Mehmet Altan*
101 gün önce Musul Başkonsolosluğu'nda IŞİD tarafından rehin alınanlar arasında Nermin Taşdelen Yıldız, eşi Hakan Yıldız ve çocukları Kuzey Deniz Yıldız da vardı.
Nermin Taşdelen Yıldız’ın Çanakkale TOKİ Anadolu Lisesi Edebiyat Öğretmeni olan ağabeysi Muammer Taşdelen rehinelerin sağ salim Türkiye’ye döndüğünü duyunca hepimiz gibi büyük sevinç yaşamış, kız kardeşini, eniştesini ve yeğenini karşılamak için yola koyulmuş.
Yol üzerinde, Çanakkale İskelesi'nde gazetecilere yaptığı açıklama dikkatimi çekti:
“Rehinelerin serbest bırakılması, gelmesi gerçekten çok güzel. Hepimizi sevindirdi ama bu iş burada kapanmadı. Her şeyden önce şunun hesabını birileri vermeli. O kişiler oraya niye terk edildi, niye rehin bırakıldı? Onun hesabı daha verilmedi. Kimse bunun açıklamasını yapmadı. Orada tehdit varken, tahliye edilmeden bırakılmaları zaten başlı başına bir hataydı.”
101 gündür, bir rehine yakınının sorduğu soruları bile soramayan havuz medyasında şimdi aşırı abartılı bir hükümet ve MİT propagandası yer alıyor.
Eleştiride dilsiz, dalkavuklukda bülbül kesilen bu ciddiyetsiz duruma, sevk ve idarenin nasıl ve hangi elemanlar tarafından icra edildiğini tahmin ettiğim için şaşırmıyorum..
İstihbarat hep medyada ağırlıklıydı ama medyanın bizzat istihbaratçılar tarafından yönlendirildiği, MİT övgülerinin böylesine bol miktarda yapıldığı başka bir dönem de hatırlamıyorum.
***
Yönlendirilmiş görevlilerin şamatalarına kulak asmadan, gerçek habercilik kırıntıları peşinde dolandım.
Bir haber analizde, rehinelerin salıverilme zamanlamasını “manidar” bulan Ankara’daki stratejistlerin, “New York’ta bugün başlayacak olan zirve öncesinde İŞİD’e karşı kurulan koalisyona daha aktif destek vermesi istenen Türkiye’nin elini zayıflatmak için ABD devreye girdi ve rehineleri bıraktırdı” iddiasına rastladım.
Minnacık bir haberde de PKK'nın Suriye'de konuşlanan kolu olan PYD'nin silahlı kanadı YPG’nin Komutanı Sipah Hemo’nun “ABD’nin de ortak olduğu bir pazarlıkta rehinelerin verildiğini düşünüyoruz,” cümlesini okudum.
***
Devletin her türlü mahfillerinde bulunmuş, birbirinden çok farklı ancak kulağı delik haber kaynakları ise kulislerde olup biteni yüzde yüz Amerikan inisiyatifi ile irtibatlıyor.
Söyledikleri ne kadar doğru, ne kadar yanlış, bunu bilebilecek durumda değilim ama iddiaları çok düşündürücü.
Süreci, İŞİD‘in Irak ve Suriye kolları arasındaki farkı, Amerikan Devleti’nin bu kanatlarla ilişkili analizlerini bir yana bırakıyorum.
“ABD neden devreye girdi ve tam da bu dönemde, BM Toplantısı öncesi, Ankara’da kimsenin haberi yokken rehineleri bıraktırdı?” sorusuna verdikleri cevaplarla daha çok ilgileniyorum.
ABD Savunma Bakanı Chuch Hagel ile Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey’nin Senato Toplantısı’ndaki, IŞİD militanlarının örgüte katıldıkları üç ayrı kolun da Türkiye’den geçtiğini ortaya koyan harita irkilticiydi. Uluslararası sistem, siyasal iktidarın fazlasıyla İŞİD ile halvet olduğu noktasında kanaat ötesi bir bilgiye sahip anlaşılan.
ABD’nin Sünni müttefiklerinin katıldığı Cidde toplantısı sonuç bildirisini de 49 rehineyi öne sürerek sadece Türkiye imzalamadı.
Bu koalisyona katılan ülkelerin liderliğini yapan ABD’nin Dışişleri Bakanı John Kerry, çok daha fazlasının yapılmasını istemekle kalmıyor, “Türkiye’nin önümüzdeki günlerde bu konuda karar vereceğini” beyan ediyor.
Galiba şimdi artık “o önümüzdeki günler” geldi.
