Avrupa Komisyonu'nun 2012 İlerleme Raporu'nda önceki yıllara kıyasla daha fazla eleştirinin yer aldığı iddia edildi. Raporda Kürt meselesinin çözümüyle ilgili herhangi bir ilerleme olmadığı belirtildi. “Uludere’de askerî hava saldırısında 34 sivilin öldürülmesi ve şeffaf bir soruşturmanın yapılmaması güven kırıcı oldu” diyen Avrupa Komisyonu, ifade özgürlüğü konusunda da Türkiye’ye sert eleştiriler yöneltti.
Taraf gazetesinde yer alan habere göre; Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’nin adaylık sürecindeki gelişmeleri değerlendirdiği 2012 İlerleme Raporu’nun ayrıntıları ortaya çıktı.
Rapordan bazı ana başlıklar şöyle:
Kürt meselesinin çözümüyle ilgili bir ilerleme olmadı. Başka meselelerle birlikte Kürt meselesini de çözmeyi hedefleyen 2009’daki demokratik açılım ilerlemedi. Askerî operasyonlar gibi terör saldırıları da yoğunlaştı. Güvenlik personeli ve seçilmiş politikacıların da aralarında olduğu sivillerin kaçırılmasında üzücü bir artış oldu.
KCK operasyonları yalnızca Kürt siyasetçileri, halk tarafından seçilmiş belediye başkanlarını ve belediye meclisi üyelerini değil medya mensuplarını, insan hakları savunucularını, sendikacıları, önde gelen akademisyenleri ve avukatları da hedefleyerek genişledi. Resmî istatistiklere göre 31 belediye başkanı ve 226 yerel temsilci şuanda KCK operasyonuyla bağlantılı olarak tutuklu. Durum yerel düzeyde yönetimleri ciddi şekilde etkiliyor. DTK eşbaşkanı ve Van milletvekili Aysel Tuğluk, yaptığı konuşmaların ardından “terör örgütünün propagandasını yapmak” ve “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek”ten 14.5 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Uludere’de 34 sivil öldürüldü. Yetkililer, sivil toplum kuruluşlarının, hava saldırısının yapıldığı alanı ziyaret etmesine izin vermedi. Hukuki ve idari soruşturmalar sürüyor. Ancak bu soruşturmaların etkinliği ve şeffaflığı konusunda endişeler var. İstihbarat hatası ve operasyonel ihmalle ilgili iddialar açıklığa kavuşturulmadı. Ne askerî ne sivil yetkililer olayla ilgili doğrudan özür diledi. Siyasi sorumlulukla ilgili herhangi bir tartışma yapılmadı.
Milletvekili dokunulmazlığının kapsamı, ifade özgürlüğüyle ilgili durumlar hariç geniş tutulmaya devam ediyor. Bu halen endişe verici bir mesele. Çoğunluğu BDP bloku vekillerine ilişkin milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasına yönelik hazırlanan 740 dosya beklemede. Bir BDP milletvekili, [Sebahat Tuncel kastediliyor] altı yıl önce yaptığı bir konuşma nedeniyle hakkında verilen iki yıllık tutukluluk kararının Yargıtay tarafından onaylanmasının ardından gereken sürecin işletilmesi durumunda sandalyesini kaybetme riskiyle karşı karşıya.
Raporda bu konular özelinde, KCK soruşturmasında hukukun üstünlüğüne uyulması, Uludere hava saldırısında etkin ve şeffaf bir soruşturma yürütüldüğünden emin olunması konusunda azami dikkat gösterilmeli, anayasanın revizyonu, Kürt meselesi dahil Türkiye’nin uzun süredir devam eden problemlerinin çözümü için çağrıda bulunuldu.
