Ergin Yıldızoğlu
ABD ve Çin arasında yaklaşık üç yıldır karşılıklı hamlelerle süren ticaret savaşı sürecine 15 Ocak'ta imzalanan bir ticaret anlaşmasıyla ara verildi. Peki anlaşma neler getiriyor?
Bu anlaşma iki ülke arasında başlayan yeni sürecin ilk aşaması olarak niteleniyor.
Birinci aşamada çözülemeyen ya da gündeme alınmayan sorunlar ikinci aşamada ele alınacak.
Ancak ikinci aşamanın gündemi, hatta tarihi henüz belli değil.
Dünyanın en büyük iki ekonomisi arasında kronik bir yavaş büyüme, hızla şişmeye devam eden ve her an patlaması olası bir borç köpüğü, bu yılın Dünya Ekonomik Forumu Risk Raporu'nda birinci sıraya yükselen iklim krizi ortamında, ticaret savaşlarına ara vererek gerginlikleri azaltacak, iş birliği ortamına yardımcı olacak bir anlaşma ilk bakışta oldukça rahatlatıcı.
Ancak daha dikkatli bakınca, anlaşmanın kimi özelliklerinden kaygı duyanlar da var.
Bunlar, anlaşmanın ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşının zeminini oluşturan jeopolitik ve jeoekonomik rekabet içinde, uzun dönemde Çin'in yükselme sürecine yardımcı olacağını, dünya ekonomisinin yönetişim kurallarını işlevsizleştirerek gerginlikleri arttırmaya devam edeceğini düşünüyorlar.
Ek olarak, New York Times yazarı Prof. Eswar Prasad, Washington Post'tan David Ignatius ve Council on Foreign Relations için çalışan Max Boot gibi birçok yorumcu, ABD ile Çin arasındaki esas rekabetin, ticaret değil teknolojik üstünlük, özellikle de yapay zeka ve "Büyük Veri" alanlarında yaşanmakta olduğunu, 15 Ocak'ta imzalanan anlaşmanın bu açıdan çok yetersiz olduğunu düşünüyor.
Sanırım bu anlaşmayı öncelikle içeriği açısından; ikinci olarak yapılış tarzının ve içeriğinin küresel serbest ticaret kuralları ve piyasa sinyalleri üzerindeki olası etkileri açısından, üçüncü olarak da iki ülke arasındaki teknolojik yarış alanında yapacağı katkılar açısından değerlendirmek gerekiyor.
Yaklaşık 96 sayfalık, 8 bölümlük anlaşma, ticari sırlar, gizli ticari bilgiler ve fikri mülkiyet hakları, piyasa erişimi ve teknoloji transferi, gıda ve tarım ürünleri ticareti, mali hizmetler, makroekonomik politikalar ve döviz politikaları, anlaşmazlıkların çözümlenmesi gibi konuları kapsıyor.
Kısaca özetlersek, Çin fikri mülkiyet haklarını korumaya, kopyalamayı, sahteciliği ve korsanlığı önlemeye yönelik yasaları daha da sıkılaştıracak.
Birçok yorumcu, bu maddenin getirdiklerini kısa dönemli etkileri açısından olumlu bulmakla birlikte uzun dönemde, iki noktaya dikkat çekiyorlar.
Birincisi, Çin bu konularda geçmişte de Batı'ya birçok kez güvence vermişti, ancak türlü yollarla bu güvencelerin etrafından dolaşınca verilen sözler yerine gelmedi.
İkincisi, teknolojik rekabet ve inovasyon alanında hızla gelişmekte olan Çin ekonomisinin ve şirketlerinin bu yasalara zaten gereksinimi var.
Bu maddenin getirdiklerinin Çin'in gelişme düzeyine uygun olduğunu, teknoloji alanında kendi kendine yeterli bir düzeye yükselerek, ABD merkezli teknolojik süreçlerden giderek daha da bağımsızlaşmasını hızlandıracağını düşünüyorlar.
Bu olasılık, gelecekte, tarafların kendi teknolojik normlarını ve standartlarını diğer ülkelere dayatma çabalarına bağlı olarak küresel düzeyde teknolojik bloklaşma olasılığına da işaret ediyor.
Bu anlaşmayla Çin, ABD'den gelecek iki yıl boyunca, yılda 40 milyar dolarlık tarım ve gıda malları ithal etmeyi, toplam ithalatını da gelecek yıl 309 milyar dolara yükseltmeyi kabul ediyor.
Buna karşılık, ABD, Çin'den gelen mallara uyguladığı ortalama yüzde 19 düzeyinde vergiye yenilerini eklemiyor.
Bu noktada birinci sorun, ABD çiftçisinin ve gıda endüstrisinin bu talebi yerine getirmesine ilişkin kuşkulardan kaynaklanıyor, ABD'nin Çin'e tarım gıda ürünleri ihracatının zirve yaptığı yıl olan 2013'te ithalat hacmi 13 milyar dolar olmuş ve anlaşmanın birinci aşamasında öngörülen miktarın 11 milyar dolar altında kalmıştı.
İkinci sorun, ticaretin kurallarını koyup hacmini piyasaya bırakmak yerine Çin devletinden belli bir miktar alımı garanti etmesini istemek; Çin'de ve dünya ekonomisinde serbest piyasa koşullarından bir adım daha uzaklaşarak devlet kapitalizminin güçlenmesini teşvik etmek anlamına geliyor.