Siyasal iktidar, IŞİD ile Batı dünyası arasında keskin bir tercih noktasında kalacak.
***
Türkiye’nin kapılarını Katar’ın barındıramadığı Müslüman Kardeşler’e açan Ankara,duvara toslamasına neden olan Sünni-Müslüman dünyasına liderlik sevdasından vazgeçip, keskin bir viraj alarak içinde bulunduğu Batı dünyasında park edecek mi?
Galiba çok yakın günlerde siyasal iktidardan sadece bu sorunun cevabı değil, olumlu yanıt halinde ispatı da istenecek. Rehinelerin bırakılması, Ankara’nın isteksizliğini açıklamak için ileriye sürdüğü mazereti ortadan kaldırdı çünkü.
***
AKP, Sünni-Müslüman halifeliği hayallerinden vazgeçip, yeniden Batı’ya, demokrasiye, hukuka dönecek mi? Ben pek umutlu değilim.
Çünkü burası epeydir Soma gibi yönetiliyor. Okumuşsunuzdur 301 işçinin hayatını kaybettiği Soma maden faciasıyla ilgili ikinci kez inceleme yapan bilirkişinin raporuna göre, işçiler hariç herkes suçlu çıktı. Raporda ayrıca işletmenin işçileri fazla üretim için çalışmaya zorladığı belirtildi.
Ben pek umutlu değilim.
Çünkü, siyasal iktidarın bulaştığı türden yolsuzluklar İtalya’da, Fransa’da, İspanya’da, İsrail’de ve en son olarak da El Salvador da soruşturulup yargılanıyor. Hırsızlığa bulaşanlar cezalandırılıyor ama sadece bizde aynı sürecin adı “darbe “ oluyor.
En fazla da “oyuncak başbakanın” önceki günkü açıklamalarından dolayı umutlu değilim.
Şöyle diyor :
“Birincisi Türkiye’de siyasetin, bizim üzerimizden içselleştirici bir siyaset olması.... Geniş muhafazakar, dindar kesimi, siyasi sistemin parçası değil, temel aktörü haline getirmesi. İkincisi de bizim İslam anlayışımızın, din dersi meselesinde bunu söyledim, bazılarının farklı düşünmesi, din kültürü bilgisine sahip olmamasını gerektirmez, ona sahip olması lazım.
Çünkü bu çevre coğrafyada, din faktörü olmadan hiçbir şeyi izah edemezsiniz. Türkiye’de çok zor izah edersiniz.”
***
Bakanlar Kurulu Başkanı’na göre siyasal sistemin temel aktörü de din faktörü, her şeyin izah anahtarı da din faktörü.
Din olmadan bu bölgede hiçbir şeyi izah edemiyorsunuz, Türkiye’de çok zor izah ediyorsunuz.
Biri de çıkıp bu başbakana bir sorsa, “şu büyümenin niye durduğunu din açısından bir izah etsene hoca efendi...
Hırsızlıkları, yolsuzlukları din açısından izah etsene... Ayakkabı kutularını din açısından izah etsene... Arazi rantlarını din açısından izah etsene... Müteahhitlere devlet kasasından çekilen peşkeşleri din açısından izah etsene...”
Bu din sömürücülüğünden demokrasi, laiklik, insan hakları, çoğulculuk, piyasa ekonomisi filan çıkar mı?
***
49 insanımız sağ salim kurtuldu, bütün ülke mutlu oldu. Rehinelerimizin kurtulmasıyla birlikte de başka bir siyasi süreç başladı.
Türkiye şimdi safını kesin bir şekilde belirlemesi için sıkıştırılacak anlaşılan.
“Siyasal İslam ve din istismarını” demokrasiye feda etmiş bir zihniyetin ve kadronun, gelişmiş dünya ile IŞİD arasındaki çatışmada, “her şeyi izah eden din” adına kafa kesicilerin yanında kalması bütün ülkeyi fena sallar.
Yok eğer, ağır baskılara dayanamayıp IŞİD karşıtı cephede yer alırlarsa, “her şeyi din faktörü izah eder” diyen anlayışlarıyla oluşturdukları ittifaklar sarsılacak.
Palavralarla, algı operasyonlarıyla, havuz medyasıyla gidebilecekleri yere kadar gittiler.
Şimdi gerçeklerle yüzleşecekler.
Bakalım “din faktörü”, içine girdikleri çelişkileri ve karşılaştığımız sorunları nasıl izah edip bir çözüm bulacak.
*Bu yazı gazete360.com'dan alınmıştır