Avrupa Birliği, bu yılki ilerleme raporunda Ergenekon ve Balyoz davalarındaki yargı sürecini eleştirdi. AB, daha önceki ilerleme raporlarında demokratikleşme süreci için bu iki davayı önemli bir adım olarak nitelemişti. Ancak bu yılki raporda, soruşturma boyunca yaşanan hukuki ihlallerin davalara “gölge düşürdüğü” vurgulandı. Raporda özellikle “Savunmanın hakları, yargı öncesi tutuklama süresinin uzunluğu ve aşırı derecede uzun, her şeyi kapsayan iddianamelerle ilgili endişelerin” bir türlü dinmediği belirtildi. Bu eksikliklerin Türkiye siyasetinin kutuplaşmasına da yansıdığı belirtilen raporda “Türkiye’deki kurumların ve hukuk düzeninin demokratik işleyişine yönelik güvenin pekişmesi fırsatı sunan bu davalara, kapsamının çok geniş olması ve hukuki süreçteki eksikler nedeniyle gölgeye düştü” dendi. Raporda Balyoz Davası’nda alınan karara ve eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Ergenekon Davası’nda tutuklanmasına da değinildi.
Sivil-asker ilişkisine de bir parantez açılan raporda, son bir yıldır ordu üzerindeki sivil gözetimin arttığı belirtildi. “Genelkurmay Başkanı’nın siyasi konularda doğrudan ya da dolaylı baskı yapmaktan kaçındığı” ifade edilirken, özel yetkili mahkemelerle ilgili yetkinin Başbakan’a verilmesi, “keyfi kararlara” yol açabileceği şeklinde yorumlanarak eleştirildi.
Raporda askerî harcamaların Sayıştay’ın denetimi altına alınması olumlu gelişmelerden biri olarak gösterildi. Harcamaların denetimi konusunda parlamentonun da yetkilendirildiğine dikkat çekilen raporda bu reformlara rağmen şeffaflığın ve hesap verilebilirliğin sınırlı kaldığı değerlendirilmesi yapıldı. AB, Savunma Bakanlığı’nın açıkladığı bütçeyi “Bütçenin dışında kalan kaydadeğer askerî harcamaların” detaylandırılmaması nedeniyle yetersiz buldu. Askerî yargı sisteminin korunması ve Genelkurmay Başkanı’nın Savunma Bakanı’ndan ziyade Başbakan’a rapor vermesi de olumsuz haneye yazıldı. Sivil-asker ilişkilerinde yapılan reformları “sembolik” diye niteleyen AB, bu reformların daha da derinleştirilmesi gereğine vurgu yaptı.
İlerleme Raporu’nda yeni anayasa çalışmalarına da değinen Avrupa Komisyonu bu konuda olumlu adımlar atıldığını belirtirken “Ancak, komisyonun çalışmalarının geleceği belirsiz” dedi. Raporda yeni anayasanın özellikle Kürt sorunu, insan hakları, azınlıklar gibi konularda çözümün adresi olması, demokrasi kurallarıyla da örtüşmesi gerektiği belirtildi. Yeni anayasada uzlaşmacı ruhun korunması, mümkün olan en geniş katılımın sağlanması gerektiği vurgulandı. İlk defa gayrımüslim temsilcilerinin parlamento tarafından kabul edilmesi, komisyon üyelerinin sivil platformlar tarafından düzenlenen organizasyonlarda yer alması olumlu gelişmeler olarak değerlendirildi.
İlerleme Raporu’nda anayasanın 175. maddesinin sadece mevcut metin üzerinde değişiklik sağlamaya olanak verdiğine de dikkat çekildi. Komisyona sivil toplum tarafından getirilen önerilerin internette yayınlanmaması ve yayınlananların kaldırılmasının şeffaflık önünde engel oluşturduğu belirtildi. Raporda, 2010 anayasa değişikliklerinin uygulanmasında sıkıntılar olduğu ifade edilirken, toplu sözleşmeler, grev, özel sektör çalışanlarının grev hakkı, Adalet Bakanlığı’nın görevlerinin belirlenmesi, kişisel bilgilerin korunması, askerî adalet gibi konular ise askıda bekleyen sorunlar olarak yer aldı.
