ABD'nin yeni Ankara Büyükelçisi John Bass, Türkiye'de ilk kez kamera karşısına geçti. NTV'ye özel röportaj veren Bass, "Başkanlık sistemi" tartışmalarından Fethullah Gülen'in iade talebine; 1915 olaylarından ABD Başkanı Barack Obama ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın arasının açık olduğu iddialarına kadar gündemdeki konulara ilişkin önemli mesajlar verdi.
Gülen'in iadesinin sorulduğu Bass, "Bu vaka özelinde konuşamam. Size söyleyebileceğim, müttefiklerimizden ya da stratejik ortaklarımızdan biri için önem taşıyan bir kişi hakkındaki etkileşim, bu konuları nasıl ele alacağımızı belirleyen yasal çerçeveye bağlıdır. Söz konusu durumda bu çerçeve ABD ile Türkiye arasındaki ilgili anlaşmadır" dedi.
John Bass'ın açıklamalarından satır başları şöyle:
"Bence iki ülke, iki toplum ve iki halk arasındaki ilişkileri, liderlerinin telefonda ne sıklıkta konuştuğuna dair çok dar bir prizmadan değerlendirmeye çalışma eğilimi hep var. Gerçek şu ki, devletlerimiz çok çeşitli konularda her gün çok yakın çalışıyorlar. Bu hafta sonu Münih'te iki hafta önce Londra'da olduğu gibi, her hafta olduğu gibi, devletlerimizin üst düzey yetkilileri arasında etkileşim olacağından eminim. O nedenle, tek bir noktaya çok fazla odaklanmamak önemli. İki devlet başkanı, konuşmaları gerektiğini hissettiklerinde, böyle bir doğrudan kişisel bağlantıyı gerektirecek durumlar veya konular söz konusu olduğunda, konuşuyorlar.
Öncelikle, herhangi bir kişinin ABD'deki statüsü konusunda, bu durumun kişinin gizlilik haklarıyla ilgili ilkelerimize bağlı olduğunu belirtmeliyim. O nedenle, bu vaka özelinde konuşamam. Size söyleyebileceğim, müttefiklerimizden ya da stratejik ortaklarımızdan biri için önem taşıyan bir kişi hakkındaki etkileşim, bu konuları nasıl ele alacağımızı belirleyen yasal çerçeveye bağlıdır. Söz konusu durumda bu çerçeve ABD ile Türkiye arasındaki ilgili anlaşmadır.
Söylediğim gibi, bir kişi özelinde konuşamam. Size şunu söyleyebilirim, müttefiklerimizden ya da ortaklarımızdan herhangi biri, ABD'de yaşayan vatandaşlarından biri hakkında, bir iade ya da hukuki işlem talebinde bulunduğunda, bu konuyu devletimizin üç bağımsız ancak eşit organından ikisini devreye sokarak çok dikkatli ve titiz biçimde ele alırız; ki bu vakada bunlar, Adalet Bakanlığı ve adli sistem olacaktır. Sunulan kanıtları inceler ve kararımızı veririz.
Söylediğim gibi, politikamız gereği vakalar özelinde yorumda bulunmuyoruz. Ancak alınacak herhangi bir talebi nasıl bir çerçeve içinde değerlendireceğimizi size anlatıyorum.
Her iki toplumda da hükümetlerden ya da özellikle medyadan çok büyük ilgi gören ve halkın ilgisini uyandıran bir konu olduğunda, hareketlerin yanlış anlaşılması riskinin her zaman var olduğunu düşünüyorum. Bizim bakış açımıza göre, tam da bu nedenle bir sürece dahil olan herkesin durumla ilgili yargıları ve değerlendirmeleri, fikirlere değil olgusal gerçeklere dayanmalı.
Bu bir iç mesele. Türk vatandaşlarının karar vermesi gereken bir konu. Bizim bakış açımıza göre, bu toplumsal bir tartışma ve münazara konusu olmalı ve toplumda tartışıldığı ve değerlendirildiği süreçte çok çeşitli fikirlere saygı gösterilmeli. Bizim bakış açımızdan, bizim sistemimiz 238 yıllık bir deneyimleme ve iyileştirme sürecinin sonucu. Zaman zaman değişiklikler yapmayı hala tartışsak da, bizim için bu sistem iyi işliyor. Neden bizim için bu kadar iyi işliyor? Çünkü biz, üç birbirinden bağımsız ama kendi içinde eşit devlet organını kapsayan ve aynı zamanda oldukça titiz işleyen bir denetim ve denge ağına sahip bir sistem yarattık. Böylece güç üç kolun tamamına dağılıyor. Başkanımız hem devletimizin hem de hükümetimizin başı. Ancak herhangi bir zaman, herhangi bir yerde, herhangi bir şeyi yapma konusunda tam güç ya da yetki kullanmıyor. Başkan bir dizi yasayla sınırlandırılmış durumda, Kongre tarafından onaylanan bütçe içinde hareket etmek zorunda ve icraatları ABD Kongresi'nin gözetim ve incelemesine tabi. Bunun bizim için çok etkili bir sistem olduğu kanaatindeyiz, ve tabii ki, eğer başkaları da bizim yapılanmamızda kendi toplumları için değerler görüyorlarsa, bu onların vereceği bir karar.
