ABD Başkanı Donald Trump altında kendi imzası bulunan yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni bugün açıklayacak. Hürriyet Washington temsilcisi Cansu Çamlıbel, Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Herbert Raymond McMaster’dan gelen, “Türkiye radikal İslamcı ideolojiyi destekliyor” minvalindeki değerlendirmelerin "hayra alamet olmadığını" söyleyerek, "McMaster Ankara’dan gelen şiddetli tepki sonrasında açıklamasını düzeltmeye çabalamış olsa da ilk çıkışı aslında Trump yönetimi içindeki genel bakışın izlerini taşıyor" ifadesini kullandı.
Cansu Çamlıbel'in söz konusu haberi aynen şöyle:
ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Herbert Raymond McMaster ve ekibinin üzerine aylardır mesai yaptığı Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde Katar-Müslüman Kardeşler çizgisine yönelik mücadelenin sertleşeceğine yönelik önemli ipuçları olması bekleniyor. ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Nikki Haley’nin geçen hafta içinde füze parçaları önündeki şovuyla dünyadaki baş terörizm sponsoru olarak lanse ettiği İran’a karşı uluslararası koalisyon arayışı da yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin bir başka ayağı olacak. Sadece bu iki gelişme üzerinden dahi zaten aylardır yüksek gerilim hattında giden Ankara-Washington ilişkilerinde ortak paydanın gittikçe daha da azalacağını kestirmek zor değil.
Trump’ın Beyaz Saray’ı içinde nüfuz kavgaları içinde kâh yıldızı yükselen kâh kapının önüne konacağı söylenen Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster, her şeye rağmen Türkiye politikası söz konusu olduğunda sözü geçen bir isim. Beyaz Saray içindeki en büyük müttefiki olan yardımcısı Fiona Hill, Türkiye dosyasını bizzat yönetiyor. Bu ikilinin ABD Başkanı Donald Trump’ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmelerde verdiği spontane sözlerden hiç haz etmediği de biliniyor. Son örnek iki lider arasında 24 Kasım’da gerçekleşen telefon görüşmesinde Trump’ın Erdoğan’ın YPG sitemi karşısında “Artık onlara silah göndermeyeceğiz” deyivermiş olması. Trump’ın bu sözlerinin sadece Pentagon’da değil Beyaz Saray’daki Ulusal Güvenlik Konseyi için bile belli ölçüde sürpriz olduğu belirtiliyor.
ABD yönetiminin Suriye’de savaş sonrası döneme geçişte YPG içindeki PKK etkisini kıracak formül arayışında olduğu doğru. Ancak YPG ile ilişkinin dinamiğinin bugünden değişeceğini söylemek Trump’ın Ankara nezdindeki inandırıcılığını iyice zedelemekten öte bir işe yaramadı. Nitekim Trump’ın geçen hafta imzaladığı 2018 Savunma Bütçesi’nde “eğit-donat programı” çerçevesinde Suriye’ye ayrılan para 500 milyon dolar. Kimin eğitileceği ve nelerle donatılmaya devam edileceği malum. Rakka düştükten sonra ABD’nin Suriye’ye daha fazla zırhlı araç ve anti-tank göndermemesi kimseyi şaşırtmaz ancak mevcutların da yarın toplanmaya başlanamayacağı ortada. Hele de Savunma Bakanı Jim Mattis ortada “IŞİD'in bittiğini söyleyenlere inanmayın” diye dolaşırken.
McMaster’ın, “Radikal İslamcı ideolojinin yardım kuruluşları, medreseler ve dernekler aracılığıyla nasıl ilerletildiğini yeterince dikkate almadık. Suudi Arabistan’ın yıllar önce bu kuruluşlara desteği vardı ama bugün bu ideolojinin ana destekçileri Katar ve Türkiye” sözlerine geri dönersek, bu tür ifadelerin ilk olmadığını hatırlamakta fayda var. Geçen haziranda ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu’ndaki bir konuşmasında Müslüman Kardeşler’in bazı unsurlarının hükümetlerin parçası haline geldiklerini söylerken Türkiye ve Bahreyn’e işaret etmişti. Trump’ın aşırı sağcı eski baş stratejisti Stephen Bannon ekimde El Awsat gazetesine verdiği demeçte, “Türkiye bizim için İran’dan daha büyük tehlike” demişti. McMaster, Londra merkezli düşünce kuruluşu Policy Exchange’deki 12 Aralık tarihli konuşmasında çıtayı daha da yükselterek doğrudan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ismini telaffuz etmekte bir beis görmedi. Dahası McMaster, Türkiye’nin Batı ile büyüyen sorunlarının büyük ölçüde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mensubu olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yükselişinden kaynaklandığını ileri sürdü.
Trump’ın İran’a yaptırımları konusundaki kararını gözden geçirmekte olduğu 90 gün, 13 Ocak’ta doluyor. Tesadüf o ki New York’ta eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla üzerinden devam eden İran yaptırımlarını delme davasının da ocak ayının ilk haftalarında nihayetlenmesi muhtemel. Trump’ın BM Daimi Temsilcisi Haley’nin geçen hafta Anacostia-Bolling Üssü’nde füze parçaları önünde İran’ı Suudi Arabistan’ı hedef almaları için Yemen’deki Husi isyancılarına balistik füze tedarik etmekle suçlaması tesadüf değil. Trump yönetimi İran’a yönelik sertlik politikasının taşlarını döşüyor. ABD Kongresi’nde ise ikincil yaptırımlardan Türkiye’nin de etkilenebileceği konuşulmaya başladı bile.
McMaster’ın durumu belirsiz. Bannon gitti. Trump ile Kuzey Kore ve İran başta pek çok konudaki görüş ayrılıkları ayyuka çıkan Dışişleri Bakanı Tillerson’ın ise şubat ayında görevi bırakması bekleniyor. Ancak bu Türkiye için iyi haber olmayabilir. Zira Dışişleri Bakanlığı için en kuvvetli adayın CIA Başkanı Mike Pompeo olduğu konuşuluyor. Peki Mike Pompeo kim? Günlük istihbarat brifinglerinde Türkiye’nin İran ile son dönemde artan yakınlığını ve Venezuela Devlet Başkanı Maduro gibi isimlerin Ankara’ya ziyaretlerini ısrarla Trump’ın gündemine getiren isim. Dahası Pompeo’nun 15 Temmuz darbe girişiminin ardından attığı “İran da Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hükümeti kadar demokratik. Her ikisi de İslamcı totaliter bir diktatörlük” tweeti de hafızalarda. Kulislerde konuşulan Pompeo, Dışişleri Bakanlığı’nı alırsa yardımcılığına George W. Bush yönetiminin önemli isimlerinden Juan Zarate’yi getireceği. Zarate ismi de Türkiye açısından çok parlak bir haber değil. Zarate uzun yıllar ABD Hazine Bakanlığı’nda finansal terör kavramına bağlı yaptırımları hazırlayan beyin takımı içindeydi. Zarrab davası gibi davaların önünü açan sistemden bahsediyoruz.