığı olaylarla ilgili Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın 1998 tarihli raporunda, "Susurluk olayının başlangıcı belki de zamanın Başbakanı Çiller'in bir cümlesinde gizlidir. 'PKK'ya yardım eden iş adamlarının listesi elimizde' diyordu. Sonra da infazlar başladı. İnfazların kararını kim veriyordu? Bozulmanın başlaması ve vatan - millet hesaplarının yerini kişisel hesapların alması kaçınılmazdı ve öyle oldu" yazıyordu.
Son dönemde sosyal medya üzerinden yayımladığı videolarla gündem olan ve organize suç örgütü kurmak suçlamasıyla aranan ve yurtdışında bulunan Sedat Peker, bu olaylarla ilgili Mehmet Ağar'ı suçlayan iddialarda bulununca, konu yeniden gündeme geldi.
Peker, Ağar için "Hepsinden para aldı. Adamın Cumhurbaşkanı olmak hayali vardı. Geçmişini temizlemek için Milli Güvenlik Kurulu'ndan 'Devlet bu tip adamları temizler' diye sözlü bir karar çıkarttırdı" dedi.
Çiller "Kürt iş adamları listesi" açıklamasını yaptığında Mehmet Ağar, Emniyet Genel Müdürü olalı yaklaşık 3 ay olmuştu. Ağar, göreve geldikten sonra Özel Harekat Dairesi'ni oluşturarak eğitim için Milli İstihbarat Teşkilatı'ndan (MİT) emekli Yarbay Korkut Eken'i görevlendirdi.
Hem TBMM Susurluk Komisyonu'nun hem Kutlu Savaş'ın raporlarındaki bilgilere göre; Çiller'in açıklamasından 2 ay sonra, 14 Ocak 1994'te bir dönem uyuşturucu kaçakçılığıyla suçlanan Kürt iş adamı Behçet Cantürk ve şoförü Recep Kuzucu kaçırıldı. Cesetleri Sapanca'da bulundu.
Ardından Cantürk'ün avukatlığını yaptığı belirtilen ve kendisini "Kürt milliyetçisi" olarak tanımlayan Yusuf Ziya Ekinci, 24 Şubat 1994'te Ankara'da ölü bulundu.
Diyarbakırlı oto galeri sahibi Fevzi Aslan ve yeğeni Salih Aslan, Mart 1994'te İstanbul'da polis olduğunu söyleyen silahlı kişilerce bulundukları yerden götürüldü. Olaydan birkaç gün sonra, 28 Mart'ta aileleri aranarak Hendek-Sakarya otoyolu kenarında iki ceset bulunduğu söylendi. Aileler cesetleri teşhis ederek Fevzi ve Salih Aslan'a ait olduğunu doğruladı.
O dönem Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu'nda görevli; oyuncu ve yönetmen Yılmaz Erdoğan'ın amcası olan Namık Erdoğan, Mayıs 1994'te Ankara'da kaçırıldı. Cesedi birkaç gün sonra Kırıkkale yakınlarında bulundu.
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan'ın eşi Savaş Buldan, Hakkarili Hacı Karay ve Diyarbakırlı iş insanı Adnan Yıldırım'la birlikte 2 Haziran 1994'te İstanbul'da kaçırıldı. Cesetleri iki gün sonra Bolu'da bulundu. Otopsi raporlarına göre, üçüne de işkence yapılmıştı.
İstanbul barosuna kayıtlı, bazı PKK davalarında da avukatlık yapan, Behçet Cantürk'ün de avukatı Medet Serhat ve şoförü İsmail Karaalioğlu, 12 Kasım 1994'te İstanbul'da silahlı saldırıda öldürüldü. Olayda Serhat'ın eşi de ağır yaralandı.
Halkın Emek Partisi'nin (HEP) bir dönem Ankara İl Başkanlığı'nı yapan ve sonrasında avukatlığını da üstlenen Kürt avukat Faik Candan, Ankara'da kaçırıldıktan 12 gün sonra, 14 Aralık 1994'te çobanlar tarafından bir kanalda ölü olarak bulundu.
