ABD'de gözler 7 eyalete kilitlenecek

ABD'de gözler 7 eyalete kilitlenecek
* ABD seçimlerini değerlendiren Washington Enstitüsü Türkiye Masası Direktörü Soner Çağaptay, Virginia, Ohio, Pennsylvania ve Florida'nın kilit eyalet olacağını söyledi * Çağaptay, "Obama’nın genel tabanı aslında CHP’nin tabanına benziyor. Yani Obama’ya da asıl olarak Washington’un Levent gibi mahalleleri oy verecek, Gültepe gibi mahalleler değil. Zencileri hariç tutarak söylüyorum. Ama Amerika’nın asıl İzmir’i San Francisco’dur. Demokratların o kalesi asla düşmez" diye konuştu Washington Enstitüsü Türkiye Masası Direktörü Soner Çağaptay’ın bu izlediği beşinci ABD seçimi. Ancak daha da önemlisi Çağaptay’ın, Türkiye hakkında hazırladığı raporları Beyaz Saray’da konuşulan bir analist olması... Milliyet gazetesi, Çağaptay’la ABD seçimlerini ve Türkiye üzerindeki etkilerini konuştu. Çağaptay, Türkiye gündemine ilişkin değerlendirmelerde de bulundu: - Size göre de yarın Obama’nın kazanacağı kesin mi? “Popular vote” dediğimiz toplam oyda kesin gibi, ama Amerikan seçim sisteminin bir azizliği var, o da şu: Seçilmek için çok oy almak gerekmiyor, ikincil seçmenlerin, yani “Electoral College”ın çoğunluğunu almak gerekiyor. - “İkincil seçmen” ne demek? Amerika’da 50 eyalet var. Her eyalette oyların çoğunluğunu kazanan, eyaletteki puanların da tümünü almış oluyor. Buna “ikincil seçmen” deniyor. Mesela diyelim ki Obama California eyaletini McCain’e 5 milyon oy fark atarak aldı, Ohio eyaletini de sadece 100 oy farkla kaybetti. Amerikan seçiminde aradaki o 4 milyon 999 bin 900 oyun hiçbir değeri yok, durumları 1’e 1 eşit. Dolayısıyla toplamda ne kadar oy aldıkları önemli değil, önemli olan kaç eyalet ve hangi eyaletleri kazandıkları. - Eyaletten eyalete de fark ediyor yani? Tabii, eyaletlerin nüfuslarına orantılı olarak Kongre’ye gönderdiği milletvekili sayısı değişiyor, zaten ona göre de ikincil seçmen sayısı farklı oluyor. Mesela Florida’dan 27, Wyoming’den üç milletvekili gidiyor Kongre’ye. - Bu “ikincil seçmen” faktörü Obama’ya seçim kaybettirebilir mi peki? İhtiyatlı davranmak lazım, çünkü Obama’nın, “Bradley faktörü” denilen bir riski de var. “BRADLEY FAKTÖRÜ” MCCAİN’E YARAYABİLİR - O nedir? Bradley, ABD’deki gizli ırkçılığı açıklayan bir fenomen. 1970’lerde Tom Bradley adında bir adam var; zenci. Bu adam Kaliforniya valiliği seçimlerine giriyor. Seçime kadar yapılan bütün anketlerde yaklaşık 10 puan önde. Hatta seçim günü sandıklardan çıkan insanlarla yapılan anketlerde dahi hep o önde. Yani sandıktan çıkan insanlar diyorlar ki, “Ben bu adama oy verdim.” Fakat Bradley açık farkla kaybediyor. - Çünkü yalan söylüyorlar? Evet, Amerika’da insanlar “Bir zenci adaya oy verir misiniz?” sorusunu “Siz ırkçı mısınız?” sorusu olarak algılıyorlar ve bu soruya “Hayır, oy vermem” cevabı vermelerinin “Evet, ben ırkçıyım” anlamına geldiğini düşünüyorlar; o yüzden de anketlerde yalan söylüyorlar. ABD’de anketler çok güvenilirdir, ancak zenci aday söz konusu olduğunda orada hep bir Bradley faktörüne ihtiyat payı bırakacaksınız. - Sizce Obama için kaç puanlık bir paydır bu? Tom Bradley’nin döneminde yüzde 10’du bu pay, şimdi bunun yüzde 3’e, 4’e düştüğünü söyleyenler var. Ama yüzde 4 dahi olsa Obama şu anda zaten 5-7 puan önde olduğuna göre demek ki anketlerdeki 2-3 puanlık yanılma payı da göz önüne alındığında çok başa baş bir durum var ortada. - McCain kazanırsa hiç de öyle şok olmayalım o zaman? Toplam oyda Bradley faktörü etkili olmayabilir, ama pek çok kilit eyalette Obama’nın sadece bir puan önde olduğunu dikkate alırsak, evet Obama’nın Amerika bazında oyun çoğunu almakla beraber kimi kilit eyaletlerde kaybetme ihtimali var. 02.00’DE DÖRT EYALETE BAKIP DURUMU ANLAYABİLİRİZ - Bu da demek oluyor ki gözümüz kulağımız o eyaletlerde olacak? Tabii, ABD’de 50 eyaletten 21-22 tanesi sürekli Demokratlara oy verir. Onlar “mavi” eyaletlerdir. 