Avrupa Birliği’nin 2014 yılı Türkiye İlerleme Raporu, LGBTİ hakları odağını genişletti. Raporda, "işlenen suçların cezasız kalmasına", "nefret cinayetlerinin faillerinin ceza indirimlerinden yararlanmasına", "cinsel yönelimi nedeniyle işten atılan kamu görevlilerine", "trans geçiş sürecinde yaşatılan ihlallere" ve "ayrımcılığa karşı hiçbir yasal ve politik korumanın olmamasına" özellikle dikkat çekildi.
Avrupa Birliği’nin; Türkiye ile ilişkileri, üyelik kriterleri açısından ekonomik ve politik durumunun analizini ve Türkiye’nin üyelik yükümlülüklerini yerine getirebilme kapasitesini değerlendirdiği İlerleme Raporu dün Avrupa Komisyonu tarafından kabul edildi.
AB’nin Türkiye’ye yönelik analiz, talep ve önerilerinde LGBTİ haklarına ilişkin vurgu, özellikle ayrımcılık ve istihdam alanlarında arttı.
Avrupa Birliği İlerleme Raporu’ndan, LGBTİ’lerin insan haklarına ve sivil toplum örgütlerinin yönetişim sistemine katılımına ilişkin alanlarda öne çıkan başlıkları ve konuları kaosGL.org derledi.
Anayasa Mahkemesi ilk kez bir kararında cinsel yönelime dayalı nefret söyleminin cezai işlem gerektiren bir suç olduğunu bulgulayarak kabul etmiştir.
Ülkenin büyük kentlerinde düzenlenen lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks kişilerin Onur Yürüyüşleri ve etkinlikleri, toplanma hakkı ihlal edilmeden ve herhangi bir kargaşa yaşanmadan gerçekleşmiştir.
Yetkililer takdir haklarını kullanırken, "genel ahlak", "Türk aile yapısı", "ulusal güvenlik" ve "kamu düzeni" gibi kavramları son derece geniş yorumlamış; bu örgütlenme özgürlüğünün uygulanması önünde engel teşkil etmiştir. İki LGBTİ örgütü, "genel ahlak"ın böylesi bir yorumu nedeniyle kapatılma tehdidi ile karşılaşmıştır.
Lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks kişilerin temel haklarına saygı geliştirilmelidir. Yaşam hakkına dair, geçtiğimiz sene 4 transın nefret suçu olduğundan şüphelenilen cinayetler sonucunda öldürüldüğü bildirilmiştir.
Nefret suçlarının failleri, mahkemeler tarafından sıklıkla "haksız tahrik" veya "iyi hal" indirimlerinden yararlandırılmıştır. Buna ek olarak, farklı cinsel yönelimlerden veya cinsiyet kimliklerinden kişilere karşı işlenen suçlar birçok durumda cezasız kalmıştır. Suçların soruşturma ve kovuşturma aşamalarındaki eksikliklerin yanında, LGBTİ kişilerin şikâyet mekanizmalarını kullanmada isteksiz davrandıkları gözlenmiştir.
İşyerinde ayrımcılık vakaları yaşanmıştır. Cinsel kimliklerinin ifşasının ardından, işlerinden atılan kamu görevlilerine ilişkin bildirimlerde bulunulmuştur. Cinsel yönelim temelli ayrımcılığa dair üç dava mahkemelerde görülmeye devam etmektedir. Bir polis memurunun cinsel yönelimi nedeniyle işten atılmasına ilişkin dava duruşma gününü beklemektedir.
Trans kişiler cinsiyet değiştirme operasyonlarından sonra bürokratik sorunlarla ve sağlık hizmetlerine erişimde ayrımcılıkla karşılaşmaktadır. LGBTİ seks işçileri, "genel ahlak" veya "toplum sağlığını" koruma gerekçesi ile polis şiddetine, idarenin keyfi müdahalelerine, cezalara ve ayrımcı tedbirlere maruz bırakılmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, bir eşcinsel erkeğin 2012 yılında Türkiye’de hapishanede gördüğü işkence ve kötü muameleye dair şikayetine ilişkin kararının gereği, Türk makamlarınca henüz uygulanmamıştır (X, Türkiye’ye karşı davası).
Türk Silahlı Kuvvetleri disiplin sistemi, eşcinselliği "doğa dışı" olarak tanımlamaya ve "düşük ahlaklı" personele ihraç öngörmeye devam etmiştir. TSK’nın Sağlık Yeteneği Yönetmeliği, eşcinselliği ve transseksüelliği "hastalık" olarak ifade etmeyi sürdürmektedir.
