Avrupa, NATO ve ABD bu günlerde gergin ve endişeli.
Birinci endişe kaynağı Çin. Ekonomik gücü ve artan küresel etkisiyle Çin'in gölgesi her zaman hissediliyor.
İkinci endişe kaynağı ise Moskova. Sadece Ukrayna'nın ulusal egemenliğine yönelik tehdit değil, aynı zamanda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Avrupa'daki güç dengesini değiştirmeye çalışmasıyla ilgili endişeler de var.
Jeopolitik, Batılı liderlerin sürekli aklında tuttuğu bir unsur.
Kremlin'in, böl ve yönet politikası doğrultusunda Ukrayna konusundaki gerginliği kullanmasından korkuyorlar.
Bu aslında Batı'nın bu durumu ne kadar ciddiye aldığını gösteriyor; sık sık didişen müttefikler birden kararlı bir şekilde, "Hepimiz aynı gemideyiz, uyumlu bir koro halinde çalışıyoruz" moduna bürünüyor.
Batılı güçler durumu yatıştırmaya ve Ukrayna'ya yönelik bir askeri işgali önleme çabasıyla Avrupa, Moskova ve Washington arasında mekik diplomasisine uğraşırken bazı önde gelen AB liderlerinin kaderi de bu durumla bağlantılı.
Buna birazdan değiniriz.
Putin isterse Batılı müttefikler arasında kullanabileceği çok sayıda anlaşmazlık var.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un NATO'yu "beyin ölümü gerçekleşmiş" bir kurum olarak nitelemesi üzerinden çok geçmedi.
Avrupa'nın "stratejik özerkliği"ni AB içinde en yüksek sesle savunan da Macron oldu. Başkan Donald Trump'tan bu yana, NATO'nun savunma finansmanı ve diğer konularda AB-ABD ilişkilerinde gerginlik yaşandı.
AB-İngiltere ilişkileri de Brexit'ten bu yana gergin. AB ülkeleri sık sık kendi aralarında birçok konuda tartışma yaşıyor ve bunlara dış politika da dahil.
Ancak son zamanlarda üst düzey AB diplomatlarıyla yaptığım "kayıt dışı" brifinglerde, tonlarında bilinçli bir değişiklik fark ettim.
ABD ile işbirliği için "on yıllardır en iyisi" deniyor.
AB ülkeleri, Moskova ile nasıl başa çıkılacağı konusunda "NATO içinde İngiltere ile son derece iyi çalışıldığını" vurguluyor; ayrıca Rusya'nın Ukrayna'da askeri müdahalede bulunması durumunda Moskova ve Putin'in müttefiklerine sert ekonomik yaptırımlar uygulanması konusunda herkes "yüzde 100 hemfikir".
Aslında Avrupa Komisyonu, 27 üye ülkeyi yaptırımlar konusunda bir arada tutmak amacıyla, Brexit müzakereleri sırasında olduğu gibi, sürekli iç diplomasi yürütüyor. Potansiyel farklı senaryolar için Rusya'ya yönelik yaptırımların kesin ve yazılı bir "menüsünün" bulunmamasının bir nedeni de, daha az ayrıntının üye devletler açısından daha az ayrışma anlamına gelmesiyle ilgili olmasından...
İngiltere Başbakanı Boris Johnson Salı günü bir İngiliz gazetesinde, Batı'nın yaptırım tehdidinde birleşmiş olmasına rağmen, bu cezaların ne olması gerektiği konusunda müttefikler arasında hala "görüş farklılıkları" olduğunu söyledi.
Johnson, "Arkadaşlarımızın yaptırımlara hazır olmasını istiyoruz. Bunun için bastırmaya devam edeceğiz" dedi.
Avrupa Komisyonu da yaptırımların ancak müttefiklerin ortak bir tavır alması durumunda işe yarayacağı konusunda ısrar ediyor.
Ancak Pazartesi günü Washington'daki ortak basın toplantısında Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile ABD Başkanı Joe Biden açısından bunun zor olduğu görüldü.