Eski Anavatan Partisi (ANAP) Keskin İlçe Başkanı Metin Vural'ın cesedi, kendisini polis olarak tanıtan kişiler tarafından arabasından indirilip götürüldükten bir gün sonra, 9 Ocak 1995'te, Kırıkkale'de bulundu.
İranlı Asgar Smitko ve İçişleri Bakanlığı'ndan daimi ikamet izni almış olan yine İranlı iş adamı Lazım Esmaelli, 15 Ocak 1995'te Yeşilköy'de bir casino'dan çıkışta kaçırıldı. 28 Ocak'ta cesetleri işkence görmüş halde Silivri'de bulundu.
Daha sonra MİT ajanı olduğu açıklanan ve organize suç örgütü liderlerinden, Alaattin Çakıcı'nın öldürülen eşinin babası Dündar Kılıç'la yakın ilişki içindeki Tarık Ümit de, Mart 1995'te özel harekat polisleri olduğunu söyleyen iki kişi tarafından İstanbul Erenköy'de kaçırıldı. Arabası birkaç gün sonra terk edilmiş halde Silivri'de bulundu. Bir daha kendisinden haber alınamadı.
Regal Otel'in sahibi Hikmet Babataş, 28 Nisan 1996'da yanına "bayramlaşmak için" geldiklerini söyleyen iki kişi tarafından Bodrum'da öldürüldü.
28 Temmuz 1996'da Babataş'ın ortaklarından, "kumarhaneler kralı" olarak bilinen ve daha önce ABD ve Belçika'da uyuşturucu kaçakçılığı suçlarından cezaevinde yatmış olan Ömer Lütfü Topal vurularak öldürüldü.
Yıllar sonra bu 18 kişiyle ilgili soruşturma dosyasına, 30 Eylül 1993'te kaçırılan ve günler sonra cesedi bulunan Yüksekovalı Ankara-Altındağ Nüfus Müdürü Mecit Baskın'ın cinayeti de eklendi.
Bu sırada Ağar, DYP'den Aralık 1995 seçimlerine girmiş; Mart 1996'da kurulan hükümette Adalet Bakanı olmuştu. 28 Haziran-8 Kasım 1996 tarihleri arasında da İçişleri Bakanlığı yaptı.
3 Kasım 1996'da, Balıkesir'in Susurluk ilçesinde meydana gelen kaza, o güne kadar konuşulan ancak kanıtlanamayan ya da kamuoyuyla paylaşılmayan olaylarla ilgili bazı bilgilerin ortaya çıkmasının önünü açtı.
Araçta bulunan eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, Mehmet Özbay kimliğini taşıyan ve 1970'lerden bu yana bir dizi suçtan aranan Abdullah Çatlı ile sevgilisi Gonca Us kazada hayatını kaybetti. Dönemin DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak ise yaralı kurtuldu.
Kaza sonrası, 1990'larda Emniyet ve MİT içinde "PKK ile mücadele" gerekçesiyle oluşturulan birimlerin birçok suça karıştığına ve faili meçhul cinayetlerden de sorumlu olabileceklerine dair bulgular ortaya çıktı. Bulguların ve suçlamaların merkezindeki İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, kazadan 5 gün sonra istifa etti.
Yerine Meral Akşener bakanlık koltuğuna oturdu.
12 Kasım 1996'da ise TBMM'de "Yasadışı Örgütlerin Devletle Olan Bağlantıları ile Susurluk'ta Meydana Gelen Kaza Olayının ve Arkasındaki İlişkilerin Aydınlığa Kavuşturulması Amacıyla Meclis Araştırması" yapılmasına karar verilerek Susurluk Araştırma Komisyonu kuruldu.
Bu, TBMM'de kurulan en önemli komisyonlardan biri oldu. Aralarında devletin güvenlik birimlerinin üst düzey isimleri, çete kurmakla suçlanan Özel Harekat polisleri ve cezaevlerindeki 13 tutuklu dahil 54 kişiyle görüşen komisyon, dört ayın sonunda bir rapor yayımladı.