Türkiye İlerleme Raporu’nda, AİHM’de açılan işkence davasında suçlu bulunmasına rağmen İstanbul Terörle Mücadeleden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcılığı görevine getirilen Sedat Selim Ay’a isim vermeden bir parantez açıldı. İşkenceden suçlu bulunan güvenlik yetkililerine ya düşük cezalar verildiği ya da bu cezaların sonra askıya alındığına dikkat çekilen raporda, Ay’ın özel durumuna şu ifadelerle değinildi:
“Geçmişte işkence ve tecavüz suçlamalarıyla karşı karşıya kalan bir emniyet şefinin İstanbul’un terörle mücadele biriminde kilit bir göreve getirilmesini tüm siyasi partilerden siyasetçiler tepkiyle karşıladı. Konu kamuoyunda geniş biçimde tartışıldı.” Raporda işkence ya da kötü muamele iddiaları hakkındaki idari soruşturmaların tarafsızlığının emniyeti denetlemekle yetkili özel bir polis kuvvetinin eksikliği nedeniyle tehlikeye atıldığı belirtildi. Raporda ayrıca “Genel anlamda gözaltı sırasında işkence konusunda bir azalma kaydedildi ancak sorumluların cezasızlığının önü alınamadı” dendi.
Raporda Hrant Dink davasıyla ilgili sadece bir kişinin ceza aldığına, diğer tüm sanıkların ise beraat edildiğine dikkat çekilerek, Dink ailesinin yeni bir inceleme açılması talebine vurgu yapıldı. Avrupa Komisyonu, AİHM’in 2010’da Türk resmî makamlarının Hrant Dink’e yönelik cinayet planlarından haberdar olduğunu ifade ettiği kararın uygulanmasının önemine dikkat çekildi. Raporda “Dink davası Türkiye’de cezasızlıkla mücadele edilmesi açısından büyük önem taşıyor” dendi.
AB ilerleme raporunda dördüncü yargı paketi kapsamında basın özgürlüğü alanında getirilen yeni düzenlemelerin yetersiz olduğu ifade edildi. Uzun süre tutuklu kalan gazetecilerin serbest bırakıldığına değinilen raporda, “reformda, ifade özgürlüğü ile ilgili ilerlemelerin beklenenden az olduğu” değerlendirmesi yapılıyor. Soruşturmalarla ilgili haber yapılmasında bazı kısıtlamalara esneklik getirilirken, buna karşın özellikle Kürt sorunuyla ilgili yazılar kaleme alan gazetecilere, akademisyenlere ve yazarlara yönelik çok sayıda dava açıldığı kaydedildi. Terör propagandası suçlamasıyla çok sayıda solcu ve Kürt gazetecinin tutuklandığı, yine benzer suçlamalarla 2800’ün üzerinde öğrencinin gözaltında olduğu belirtilen raporda, “Organize suç ve terör suçlamalarıyla ilgili yasal çerçeve çok muğlak terimler ve suiistimallere açık bazı tanımlamalar içeriyor” dendi.
AB’nin basın özgürlüğü ile ilgili eleştirilerinden sadece hükümet değil, medya da nasibini aldı. Basının büyük holdinglere bağlı olduğu belirtilen raporda, “Basın kuruluşlarının çıkarlarının bilgi ve fikirlerin serbestçe yayılmasından çok daha ötesine geçmesi soğuk duş etkisi yaratıyor ve pratikte ifade özgürlüğü kısıtlanıyor. Otosansürü de yaygın hale getiriyor” dendi. Bu çerçevede özellikle devlet yetkililerinin basına baskı yapması ve bazı önemli gazetecilerin görevine son verilmesinin de otosansürü pekiştirdiği ifade edildi. Basın özgürlüğünün yanı sıra, erişimi engellenen internet siteleriyle ilgili düzenli bir istatistik yayınlanmaması da eleştirildi.