‘Frankfurter Allgemeine Zeitung' gazetesi Joachim Gauck'un yaşı ve sağlık sorunları nedeniyle önümüzdeki yıl cumhurbaşkanlığına adaylığını koymayacak olmasını şöyle değerlendiriyor:
“Gauck'un yerine kimin aday gösterileceği sadece partiler arası aritmetik kurallarını ilgilendiren bir konu değil. Devletin başı sadece devletin noteri ve önemli buluşmaların konuşmacısı olmadığı gibi, protokol tutan başöğretmen de değildir. Bakanlıktan cumhurbaşkanlığı sarayına geçmek isteyen politikacılar böyle düşünüyor olabilirler. Cumhurbaşkanı başkalarının yönettiği bir devleti temsil eder. Joachim Gauck da devlet protokolünün, makamının sınırları olduğunu hissetmiş birinci kişisidir. Bazı sözleri kafalarlı karıştırmış ve anayasa tartışmalarına yol açmıştır. Ama söyleyecek şeyi olduğu için sözleri ciddiye alındı. Görevi bıraktıktan sonra da halkın kulağı onda olacaktır.”
‘Berliner Morgenpost' gazetesinin geçici mülteci ikamet yerlerine yapılan saldırıları konu alan yorumu:
“Toplumun tansiyonu sağ popülizm, Pegida ve Afd'nin peyda olmasıyla daha da arttı. Eskiden siyasi tartışmalar bu kadar hararetli geçmezdi. Ülkeye sığınan insanlara şiddet uygulama eğilimi artıyor. Bu yıl sadece Berlin'de 21 mülteci barınağı saldırıya uğradı. Gelenlerin sayısında önemli azalma olmasına rağmen hemen her gün yabancılar tahkir ediliyor. Kendini aşırı sağcı saymayanların da şiddet eylemlerine karışmaya başlaması ürkütücü bir gelişmedir. Tansiyonu düşürmek için gözler dört açılmalı, tezlerle karşılık verilmeli, ağırbaşlı olunmalı ve hepsinden önemlisi, şiddetten uzak durulmalıdır.”
İsviçre'de istisnasız herkese kayıtsız şartsız temel aylık ödenmesiyle ilgili olarak yapılan referandumda ezici çoğunluk ‘hayır' oyu kullandı. ‘Frankfurter Rundschau' gazetesi İsviçrelilerin hayalperest olmadıklarını vurguluyor:
“Reddedilmiş olsa bile şartsız temel aylık konusu gündemden kalkmış değil. Kalkmaması iyi de oldu. Herkese ödenmesi istenen aylığın finansmanı toplumdaki gelir dağılımını da gündeme getirdi. Hem de, mevcut şartların ‘alternatifsiz' olduğu düşüncesiyle herkesçe kabul edilmeye başlandığı ve sosyal adalet talebinin özel sektöre yük oluşturacağı gerekçesiyle elin tersiyle itildiği bir dönemde. Çoğunluk temel aylığı isabetli bulduğu halde artan milli servetin mevcut şartlar altında paylaşılmasının mümkün olmadığını düşünüyorsa, neyin yetmediğini sormak gerekir: Herkesin iyi ve güvenli geçimini sağlama fikri mi, yoksa bu fikri hayalperestliğe indirgeyen şartlar mı?”
Hillary Clinton'un Puerto Rico önseçimini de kazanmasından sonra başkanlık yarışının Donald Trump ile eski ABD Dışişleri Bakanı arasında geçmesi neredeyse kesinleşti. ‘Berliner Zeitung' gazetesi ‘gelen gideni aratabilir', diyor:
“Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerdeki tedirginlik toplumdaki bölünmenin sadece siyasi partileri birbirinden ayıran hat üzerinde kalmadığını gösteriyor. Dar gelirliler ve orta halliler durumlarından memnun değiller ve zenginlere iltimas geçilmesine öfkeliler. ABD şimdiye kadar böylesine büyük bir tedirginlik atmosferinde başkanlık seçimine hazırlanmamıştı. Lakin tarih, demokratik kurum ve partilerin böylesine kafa karıştıran zamanları hep aşabildiğini öğretiyor. Ama Amerikalılar Obama'yı çök özleyeceklerdir.”