Evet, birlik hakkında çok konuşuldu. Her iki lider de gerekirse Moskova'ya karşı sert yaptırımlar uygulanması fikrini açıkça destekledi.
Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesi durumunda Almanya'ya doğrudan Rus doğalgazı taşıyacak Kuzey Akım 2 boru hattının açılmayacağına dair Biden'dan duyulan vaadi Alman lider Olaf Scholz tekrarlamayı açıkça reddetti.
AB ülkeleri genellikle Rusya konusunda bölünmüş durumda.
Polonya ve Doğu ve Orta Avrupa'daki diğer eski komünist bloğu ülkeleri, sürekli olarak potansiyel bir güvenlik tehdidi olarak gördükleri Moskova'ya karşı sertlik eğilimindeler.
İngiltere'yi de bu konuda kendilerine yakın gördükleri için bu ülkenin AB'den ayrılmasının üzüntüsünü yaşıyorlar.
İtalya, Fransa ve Almanya ise AB üyeleri tarafından Moskova ile ilişkilerinde fazla "yumuşak" olmakla, Rusya ile ticarete ve Rus gazına hevesli olmakla suçlanıyor.
Kremlin, Ukrayna'yı işgal etme planı olmadığında ısrar ediyor. Ancak Rusya ve müttefiki ülkelerin askeri birliklerini Ukrayna sınırına yığması, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa'daki en büyük askeri yığınak olarak görülüyor.
Almanya, son zamanlarda Ukrayna'ya silah göndermeyi reddettiği için AB içinde ve dışında rahatsızlık uyandırdı.
Kiev'e kask, bir sahra hastanesi ve Litvanya'ya 350 asker gönderme vaatleriyle alay edildi. Ve eski Almanya başbakanı Gerhard Schroeder'in, çoğunluk hissesi Rus devletine ait enerji devi Gazprom'un yönetim kurulu üyeliğine aday gösterilmesi Almanya'nın itibarına pek yardımcı olmadı.
Ancak bu hafta, AB içinde Rusya'yı en fazla eleştirenler bile, Almanya'nın Rusya konusunda daha güçlü ve net bir çizgiye sahip olmasının "yararlı" olacağını, ama Berlin'in de bu konuda "elinden geleni yaptığını" söylüyordu.
AB içinde şu an en çok önem verilen konu, Başkan Putin'e birlik halinde olunduğu görünümü sunmak.
Bu hafta ikili, üçlü ve dörtlü görüşmelerle diplomasi adımları yoğunlaştırıldı.
Pazartesi günü, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Vladimir Putin ile Moskova'da görüştü. Almanya Başbakanı Scholz Washington'da Biden ile bir araya geldi. Slovakya, Avusturya, Almanya ve Çek Cumhuriyeti dışişleri bakanları da Ukrayna'nın başkenti Kiev'e gitti.
Salı akşamı ise "Weimar Üçgeni" Berlin'de buluşuyor.
Fransa, Almanya ve Polonya'dan oluşan ve kriz bölgelerinde üç ülke arasındaki işbirliğini artırmak için tasarlanmış gevşek bir grup bu.
İlk olarak 1991'de Polonya'nın komünist yönetimden çıkışına destek vermek için kurulmuştu.
Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Başbakanı Olaf Scholz'u bir araya getiren bu buluşma, uluslararası krizlerin, bugün için Rusya-Ukrayna krizi, ülkelerin ve liderlerin itibarını nasıl etkileyebileceğinin açık bir örneği.
Macron, AB'nin küresel varlığını güçlendirmenin öneminden bahsederken bile Fransa'nın uluslararası diplomatik sahnedeki konumunu güçlendirmeye her zaman hevesli görünmesiyle biliniyor, ve bazı AB liderleri tarafından bazen sevilmiyor.
Ancak Pazartesi günü Moskova'ya gitmeden önce Macron; Londra, Washington ve Brüksel ile görüştü. Konuştuğum AB diplomatları, Macron'un ortamı yatıştırmaya yönelik girişimlerini onaylıyordu.