Öncelikle izleyicilerinize ABD ve Türkiye'nin, Suriye söz konusu olduğunda birçok noktada hemfikir olduklarını hatırlatmak isterim. Esad'ın tüm meşruiyetini yitirdiği ve gelecekte demokratik bir Suriye'nin parçası olamayacağı konusunda hemfikiriz. Bu çatışmanın nihai çözümünün askeri güçle gelmeyeceği konusunda, birkaç yıl önceki Cenevre Bildirisi'nde belirtilen doğrultuda bir siyasi çözüm bulunması gerektiği konusunda hemfikiriz. Ayrıca, sizin de bahsettiğiniz gibi, görüşmeler sonucunda bir siyasi çözüme varmak için en önemli yollardan birinin ılımlı Suriye muhalefetini desteklemeye ve güçlendirmeye devam etmek olduğu konusunda da aynı fikirdeyiz. Pek çok tarafın çekişme içinde bulunduğu bu ihtilafta, bunu gerçekleştirdiğimiz süreç karmaşık ve müdahil olan kişiler açısından riskler içeriyor. O nedenle, ılımlı Suriyeli muhalefetini eğitmeye ve donatmaya başladığımız zaman, bu faaliyetin başarılı olacağını garantilemek için, son derece sistemli, derinlemesine bir yaklaşım sürdürüyoruz.
Bunlar, karşı karşıya olduğumuz ve iç içe geçmiş bir dizi karmaşık sorun. Bizim bakış açımıza göre, şu anda bizim için ve bölge için en ciddi tehdit, DEAŞ'ın yarattığı tehdit. Bu nedenle bu sorunla başa çıkmak için koalisyonla birlikte çalışan tüm bölgesel aktörlere destek vermek ve Irak hükümetine ve Suriye'de DEAŞ ile halihazırda mücadele eden ve bu süreçte daha fazlasını yapmaya hazır olan unsurlara yönelik desteği artırmak konularına bu denli ağırlık veriyoruz. Bununla birlikte, Esad'ı masaya geri döndürmek konusunda baskı yapabilmeleri için ılımlı Suriye muhalefetini güçlendirecek adımlar atmaya da devam ediyoruz.
Daha önce de belirttiğim gibi, bir dizi son derece kapsamlı detay konusunda çalışmaya devam ediyoruz, ki söz konusu detaylar, öldürücü güç içeren her konu için geçerli hususlar.
Koalisyonun tüm üyeleriyle birlikte, gerek ekipman ya da tesisler olsun, gerekse eğitim ve uzmanlık olsun, her bir üyenin yapabileceği potansiyel katkılara bakıyoruz. Katkı sağlamak istedikleri ölçüde, koalisyonun mümkün oldukça fazla üyesinden alabileceğimiz en fazla desteği almayı istiyoruz. Ancak sonuç olarak, koalisyonun her üyesi, hangi katkıların kendi yararlarına olduğuna ve ulusal güvenlik öncelikleri çerçevesinde neyi yapmalarının mümkün olduğuna kendileri karar verecek.
Sizin için en ciddi tehdidin terörle mücadele olduğunu söylediniz ve DEAŞ'tan bahsettiniz. Ancak aralarında Türkiye'nin de bulunduğu bazı ülkelerde kimi zaman bazı tartışmalar oluyor ve bu dönemde ABD'yi suçluyorlar. Türkiye, terör örgütlerinin bu işin sonucu olmadığını düşünüyor, çünkü bu terör örgütlerinin bölgede ortaya çıkışının ardında bazı önemli nedenler olduğu belirtiliyor. Türkiye de bazen ABD'yi suçluyor, zira Türk yetkililerin "Eğer ABD, Arap Baharı süercindeki demokratik süreçlere tam destek verseydi, şu anki atmosfer ve resim farklı olurdu" dediklerini duyduk. Bu argüman konusundaki görüşünüz nedir?
HDP'nin yaptığı seçimler kendisini ilgilendirir. Ayrıca, öyle görünüyor ki seçim manzarasına ilişkin değerlendirmelerini yapıyorlar ve kendi bakış açıları ışığında bilgi sahibi olarak bir karar alıyorlar. Seçimde nasıl bir sonuç alacaklarını göreceğiz. Bence önemli olan, seçimlerin ve kampanyaların, Türkiye'nin oy verecek her bir vatandaşının çok çeşitli partileri ve persektifleri dinleyebileceği ve bilgilenerek seçimini yapabileceği bir şekilde gerçekleştirilmesi.
Söz konusu olayların yıl dönümünde, Başkan'ın ya da Kongre'nin neler söylemeyi seçeceği ve nasıl bir tanımlama kullanılacağı konusunda yorumda bulunamam. Ancak, bu konudaki politikamızın değişmediğini söyleyebilirim. Politikamız gereği, 1915'de yaşanan korkunç katliamları ve trajedileri çevreleyen gerçeklerin tam, dürüst ve adil bir şekilde kabulünün, hem Türkiye'nin hem de Ermenistan'ın vatandaşlarının, aynı zamanda o dönemde acı çekenlerin soyundan gelen nesillerin yararına olacağına inanıyoruz.
Bu daveti, üst düzey yetkililerimize gönderilen ve dünya çapındaki sorumlulukları ışığında dengeli biçimde ele almaya çalıştıkları diğer davetlerle birlikte değerlendiriyoruz. Bildiğiniz gibi, küresel bir güç olarak ABD'nin ve en üst düzeydeki yetkililerimizin aynı anda yapmak istedikleri ve birbiriyle çakışan pek çok şey bulunuyor. O nedenle, Çanakkale'de nasıl temsil edileceğimizi söylemek için henüz çok erken.
Anma törenlerinin zamanlamasına ilişkin olarak şunu söyleyebilirim; biliyorsunuz 1915'te pek çok topluluk için son derece derin duygulara yol açan çok fazla acı yaşandı. Anma törenlerinin, acı çekmiş her topluluğun, söz konusu olayları, hayatını kaybedenlere saygı duyan bir şekilde anmalarına, acıları kendi yöntemleriyle kabul etmelerine ve ölülerini saygıyla yad etmelerine imkan tanıyacak şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz."