İrem Köker
12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından ABD'nin Türkiye'deki diplomatik misyonlarından Washington'a yapılan yazışmalarda gündeme getirilen en önemli konular arasında güvenlik durumu ve şiddet olaylarının seyri yer alıyor.
Darbenin hemen ardından ABD'li diplomatlar, özellikle sol örgütlerin yeraltına inip, güç topladıktan sonra tekrar eylemlerine başlayacağı yönünde kaygı taşıdığı görülüyor.
Bununla birlikte, 5 Kasım 1980 tarihinde Ankara Büyükelçiliği'nin gönderdiği bir yazışmada, darbenin ardından şiddet olaylarında kaydadeğer bir azalma olduğu ancak bazı sol grupların askeri müdahaleden ABD'yi sorumlu tutmasından dolayı kendilerine yönelik tehdidin ciddiyetini koruduğu belirtiliyor.
BBC Türkçe, 2011 yılında Bilgi Edinme Yasası kapsamında yapılan bir başvuru üzerine gizliliği kaldırılan ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerine ulaştı. İlk kez kamuoyuna açıklanan bu belgelerle ilgili haberlerin ilki 12 Eylül darbesinin 38'inci yıldönümü olan Çarşamba, ikincisi ise dün yayımlandı. Bugünkü haber üç günlük boyunca haber dizisinin de son haberi.
BBC Türkçe'nin ulaştığı belgeler arasında 12 Eylül 1980 ile 5 Kasım 1980 tarihleri arasında ABD'nin Ankara, İstanbul ve İzmir'deki diplomatik temsilciliklerinden Washington'daki Dışişleri Bakanlığı ile diğer ülkelerdeki temsilciliklerine gönderilmiş 10 adet yazışma yer alıyor.
"12 Eylül'den bu yana Türkiye'deki iç güvenlik durumu iyileşti" başlıklı 5 Kasım 1980 tarihli "Özel" ibareli yazışma, ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nden Daniel Newberry'nin imzasını taşıyor.
Newberry, bu yazışmada Türkiye'de güvenlik durumunun kaydadeğer ölçüde iyileştiğine dikkat çekiyor:
"Güvenlik güçleri geçmişe kıyasla çok daha aktif durumdalar ve terörist olduğundan kuşkulanılan çok sayıda kişi sorgulanmak üzere gözaltına alındı.
"MGK Genel Sekreteri Haydar Saltık, yabancı gazetecilere düzenlediği basın toplantısında, 12 Eylül'den bu yana güvenlik güçleri tarafından yaklaşık 11 bin 500 kişinin gözaltına alındığını söyledi. Bu kişilerden 6 bin 900'ü tutuklanırken, 3 bin 900'ünün gözaltındaki işlemleri devam ediyor ve 746 hakkında da çeşitli suçlardan hüküm verildi.
"Ayrıca çıkarılan af yasasının ardından geçen üç hafta içinde 160 bin ruhsatsız silahın da teslim edildiğini not etmekte fayda var."
Türkiye'de 1970'li yılların sonunda şiddetlenen iç çatışma, ordunun da darbe için öne sürdüğü gerekçeler arasında yer alıyor.
Darbeden 10 gün önce, 2 Eylül 1980 tarihinde Milliyet gazetesinde yer alan bir haberde, son aylarda günde ortalama 10 kişinin "terör olayları nedeniyle" hayatını kaybettiği bildirildi. Haberde, Milliyet İstihbarat Servisi'nin yaptığı araştırmaya göre, Ocak ile Eylül 1980 arasındaki dokuz aylık dönemde 1.606 kişinin yaşamını yitirdiği ifade edildi.
Bu dönemde, Ağustos, 347 can kaybıyla en kanlı ay oldu. Gazetede yayımlanan tabloda, Mayıs ve Haziran aylarında can kaybı sayısının 200'e yaklaştığı ve Temmuz ayında da 300'ün üzerine çıktığı bilgisine yer verildi.
Milliyet'te Kasım başında yayımlanan bir başka haberde de, 12 Eylül'den sonra "terör olayları nedeniyle" yaşamını yitiren kişi sayısının 67 olduğu ve bunlardan 42'sinin yasa dışı örgüt üyesi olduğunun iddia edildiği belirtildi.
Ancak Newberry, çatışmalarla ilgili verilen rakamların güvenilir olmayabileceği uyarısını yapıyor. Yazışmada, 12 Eylül'den bu yana gazetelerin özellikle de sıkıyönetim komutanlıklarının görev alanına girebilecek konularda "emin olmadıkları şeyleri yazmadıkları" ve yapılan haberlerin de sıkıyönetim komutanlıkları tarafından servis edilen malzemelerin kullanıldığı vurgulanıyor.
Newberry, "Eldeki verilere yönelik kuşkularımıza rağmen, Büyükelçilik 12 Eylül'den sonra Türkiye genelinde iç güvenlik ortamının ciddi şekilde iyileştiğini düşünüyor. Bu düşünce diğer yabancı ve Türkler tarafından da destekleniyor" yorumu yapıyor ve şöyle devam ediyor:
"Şu aşamada genel terör tehdidi bir şekilde azalmış gibi görünse de, Türkiye'de görev yapan Amerikalılara yönelik tehdit ciddiyetini koruyor.
"Türkiye Komünist Partisi'nin radyo yayınlarında 12 Eylül 'Amerikan yapımı darbe' olarak tanımlanıyor ve Türklere çok sert şekilde karşılık verme çağrısı yapıyor.
"12 Eylül'den bu yana ülke genelinde ABD karşıtı birkaç olay yaşanırken, bunlar Amerikalı olarak tanımlanan binaların önüne bomba bırakılmasıyla sınırlı kaldı. ABD'li personele yönelik herhangi bir terör saldırısı yaşanmadı.
"Bununla birlikte, Türkiye'deki teröristler, zaman geçtikçe ve mevcut yönetim altında yaşamaya alıştıkça daha da cesur hale gelebilirler. Bu durumda hem Türklere hem de Amerikalara yönelik tehdit de artar."
Yazışmada, 12 Eylül öncesinde yaşanan siyasi şiddet olayları "kendine özgü" olarak tanımlanıyor ve onlarca küçük silahlı grubun yanı sıra bu grupların eylemlerine katılan ya da destek veren binlerce kişi olduğu belirtiliyor.
Ancak ABD'li diplomatların görüştüğü askeri yetkililer ise şiddet olaylarına başvuranları "azınlık" olarak tanımlıyor.
Bu isimlerden birisi de Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Süreyya Yüksel.
İzmir Konsolosluğu'ndan 2 Ekim 1980 tarihinde geçilen "Özel" ibareli diplomatik yazışmada, Yüksel'in şiddet olaylarının kontrol altına alınabileceğine dair değerlendirmelerine yer veriliyor:
"Teröristleri ufak bir azınlık olarak nitelendiren Yüksel, terörizmin tamamen kökü kazınamasa da kontrol altına alınabileceğini aktardı.
"Dev-Yol'un tehdit ettiği gibi terörün hükümete meydan okuyacak hale gelip gelmeyeceği yönündeki soruma ise 12 Eylül'ün hemen ardından gelen dönemde bir artış olma ihtimali bulunsa da bunun hiçbir zaman Türkiye için darbe öncesi dönem kadar büyük bir tehlike oluşturmayacağı yanıtını verdi."
ABD'li diplomatlar, darbeden sonra yaptıkları yazışmalarda ordunun yönetime el koyma nedenleri arasında şiddet olayları ve iç çatışmaların rolüne ilişkin değerlendirmeleri de yer alıyor.
Yine Daniel Newberry imzası taşıyan, 19 Eylül tarihli "Gizli" ibareli yazışmada, darbenin lideri olan dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in yaptığı açıklamalarda yaşanan çatışmaların orduyu harekete geçmek zorunda bıraktığını söylediğini belirtiyor:
"Evren, bu olayları ve radikal gruplar nedeniyle ülkede giderek artan kutuplaşmayı göz önünde tutarak, son iki yıl içerisinde 5 bin ölü ve 15 bin yaralıyla Türkiye'nin bağımsızlığında önemli rol oynayan 1921'deki Sakarya Meydan Muharebesi kadar can alan bu şiddet olaylarını 'örtülü savaş' olarak nitelendirdi.
"Evren, hükümetlerin etkisizliği ve mecliste yaşanan tıkanıklığın etkisiyle artan şiddet olaylarının orduya yönetime el koymak dışında başka bir seçenek bırakmadığını söyledi."
Darbeden önceki günlerde dönemin gündemini meşgul eden konulardan biri de Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen hakkında verilen gensoruydu. Aynı dönemde ayrıca Enerji Bakanı Esat Kıratlıoğlu ve Maliye Bakanı İsmet Sezgin hakkındaki gensorular da Meclis gündemine alınmayı bekliyordu.
Adalet Partisi'nin kurduğu azınlık hükümetindeki bakanlara yönelik muhalefet partilerinin verdiği gensorular, bu dönemde Meclis'teki tıkanıklığın ve hükümetin de etkili politikalar yürütememesinin bir sembolü olarak nitelendiriliyor.
Newberry tarafından kaleme alınan yazışmada, Evren ve diğer ordu komutanlarının ülkedeki "anarşi ortamına yabancı ülkelerin etkisi" konusundaki kaygılarının giderek arttığı ifade ediliyor.
Aynı yazışmada, ordunun darbe planlarının eski Başbakan Nihat Erim ve bundan üç gün sonra da Türkiye'deki sendikal hareketin en önemli isimlerinden Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) kurucusu Kemal Türkler'in öldürülmelerinin ardından Temmuz ayı ortasında "ciddiye bindiğinin artık daha net bir şekilde" görüldüğü belirtiliyor.