TBMM’nin iki ana işlevi olan "yasa yapma" ve "yürütmenin denetimi", siyasi partiler arasında sürüp giden diyalog eksikliği ve partiler arasında uzlaşma niyetinin olmaması nedeniyle aksamaktadır. Yeterli hazırlık yapılmadan, Meclis içinde yeterince tartışılmadan, iktidar partisince diğer siyasi partiler ve sivil topluma danışılmadan önemli kanunların yasalaşması geleneği sürmektedir.
Sivil toplum ve işveren örgütleri, siyasi partiler arasında 170 civarı maddeden sadece 60’inde uzlaşma sağlanabilmesi nedeniyle duran "yeni anayasa" sürecinin sürmesine ilişkin taleplerini ve iradelerini ortaya koymaktadır. Oysa yeni anayasa süreci; Türkiye demokrasinin gelişmesi, güçler ayrılığı ilkesinin denge-denetleme mekanizmalarının tesisi ile güvenceye alınması; ve böylece hukukun üstünlüğü ile insan hak ve özgürlüklerine saygının güçlendirilmesi için en geçerli ve güvenilir kulvarlardandır.
Ceza Kanunu’nun ekonomik etkinliklerde ve istihdamda ayrımcılık ve nefret içerikli uygulamaları yasaklayan 122. maddesinde yapılan değişikliğe rağmen hâlâ cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve etnik köken temelli ayrımcılığa karşı herhangi bir yasal koruma mevcut değildir.
Ayrımcılık ile Mücadele ve Eşitlik Kurumu’nun kurulmasına dair yasa taslağı Başbakanlık’ta beklemektedir. İlk taslaktan, cinsel yönelim veya cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılık referansı kaldırılmış idi. Ayrımcılık mevzuatında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığa yönelik referans özellikle içerilmelidir.
Kişisel verilerin korunmasına ilişkin, AB standartlarında ve kapsamlı bir kanunun yürürlüğe girmesi ve bağımsız bir denetleyici kurumun tesis edilmesi birincil öncelikli konulardandır. Söz konusu kanun, AB ile Türkiye arasındaki yargı-kolluk işbirliğinin artırılması için önkoşuldur.
Türkiye’nin, kamu yönetimi reformu için halihazırda bir stratejik çerçevesi ve reformu yüklenecek bir kurum bulunmamaktadır. Bakanlıkların, düzenleyici yetkili kurumlar üzerindeki vesayeti sürmektedir.
Kamu yönetimi, sadece 5 olayda Kamu Denetçiliği Kurumu’nun (Ombudsman) tavsiyeleri doğrultusunda harekete geçmiştir. KDK, kişilerin haklarına ilişkin farkındalık artırma çalışmalarını pro-aktif rol oynayarak artırmalı, sivil toplumun kuruma ilişkin güvenini sağlamlaştırmalıdır.
Sivil toplumun gelişmesi sürmüştür. Karar alma ve yasama mekanizmalarında sivil toplum katılımını temin etmek üzere yapılandırılmış hiçbir mekanizma bulunmamaktadır. Hükümet-sivil toplum, parlamento-sivil toplum arası ilişkiler geliştirilmelidir. Politika düzeyinde, yasama sürecinin bir unsuru olarak ve yönetimin yasama dışındaki faaliyetlerine sivil toplum katılımını temin eden sistematik ve daimi mekanizmalar oluşturulmalıdır.
Yasamaya ilişkin ve bürokratik engeller sivil toplum kuruluşlarının mali sürdürülebilirliğine ket vurmaktadır. Kamu yararı statüsü kazanmak ve kaynak geliştirme izni almak üzere yetkililere başvuran sivil toplum kuruluşları, kuruşlar arasında ayrımcılık yapıldığına ilişkin şikayetlerde bulunmuştur.
Sivil topluma yönelik kamu fonlarının dağıtımı yeterince şeffaf ve belirli kurallara bağlı değildir. Çok az sayıda sivil toplum kuruluşu, karmaşık ve belirsiz kriterler doğrultusunda karar alan Bakanlar Kurulu’nun izni ile kamu yararı statüsü elde etmiş ve vergi avantajından yararlanır durumdadır. Sivil toplum kuruluşlarından yüzde 1’den azı kamu yararı statüsüne haizdir. KDV muafiyeti prosedürünün, hak temelli sivil toplum kuruluşlarına yarattığı külfet devam etmektedir.
Temel haklar alanında karışık bir görünüm izlenmektedir.
Alanda, cinsiyet eşitliğini sağlamak üzere önemli değişiklik yoktur. Yargı mensuplarının dörtte bire yakını kadındır; kovuşturma ve yönetim kadrolarında ise daha da az temsil edilmektedirler.
Adli yardım sistemi hakkında benimsenmiş bir genel strateji ve mevcut durumu gözden geçirmeye yönelik bir politika mevcut değildir. Adli yardımın kapsamını ve kalitesini izleyecek ve artıracak önlemler gerekmektedir. Kırsal bölgelerde ve dezavantajlı toplumsal kesimlerin üyeleri arasında adli yardım sistemine ilişkin farkındalık düzeyi sınırlı kalmıştır. Bu duruma, yargı sistemi üyeleri arasında cinsiyet eşitliğine ilişkin düşük düzeydeki farkındalığın eşlik etmesi sonucunda, kadınların adalete ve yargı hizmetlerine erişimindeki engelleri çoğalmaktadır.
Türkiye, uluslararası insan hakları kuruluşlarına ilişkin olarak, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin opsiyonel protokolü ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 4,7 ve 12 numaralı ek protokollerini onaylamalıdır.
Hükümet tarafından benimsenen ve 14 temel insan hakları alanını kapsayan "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi İhlallerinin Önlenmesine İlişkin Eylem Planı"nın tasarı aşamalarına sivil toplum kuruluşları dahil edilmemiştir. Genel bir temel haklar eylem planına hala ihtiyaç duyulmaktadır. Birleşmiş Milletler İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi ek protokolü (OPCAT) gereğince kurulması gereken Ulusal Önleme Mekanizması’nın görev ve yetkileri, hükümet tarafından Türkiye İnsan Hakları Kurumu’na atanmıştır. Kurumun bağımsızlığının güçlendirilmesi ve uzman sayısının artması gerekmektedir. TİHK ayrıca sivil toplum ve paydaşlar arasında insan hakları meseleleri ve kurumun faaliyetleri ile ilgili farkındalığı artırıcı çalışmalarını çoğaltmalıdır.
Sivil toplum kuruluşlarının hapishaneleri izlemesine izin verilmemektedir.
Kadın hakları ve cinsiyet eşitliği ile ilgili olarak, Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Kanunu’nun uygulamasında sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu kanun, saldırgan partnerlere karşı önleyici hapis tedbirleri getirmektedir. Uygulamanın etkisizliğine, hükümlerinin belirsizliğine, uzmanların yetkinlik düzeyinin ve ev içi şiddet ile ilgili personelin sayısının yetersizliğine ilişkin eleştiriler getirilmiştir. Sivil toplum kuruluşları hedeflerin, göstergelerin, izleme sisteminin ve faaliyetlere ayrılmış bütçenin olmamasına ilişkin üzüntülerini iletmiştir.
Ev içi tacizlerin toplum nezdinde kabulü, cinsiyet temelli şiddet vakalarının az sayıda bildirilmesine eşlik etmektedir. Gösterilerde, polis gözetimi altında ve polis araçlarında taciz vakaları ihbar edilmiştir.
Eğitim sistemi cinsel konularda ve üreme sağlığı hakkında çok az düzeyde bilgi sunmaktadır.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bütün kararlarını uygulama çabasını sürdürmelidir. Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun özerkliği artırılmalıdır. Eşitliği destekleyen ve ırkçılık, yabancı düşmanlığı, Yahudi düşmanlığı ve hoşgörüsüzlük ile mücadele eden bir yapı kurulmalıdır. İnsan hakları savunucularının çalışmalarına özel dikkat gösterilmelidir. Kolluk kuvvetlerinin işkence ve kötü muamele iddialarına karşı hızlı, tam, bağımsız ve etkin soruşturmaların yokluğu endişe yaratmaya devam etmektedir.
Ayrımcılık ile mücadele mevzuatını ve uygulamasını AB müktesebatı ile uyumlu hale getirmek için daha ileri çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Mevzuatta cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığa yönelik referans özellikle içerilmelidir.
Azınlıkları ve azınlık gruplardan kişileri hedef alan nefret söylemlerini ve nefret suçlarını önleme ve cezalandırma çabaları sürdürülmelidir.
Türk İş Kanunu’nun AB müktesebatına uygun hale gelecek şekilde değiştirilmesi ve ilgili mevzuatın uygulanmasının geliştirilmesi gerekmektedir.
Sosyal içerme alanında, bütünlüklü ve kapsamlı bir politika çerçevesi oluşturma gereği hala devam ediyor. Gelir dağılımında eşitsizlik indeksi (GINI 0,402), AB ortalamasının üzerinde seyretmeyi sürdürüyor. Sosyal destek alıcılarının işgücüne katılmasına yönelik eylemlerin bazı olumlu sonuçlarıyla karşılaşılmıştır; durum, söz konusu politikaların gücünü ve etki alanını artırmak gereğini göstermektedir. More Sharing Services