Topal ve Ümit cinayetleri başta olmak üzere bazı karanlık noktalara dair çarpıcı bilgiler ortaya çıktı.
Örneğin eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür "Tarık Ümit'in yasal çerçevedeki konulara giren hususlarda kullandıkları bir kişi olduğunu ve uyuşturucu kaçakçılığı konusunda Emniyet birimlerine yardım ettiğini bildiğini" söyledi ve ekledi:
"MİT'e zaman zaman özel görevler verilir, ben de birçok bu tür görevlerde yer aldım. Kanuni görev sınırlarını aşan görevler, örneğin babaların, mafyaların toplanmasından sonra sorgulanmaları gibi görevler…"
Tarık Ümit'in kaybolmasıyla ilgili ise, kendisini kaçıran polis memurları tarafından Abdullah Çatlı'ya teslim edildiğinden emin olduğunu ve bu süreçte kaybolunca "öldürüldüğü kanaatini pekiştirdiğini" ifade etti.
Dönemin MİT Müsteşarı Sönmez Köksal ise Ümit'in "sadece dışarıdan haber getiren birisi olduğunu" söyledi ancak faili meçhullerden haberdar olmadığını savundu:
"Bir takım ortadan kaldırılan insanlar PKK'ya yardım ettikleri amacıyla kaldırıldıysa bunu komisyon üyeleri de ben de basından öğrendim, bunun dışında söyleyecek bir şeyim yok."
1996'da Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı olan Hanefi Avcı, komisyonda doğrudan suçlamalarda bulundu.
Avcı, "Emniyet içerisinde Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'a bağlı; Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin'in başkanlığında özel harekatçılardan ve Korkut Eken'e bağlı sivillerden, MİT içinde Mehmet Eymür'e bağlı özel harpten geçmiş subaylar ile aşırı ülkücü ve mafya denen insanlardan, JİTEM (Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele) içinde kendilerine bağlı kişilerden teşekkül eden bir grup olduğunu; Behçet Cantürk, Savaş Buldan ve beraberinde gelişen 5-10 eylemin ve bazı bombalama eylemlerinin bunlar tarafından yapıldığını, bunlara normal polis ve jandarmanın müdahale edemediğini, bunların zengin işadamlarına müdahale ettiklerini ve haraca bağladıklarını" söyledi.
Susurluk Komisyonu'nda ifade veren kritik isimlerden biri de Özel Harekat Daire Başkanı İbrahim Şahin oldu.
Şahin, Özgür Gündem gazetesinin hissedarı olduğunu söylediği ve "PKK'ya en büyük mali desteği sağladığını" iddia ettiği Behçet Cantürk öldürüldüğünde "sevindiklerini" anlattı.
Savaş Buldan'ın da "PKK'ya destek verdiği kanaatinde olduğunu" söyleyen Şahin, "bu operasyonları kimin yaptığını bilmediğini" ifade etti.
Topal cinayeti sonrası özel harekatçıların kullandığı silahın olay yerinde bulunmasını ise "karalama çalışması" olarak değerlendirdi.
Topal cinayeti, Özel Harekat Dairesi'nin bazı elemanlarının, devlet görevlilerini de kullanarak uyuşturucu kaçakçılığı, kumarhanelerden çıkar elde etme, haraç ve insan öldürme gibi suçlara karıştığının ortaya çıktığı olay olması bakımından raporda önemli bir yer tuttu.
Komisyon raporunda Topal'ın öldürülmesi için kullanılan silahta Çatlı'nın parmak izinin bulunduğu; Tarık Ümit'in de en son İbrahim Şahin'in yakın çalışma arkadaşı iki polis memuruyla birlikte görüldüğü bilgileri yer aldı:
"Faili meçhul cinayetler binleri bulmuştur. Nitekim faili meçhul cinayetlerle ilgili olarak Astsubay Hüseyin Oğuz 'Akşam istihbarat örgütleri bize bir liste verirdi, sabahleyin de tetikçiler bu listeleri gider vururlardı' demiştir."