21-22 tanesi de sürekli Cumhuriyetçilere oy verir, onlar da “kırmızı” eyaletlerdir. Ama bir de her seçimde değişken oy veren “mor”, yani kilit eyaletler vardır. Seçimler de zaten asıl bu 6-7 kilit eyalette geçer. - Hangileri onlar? Doğu kıyısında Virginia, Ohio, Pennsylvania, Florida. Orta Batı’da Missouri, Batı’da Nevada ve Colorado. Dolayısıyla biz yarın ABD saatiyle 19.00, Türkiye saatiyle 02.00’de Amerika’nın ilk Doğu kıyısından sonuçlar açıklanmaya başlayınca hemen Florida, Ohio, Pennsylvania ve Virginia’ya bakacağız. Eğer bu dört eyalette Obama kazanıyorsa, Obama seçimleri almış demektir, yatıp uyuyabiliriz. - Yok almadıysa? O zaman bir saat sonraki zaman dilimi olan Orta Batı’dan gelen sonuçları, hatta iki saat sonraki zaman dilimi olan Pasifik kıyısından gelen sonuçları beklememiz gerekiyor. Bu da sabaha kadar ayakta kalacağız demektir. EVİNDEN İLK KEZ ÇIKACAK SEÇMEN BİR MUAMMA - Oy sayma işi her zamankinden uzun sürebilir mi; çünkü galiba ilk kez katılımın yüksek olması bekleniyor? Evet, Obama Amerikan seçmenini heyecanlandırdı. Bu kez kullanılan oy sayısında çok ciddi bir artış olabilir. Oysa ABD seçimlerinde oy kullanma oranı ortalama yüzde 55’tir. 60’a yaklaştığı zaman insanlar çok sevinir, “Amerikan halkı siyasete çok ilgili” diye… - Bütün heyecan Obama’nın rengine mi? Bu çok önemli bir faktör. Zenciler Amerika nüfusunun yüzde 13’ünü oluşturuyor ve normalde özellikle şehirli zencilerde oy kullanma oranı düşüktür. Ama bu kez silme oy kullanacaklar. Buna karşılık bir zencinin başkan olmasını istemeyen, açıktan buna karşı olanlar da silme oy kullanacak. İkinci faktör ise değişimden yana olanlar ve gençler. Obama değişim vaatleriyle onları da oy kullanmaya ikna etmiş görünüyor. - Peki evinden ilk kez çıkacak bu seçmenler bir sürpriz yaratabilir mi?Olabilir, çünkü ABD’de seçim anketleri daha önce oy vermiş, kayıtlı seçmen üzerinde yapılır. ABD’de oy vermek zorunlu olmadığı için şimdi kayıtlı seçmen sayısında mutlaka bir sıçrama olacak, ama bu hangi tarafa yarayacak, onu da ancak çarşamba sabahı anlayacağız. OBAMA’NIN TABANI CHP TABANINA BENZİYOR - O zaman üç bilinmeyenli oldu bu seçim: 1-Eyaletlerdeki ikincil seçmen. 2-Bradley faktörü. 3-İlk kez oy kullanılacak, o yüzden de hakkında hiç fikir sahibi olunmayan seçmen. Evet, o yüzden aslında hep McCain’i de hesaba katarak konuşmalıyız. - McCain için neresi İzmir veya Obama için neresi Konya? “Vayyy” dedirtecek eyaletler hangileri? Demokratlar Ohio’yu alırsa çok başarılı olmuşlar demektir. Çünkü Ohio “K-Mart” (ABD’de her şeyin ucuza bulunduğu mağazalar zinciri) kültürünün hakim olduğu, pek kozmopolit olmayan, muhafazakar orta sınıfın bulunduğu bir eyalet. Oysa ABD’de solculuk şehirlerdeki bir üst-orta sınıf fenomenidir. - Bizdeki gibi?Kesinlikle; Obama’nın genel tabanı aslında CHP’nin tabanına benziyor. Yani Obama’ya da asıl olarak Washington’un Levent gibi mahalleleri oy verecek, Gültepe gibi mahaller değil. Tabii zencileri hariç tutarak söylüyorum. - Peki, McCain için? Pennsylvania gibi bir eyaleti alırsa “Vayyy” denir. Ama Amerika’nın asıl İzmir’i San Francisco’dur. Demokratlar için o kale asla düşmez. BU SEÇİM KAMPANYASINDA DÜNYA REKORU KIRILDI - Yarınkiyle beraber ABD’de kaç seçim izlemiş olacaksınız? Bu