Üçüncüsü, ABD'nin Çin ürünlerine koyduğu ithalat vergileri kalkmadığı için, bu vergilerin tüm yükünü üstlenmek durumunda olan ABD tüketicisinin sorunları hafiflemiyor.
The Tax Foundation isimli kurumun bir araştırmasına göre Trump'ın koyduğu gümrük vergileri tüketiciye 88 milyar dolar ek yük getirmiş.
Trump, Çin'e uyguladığı yaptırımların sonucunda oluşan basıncı azaltmak için de tarım üreticisine 28 milyar dolar (2009'daki oto endüstrisi kurtarma paketinin iki misli) destek vermek zorunda kalmış.
Makro ekonomik kurallar ve döviz oranları alanında da bu anlaşmayla Çin hükümeti, Remninbi'nin dolar karşında değer kaybetmesini önleme konusunda güvence veriyor.
Böylece anlaşma Çin yönetimini döviz piyasalarına müdahale etmeye zorlayarak, devlet kapitalizmine dayanan ekonomik modelini desteklemiş oluyor.
Anlaşma, iki ülke arasında uygulamada bir sorun çıktığında, sorunun karşılıklı değerlendirme ve tartışma ile çözülmesini öngörüyor.
Anlaşmazlık çözülemediği taktirde taraflardan mağdur olduğunu düşünen, tartışmaya neden olan konularda kendini korumaya yönelik önlemler alabilecek.
Anlaşma, böyle bir durumda karşı tarafa misilleme yapma hakkı vermiyor, tek çıkar yol anlaşmadan tamamen çekilmek olarak belirleniyor.
Serbest piyasa kurallarına dayalı uluslararası yönetişim, 2008 finansal krizinden bu yana hükûmetlerin şirket kurtarma operasyonlarının, korumacılık eğilimlerinin, birçok ülkede öne çıkmaya başlayan "devlet kapitalizmi" uygulamalarının, sayıları giderek artan ikili ticaret anlaşmalarının basıncı altında aşınıyordu.
Dünyanın en büyük iki ekonomisi arasında yapılan bu ticaret anlaşmasının yukarda değindiğim gibi kimi maddeleri devletin ekonomiye ve ticarete müdahalesini teşvik ediyor, "piyasa sinyallerini" bozucu etkileri güçlendiriyor, aynı zamanda, uluslararası alanda serbest piyasa kuralların korumakla yükümlü Dünya Ticaret Örgütünü de anlamsızlaştırıyor.
Bu ticaret anlaşmasında ortaya çıkacak anlaşmazlıklarda Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) hakemliğine başvurulamayacak olması, Wall Street Journal'in bir yorumunda vurgulandığı gibi, ulusların aralarındaki anlaşmazlıkları çözme yöntemlerini, devletlerarası güç ilişkilerinin öne çıkmaya başlamasını hızlandırarak değiştirebilecek.
Kısacası bu anlaşma neoliberal küreselleşme sürecinin gerilemesini, kapitalizmin tarihinde, barış ve demokrasi bağlamında çok ciddi siyasi sorunlara yol açmış olan devlet kapitalizmi modelinin güçlenmesini hızlandıracak.
Birçok gözlemci ticaret alanında ne olursa olsun esas rekabetin giderek artan oranda teknolojik gelişmeler, örneğin 5G telekomünikasyon ağları, veri depolama, bilgisayar işletim sistemleri, mikro çip tasarımı-üretimi, süper ve/veya Quantum bilgisayarlar, en önemlisi de yapay zeka alanlarında yaşanacağını düşünüyorlar.
Geçtiğimiz Kasım ayında ABD'de "Ara Rapor 2019" başlıklı raporu yayımlayan Yapay Zeka Üzerine Ulusal Güvenlik Komisyonu'nun (National Security Commission on Artificial Intelligence) Başkanı ve Google'un eski CEO'su Erich Schmitt, Huawei olayının gösterdiği gibi küresel teknoloji sektöründe bir ayrışma yaşandığını, bunun ABD aleyhine bir süreç olduğunu vurguluyor.
Raporun yayımlandığı toplantıda konuşan, iki ülke arasında 1970'lerde imzalanan ticaret anlaşmasının mimarlarından, eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger da yakın gelecekte devletlerin algoritmalarla, ABD ve Çin yapay zeka beyinlerinin, rakiplerinden daha iyi ve hızlı düşünerek rakibini yanıltarak, verilerini kirleterek savaşacaklarını düşünüyormuş.
ABD bu alanda kendini korumaya çalışırken Çin şirketlerinin ABD teknoloji şirketlerinin satın alma süreçlerin denetleyecek, ulusal güvenlik uzmanlarından oluşan bir Yabancı Sermaye Komitesi (Committee on Foreign Investment) kurmuş olması da ABD ile Çin arasında "birinci aşaması" tamamlanan ticaret anlaşmasının gerçekleştiği jeopolitik ortam hakkında bir fikir veriyor.
Birçok gözlemci Trump'ın bu anlaşmayı yeni şekillenmekte olan jeopolitik rekabet ortamının özelliklerini tam olarak değerlendirmeden, Kasım ayındaki başkanlık seçimlerini düşünerek, aceleyle ve gereğinden fazla taviz vererek yaptığını düşünüyor.
Esas konunun teknolojik rekabet alanı olduğunu vurgulayan bu eleştiriler, anlaşmanın ikinci aşamasına ulaşılacağına, Çin'in anlaşmanın koşullarına uyabileceğine ilişkin kaygılarını da dile getiriyor.