Fransa şu anda Avrupa Birliği dönem başkanlığını yürütüyor ve Macron, Moskova'ya "başarılı" bir ziyaretin, Nisan ayında Fransa'da yapılacak cumhurbaşkanı seçimlerinde işe yarayacağını çok iyi biliyor, henüz adaylığını resmi olarak açıklamamış olsa da...
Toplantılarının ardından Putin, görüşmelerin yararlı ve önemli olduğunu ve Macron'un bazı fikirlerinin "gerçekçi" olduğunu, daha sonraki ortak adımların temelini oluşturabileceğini söyledi.
Almanya'dan Olaf Scholz hakkındaki ulusal ve uluslararası kamuoyu pek de olumlu değil. Alman medyası, nispeten yeni olan başbakanın balayı döneminin, şimdiye kadar Ukrayna krizini ele alış biçimi nedeniyle artık sona erdiğini haykırıyor. Scholz, ülke içinde bir ikilemle karşı karşıya: Almanya'nın Rusya ile iş ve enerji bağlantıları çok büyük ve Sosyal Demokrat Partisi, Moskova ile ilişkiler konusunda bölünmüş olmasıyla biliniyor.
Scholz, Alman parlamentosundaki durumu nedeniyle de zayıf. Çok az bir farkla başbakan oldu. Kendisi ve en yakın danışmanı Avrupa tutkunu ve Transatlantikçi olarak bilinse de dikkatli davranması gerektiğini hissediyor.
Selefi Angela Merkel, kriz durumlarında dünya sahnesinde saygı görürken, Olaf Scholz olsa olsa tereddütlü bir izlenim bıraktı. En kötü ihtimalle Almanya, Ukrayna krizi sırasında bazıları tarafından güvenilmez bir müttefik olarak tasvir edildi.
AB'nin en zengin ve en güçlü ulusu, 2014'teki Kırım krizinden bu yana yaklaşık 2 milyar dolar ile Ukrayna'yı istikrara kavuşturmaya yardımcı olan en büyük tek bağışçı olduğu için şimdi savunmacı bir şekilde övünüyor.
Ancak Rusya ile mevcut gerginlikte, Başbakan Scholz'un Moskova ve Kiev ziyaretleri gelecek hafta başlıyor.
Polonya şu anda Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın (AGİT) dönem başkanlığını yürütüyor.
Hevesli bir NATO üyesi ve Transatlantikçi olan Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, Rusya'yı çok iyi bilen bir ülke olarak Polonya'nın Rusya ve jeopolitik niyetleri konusunda Batı'ya rehberlik edebileceğini ve tavsiyelerde bulunabileceğini söyledi.
Polonya, kuzeydoğuda Rusya'nın Kaliningrad bölgesi, batıda Almanya ve güneyde AB üyesi Slovakya ve Çek Cumhuriyeti ile sınır komşusu.
Bu nedenle kendisini iki çok farklı dünyayı, doğu ve batıyı birbirine bağlayan ve anlayan bir ülke olarak görüyor.
Polonya'nın Rusya-Ukrayna krizinde oynadığı görülen rol, muhtemelen Varşova'yı rahatlatıyor.
Basını manipüle etme, azınlıkların ve kadınların haklarına saygı duymama veya bağımsız bir yargıyı garanti edemem iddialarıyla demokrasisi geri adım atan bir ülke olarak AB içinde ve dışında kötü bir ün kazanıyordu.
Polonya bu suçlamaları reddediyor. Uzun zamandır AB ile "hukukun üstünlüğü" ilkesi konusunda çatışmalı bir dönemden geçiyor.
Bu, Rusya-Ukrayna gerginliği konusundaki gelişmelerden bağımsız olarak devam edecek olan AB içi bir mücadele olarak görülebilir.
AB-ABD gerilimleri de büyük teknoloji şirketleri ve NATO finansmanı konusunda kaynamaya devam edecek.
AB, Brexit sonrası İngiltere ile Kuzey İrlanda konusundaki farklılıklarını çözmekten de oldukça uzak.
Kremlin ile ilgili ortak endişelere rağmen, Batılı müttefikler arasındaki mevcut birlik görünümünün devamı konusunda kimse garanti veremiyor.