O dönem Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel de, Başbakan Necmettin Erbakan'a yazdığı mektupta İbrahim Şahin ve Mehmet Ağar'ın doğrudan olaylarla bağlantılı olabileceği ve "Suça karışan asgari 100-120 kişi vardı. Bunlar, devlet emrinde çalışan katillerdir" ifadelerine yer verdi.
Raporda Tansu Çiller'in koruma polislerinin, bir başka organize suç örgütü lideri Tevfik Nurullah Ağansoy öldürüldüğü sırada olay yerinde bulunduğu bilgisine de yer verildi ve bu durum "çok vahim" olarak nitelendirildi.
Ardından Başbakan olan Mesut Yılmaz, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'tan yeni bir rapor talep etti.
Ocak 1998'de hazırlanan raporda "Ömer Lütfü Topal organizasyonunun uluslararası ölçekte ve değerde uyuşturucu ticareti yaparak mafyalaşma sürecini gösterdiğinden" bahsedildi:
"Eğer öldürülmeseydi ülkenin en etkili ilişkileri içinde, istediği yere ve makama nüfuz edebilme imkânını bulacak ve birkaç yıl sonra da gerçek manâda dokunulmazlığa kavuşacaktı."
Raporun, örgütün tetikçilerinden "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım'la ilgili bölümünde ise Sönmez Köksal'la ilgili şu ifadeler yer aldı:
"30 Kasım 1997 tarihinde Sayın Başbakan'ın başkanlığında ve MİT'te yapılan toplantıda, bu noktadaki tenkidimiz ve MİT'in saygın bir kurum olduğu, bu tip işlerinden üzüntü duyulduğu belirtilince Müsteşar Sayın Sönmez Köksal; 'Siz MİT'in her zaman saygın kişilerle mi çalıştığını sanıyorsunuz?' şeklinde bir soru sormuştu."
İranlı Asgar Smitko ve Lazem Esmaeili için uyuşturucu kaçakçılığı ve evrakta sahtecilik yaptıkları bilgisine yer verilen rapor, bu isimlerin ailelerinin öldürülmeden önce Yeşil'e "haraç verdiğinin" tespit edildiğini de açıkladı.
Raporda Behçet Cantürk için "Ermeni asıllı, halkı ayaklandırmaya çalışan Kürtçü şahıslardan, Asala mensupları ile sıkı ilişkiler içinde olduğu ve PKK'ya aktarılmak üzere uyuşturucu kaçakçılarının para toplanmasına aracılık yaptığı" ifadeleri yer aldı. "Yasal yollar yetmemiş, neticede Türk Emniyet Teşkilatı tarafından öldürülmesi kararlaştırılmış ve karar infaz edilmiştir" denildi.
Mehmet Eymür'ün Ağar'ı, Akşener'i, Özer Çiller'i ve DYP Genel Merkezi'ni aradığı da belirtildi.
Şu ifadelerse, suç örgütleriyle devletin bazı birimlerinin Susurluk kazasıyla su yüzüne çıkan işbirliğini ortaya koyuyordu:
"Susurluk olayının pek çok görüntüsünde Abdullah Çatlı vardır. Ama Çatlı'nın net resminin zemini, Ankara'nın silueti ile tamamlanmaktadır."
Aynı raporda, Sedat Peker'in de o dönem Jandarma İstihbaratı'na kayıtlı numaraları aradığı, aynı şekilde bu numaralardan da kendisinin arandığı belirtiliyor.
Rapora göre JİTEM'in kurucularından olduğu iddia edilen ve JİTEM davasından yargılanan Veli Küçük'ü de aradığı telefon kayıtlarından ortaya çıktı.
Rapor, öldürülen kişilerin uyuşturucu kaçakçılığı yaptığına vurgu yapıyor, "organizasyonların çoğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi kökenlidir" diyordu. Sedat Peker'in videosunda "Ağar'la iş yaptığını" iddia ettiği Baybaşin'in de adını vererek "PKK ile ilişki içinde oldukları tespit edilmiştir" ifadeleri yer alıyordu.