Erim, 19 Temmuz 1980 tarihinde İstanbul'un Dragos semtinde Dev-Sol tarafından düzenlenen bir suikast sonucu yaşamını yitirirken, Türkler de 22 Temmuz 1980'de evinin önünde bir ülkücü tarafından vurularak öldürüldü. Bu iki cinayet, 12 Eylül darbesi öncesindeki en önemli kilometre taşları arasında gösteriliyor.
Newberry, aşırı solun eskiye kıyasla daha şiddetli bir şekilde harekete geçebileceğini belirterek, şunları yazıyor:
"Siyasal sistemde büyük bir reformun yanı sıra ordunun mevcut komuta kademesinin terörü ve bu eylemleri yapanları ortadan kaldırmak için ülke çapında harekete geçmesi gerekiyor. Bu işin, önümüzdeki aylarda direnişin ortaya çıkması ve şiddet olaylarının yeniden ortaya çıkmasını engellemeye yetecek kadar hızlı ve kapsamlı yapılabileceğine dair şu aşamada hiçbir gösterge yok.
"Aksine, 1971-73 yılları arasındaki radikal sola kıyasla daha büyük, daha gelişmiş, daha organize ve daha iyi silahlanmış aşırı sol, kurulan geçici hükümeti itibarsızlaştırmak, halkın desteğini azaltmak ve muhtemelen orduyu 'demir yumrukla' baskı kurmaya kışkırtmak için çok ciddi çaba gösterecektir."
Yazışmayı kaleme alan Newberry, Türkiye'yi yakından tanıyan ABD'li diplomatlardan birisi. 1999 yılında yaşamını yitirmesinin ardından Washington Post gazetesi yayımladığı haberde Newberry'den "Türkiye konusunda otorite" olarak bahsediyor.
Newberry, 36 yıl süren diplomasi kariyerinde Türkiye'ye dört defa atandı ve Ankara, Adana ve İstanbul'da görev yaptı. 19 Eylül 1980 tarihli yazışmayı Ankara Büyükelçiliği'nde görevli olduğu sırada kaleme alan Newberry, bundan bir yıl sonra İstanbul Başkonsolosluğu'na atandı ve 1985 yılına kadar bu görevi sürdürdü.
TSK, cumhurbaşkanının parlamentoda uzlaşma sağlanamaması nedeniyle aylarca seçilememesi, yaşanan hükümet istikrarsızlığı, ağır ekonomik sorunlar ve yoğun iç çatışmaları gerekçe göstererek 12 Eylül 1980 Cuma günü sabah saat 03:00'te yönetime el koydu.
Ülkenin yönetimi darbeyle birlikte kurulan Milli Güvenlik Konseyi'ne (MGK) devredildi. MGK'nın yayımladığı ilk bildiride, darbenin ordunun "İç Hizmet Kanunu'nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini" yerine getirmek adına "emir-komuta zinciri" içinde gerçekleştirildiği belirtildi.
MGK'nın başkanlığına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren getirildi.
Konsey'de yer alan diğer isimler de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komitanı Oramiral Nejat Tümer, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun oldu.
Konsey'in genel sekreterliği görevini de Orgeneral Haydar Saltık yürütüyordu.
Darbe olduğunda iktidarda Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı Süleyman Demirel başbakanlığındaki azınlık hükümeti bulunuyordu. Bu azınlık hükümetine Necmettin Erbakan önderliğindeki Milliyetçi Selamet Partisi (MSP) ve Alparslan Türkeş'in lideri olduğu Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) dışarıdan destek veriyordu. Ana muhalefette ise genel başkanlığını Bülent Ecevit'in yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) vardı.
Darbenin ardından birçok siyasi parti, sendika ve dernek kapatıldı, yeni bir anayasa hazırlandı, birçok isme siyaset yasağı getirildi ve parlamenter sistemde önemli değişiklikler yapıldı. Darbenin ardından yaklaşık üç yıl sonra, 6 Kasım 1983 genel seçimleriyle demokrasinin yeniden tesisi süreci de başladı.
Adalet Bakanlığı'nın açıkladığı resmi verilere göre, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından toplam 650 bin kişi gözaltına alındı ve 52 bini de tutuklandı. Fişlenen kişi sayısı da 1 milyon 680 bin, vatandaşlıktan çıkartılanların sayısı da 14 bin.
Sıkıyönetim mahkemelerinde 210 bin dava açıldı ve toplamda 230 bin kişi farklı suçlardan yargılandı. Bunların 7 bini hakkında idam cezası istendi.
Bu dönemde, 14 kişi cezaevlerindeki açlık grevleri nedeniyle, 171 kişi sorguda ve uğradığı işkence sonucu ve 49 kişi de idam edilerek yaşamını yitirdi.
Ancak sivil toplum kuruluşları, gerçekten çok daha fazla kişinin darbeden etkilenmiş olabileceğini söylüyor.