Raporun şu cümlesi ise, bugüne dikkat çeker nitelikte:
"Bütün bu çete faaliyetlerini Susurluk olayı adıyla vasıflandırmaz ve topyekûn ıslah projeleri ele alınmazsa, mahalli çetelerin ve kabadayıların devlete diklenecekleri zamanın çok uzakta olmadığını söylemek kehanet sayılmayacaktır."
Perinçek'in 'Çiller Özel Örgütü' iddiası
2010'da darbecilerin yargılanmasının önünü açan anayasa değişikliği referandumunun ardından 2012'nin Mayıs ayında TBMM'de Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu kuruldu.
Bu komisyonda, Çiller'in 19 yıl önceki sözleri bir kez daha gündeme geldi.
Komisyon'un sorularını, üyelerini Yeniköy'deki yalısına davet ederek yanıtlayan Çiller, listenin MGK'da İçişleri Bakanlığı'ndan geldiğini söyledi:
"Evet, böyle bir liste geldi önüme. Tahmin ediyorum ki İçişleri Bakanlığı'ndan geldi. MGK'da da bu tarz birtakım iş adamlarının finansman için tehdit edildiği ve zorla para toplandığı ifade edildi. Bu çerçevede, o gün, hatta o anda önüme gelen bir listeydi. 'Kimse buna boyun eğmesin, biz bunları koruruz. Kim bunu yapıyorsa bunları da önleriz... Bu iş adamları tehdit ediliyorsa korkmasınlar...' Verdiğim mesaj buydu."
1997 ve 1998 tarihli TBMM ve Kutlu Savaş raporlarında, suça karışan grupların Çiller'le bağlantılarına da yer verildi.
Ama Çiller'le ilgili asıl iddialar, hem TBMM Komisyonu'na ifade veren hem de Susurluk kazası öncesinde iddiaları gündeme getiren, o dönem İşçi Partisi Genel Başkanı olan Doğu Perinçek'ten geldi. Perinçek, MİT'in faili meçhullerle ilgili bir rapor hazırladığından ve Tansu ile Özer Çiller'in başında olduğu bir "Çiller Özel Örgütü"nden söz ediyordu.
Sönmez Köksal'ın 17 Kasım 1996'da hazırladığı bir başka MİT raporunda da devlet içinde "Çiller suç örgütü" adında bir oluşumun varlığından söz ediliyordu. Bu raporun detayları, 2013'te, bugün Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı olan Nusret Senem'in yazdığı bir kitapla ortaya çıktı.
Perinçek, Aralık 1996'da TBMM Susurluk Komisyonu'na verdiği ifadesinde de "Çiller Özel Örgütü'nün PKK ile aynı çanaktan beslendiğini, PKK'nın Suriye'den getirdiği uyuşturucuyu bunların alarak Ege güzergahı denen yol üzerinden Avrupa'ya sevk ettiklerini, Abdullah Çatlı'nın Hollanda, Hüseyin Kocadağ'ın da Fransa bağlantısı olduklarını, Hollanda ve Fransa'da ayakları olduğunu, sol maskeli örgütleri de eroin işinin içine çekerek kontrol altına aldıklarını" öne sürdü.
Özer Çiller'in bu işleri CIA ile ortaklaşa yürüttüğünü ve Mesut Yılmaz'ın da evini dinlettiğini; Baybaşin'in "eroin kaçakçılığını Mehmet Ağar ve Özer Çiller ile birlikte yaptığını" iddia etti.
1990'larda Özel Harekat Polisi olarak Şahin'le birlikte çalışan ve Topal cinayetinde adı geçen Ayhan Çarkın, 2011'de Kazlıçeşme'deki Nevruz kutlamalarında görüntülendi. Birçok kişi için sürpriz olan bu görüntüler sonrası Çarkın, 1990'lı yıllarda PKK ile mücadele kapsamında işkenceler yapıldığını ve devlet eliyle cinayetler işlediklerini söyledi.
Olaylarla ilgili 1990'ların sonundaki raporlarda sıklıkla adı geçen İbrahim Şahin, aynı yıl Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği'nin başlattığı faili meçhul cinayetler soruşturması kapsamında ifade verdi.
Radikal gazetesinin o dönem ele geçirdiği ifadelere göre Şahin, "Kesinlikle Kürt iş adamları bürokratlarına yönelik benim bildiğim bir ölüm listesi yoktur. Sadece şahsımda kimin getirdiğini bilmediğim, Kürt Ulusal Meclisi üyelerine ilişkin bir liste bulunmaktaydı. Bu kapsamda yurt dışına giden PKK ile toplantı yapan kişileri belirtir bir liste vardı." dedi.
Soruşturma, 2013'te biri Mecit Baskın, diğeri diğer 18 cinayetle ilgili iki iddianameye dönüştü. İki dosya birleştirilerek dava açıldı.
İddianamede, sanıklar Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken, Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu, Ercan Ersoy, Ahmet Demirel, Ayhan Özkan, Seyfettin Lap, Enver Ulu, Uğur Şahin, Alper Tekdemir, Yusuf Yüksel, Abbas Semih Sueri, Lokman Külünk, Mahmut Yıldırım, Nurettin Güven ve Muhsin Korman'ın "cürüm işlemek için oluşturulan silahlı teşekkülün faaliyeti kapsamında insan öldürmek" suçundan cezalandırılmaları talep edildi.
Sanıkların tamamının tutuksuz yargılanmasına karar verildi.
Şubat 2014'teki duruşmada dinlenen Ağar, "Aleyhime hiçbir somut delil yok. O dönemde faili meçhul olayların aydınlatılmasında da yüzde 90 oranında başarı sağlanmıştır. Bilerek suç örgütü kurmam, suçluyu kayırmam, suça yönlendirmem mümkün değildir. Böyle bir şey olmamıştır. Suç işlemesi için kimseye emir vermedim. Öldürüldüğü iddia edilen kimselerle ilgili benim herhangi bir ilgim, bilgim yok" dedi.
Davanın 10 Nisan 2015 tarihli duruşmasında, tanık olarak dinlenen Mehmet Eymür, "1994'te Tarık Ümit'in kendisine öldürülecek 29 Kürt iş adamının ismini verdiğini, listenin sonradan 54 kişiye çıktığını ve Ümit'in bu kişilerden bazılarını öldürdüğünü" söyledi.
Listenin Ağar ve Şahin'le birlikte hazırlandığını savundu ve ilk aşamadaki 29 kişiyi mahkemede okudu. Basına yansıyan ifadeye göre listede Mehmet Emin Soydaş, Cihat Tokat, Mustafa Bayram, Cahit Kocakaya, Hakkı Aksoy, Hurşit Savaş, Abdullah Cantürk, Hüseyin Baybaşin, Lazem Esmaili, Lokman İranlı, Nizam Bayramoğlu, Varujan Kumdagezer, Cumhur Demir, Fırat Tuncelili, Hurşit Han, Hamdi Yağan, Şükrü Koray, Adil Durmaz, Askar Smitko İranlı, Hasan Kuş, Mehmet Kaygısız, Doktor Cabbar, Nafiz Bostancı, Rado Rash, Kadri Parmaksız, Sıddık Kaya, Raguend İranlı, Dursun Karataş ve Nezir Karakuş vardı.
Tansu Çiller ve Özer Çiller'in tanık olarak dinlenmesi talebi ise reddedildi.
Ankara JİTEM davası olarak bilinen dava, Aralık 2019'da tüm sanıkların beraatiyle sonuçlandı.
1,5 yıl sonra, 5 Nisan 2021'de ise İstinaf mahkemesi olarak görev yapan Ankara Bölge Adliye Mahkemesi, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin sanıklar hakkındaki beraat kararını bozdu.
Ancak beraat kararının bozulmasının kamuoyuna yansıması, Sedat Peker'in 23 Mayıs'ta yayımladığı ve faili meçhullerle ilgili Ağar'ı suçladığı videonun ardından geldi.