beşinci. - Sizin 2008 ABD seçiminden en çok aklınızda ne kalacak? Obama’nın topladığı müthiş para miktarı: En son geçen haftaki rakamlara göre 600 milyon dolar. İlk kez bir ABD Başkan adayı devletin kendisine verdiği 87 milyon dolar yardımı kabul etmedi. Çünkü kabul etseydi ancak ek olarak bir 87 milyon dolar bağış toplayabilirdi. Yasalar böyle diyor. Onun yerine Obama bu kanuni kısıtlamadan kurtuldu ve ilk kez bir seçimde internet aracılığıyla rekor düzeyde bağış topladı. Küçük bir Pasifik ülkesinin gayri safi milli hasılası kadar bağış... Kesinlikle aklımda bu kalacak. HILLARY, CAM TAVANI KIRDI - Dünya kadınlarının da galiba şu kalacak aklında: ABD gibi ırkçılığın olduğu bir ülkede bile insanlar bir kadını seçmektense zenci bir erkeği tercih etti. Size göre sorun neydi; Hillary Clinton’ın kadın olması mı, yoksa sadece kendisi mi? Bunu ben de çok düşündüm ve şuna karar verdim: Evet, mesele Hillary Clinton’ın kendisi değil, kadın olmasıydı. Çünkü Amerika asla bir Finlandiya değil. Asıl Amerika tutucu, din değerlerine bağlı, dışarıya kapalı ve direklerinde basketbol sahası büyüklüğünde bayrakların dalgalandığı bir ülke. Böyle bir Amerika’da kadın adayın seçilmesi çok zor, ama Hillary Clinton hiç değilse şunu başardı; cam tavanı kırdı. - Sizce Hillary’ciler McCain’e dönebilirler mi? O ihtimal vardı, çünkü aslında zaten McCain siyasi olarak demokratlara daha yakın, liberal bir aday gibi görünüyordu. McCain asla bir Bush olmadı. O yüzden Obama’nın Hillary’e karşı yürüttüğü çirkin stilinden etkilenenler McCain’e dönebilirdi. Ta ki McCain yardımcı olarak katı muhafazakar Sarah Palin’i yanına alana kadar. - Palin, sizce toplamda McCain’e kazandırdı mı yoksa kaybettirdi mi? Seçim anketlerine baktığımızda Palin’den sonra McCain’in oy oranları ciddi bir yükselişe geçti. Palin gerçek Amerika’dan çok oy getirdi McCain’e. Ama ne zaman ki global ekonomik kriz başladı Palin’in partiye getirdiği rüzgar da yok oldu. OBAMA, TOPLUMU BÖLMEDİĞİ İÇİN BAŞARILI OLDU - Obama bir zenci olmasına karşın Amerikalılardan bu kadar büyük bir sevgiyi nasıl topladı? Çünkü Obama toplumu polarize etmedi; “Biz ve onlar”, “Zenciler ve beyazlar”, “Fakirler ve yoksullar”, “Kiliseye gidenler ve gitmeyenler” diye bölmedi. Obama herkesin başkanı olacağını söyledi. Amerikan halkına “Ben birleştirici adayım” dedi. Aslında kültürel olarak beyaz biri, ama yine de çok rahatlıkla mağduriyet edebiyatı yapabilirdi. Çünkü Obama bu mağduriyeti yaşadı ve aslında her gün de yaşıyor. Kesinlikle ayrımcılıktan muzdarip olmuş biri. Ama buna rağmen bu temayı hiç kullanmadı. Zaten kullansaydı şu ana kadar ki başarısını kazanamazdı. - Obama seçilirse bu gerçekten bir devrim olur mu? Amerika’nın iç politikasında evet, devrim olur. Çünkü azınlığa dahil olan bir adamın çoğunluk oyuyla iktidara geldiği bir seçim olacaktır. Ben Amerika’da zenci olsam ağlardım seçimlerden sonra; o kadar önemli bir devrim iç siyasette. - Peki, dünyanın bütün ezilmişleri ve azınlıkları adına biz de ağlayalım mı? Yok, o kadar değil. Sonuçta bir zenci bile olsa, seçilmesi halinde o ABD’nin Başkanı olacak. Yani Pakistan’daki insansız hava uçaklarından bir istihbarat gelip de “Usame Bin Ladin Pakistan’ın şu bölgesindeki bir köyde, şu evde saklanıyor, hemen vuralım mı Sayın Başkan” diye sorulduğunda, o da “Vurun” dediğinde ve o evden yanlışlıkla öldürülmüş çocuk cesetleri çıktığında anlayacağız ki Obama zenci, ama o bir ABD Başkanı. OBAMA SEÇİLİRSE “HAÇLI” MANTIĞI DA BİTTİ DEMEKTİR - ABD, her zaman ABD’dir diyorsunuz, ama yine de soralım, sizce Obama hangi ABD’nin tercihi? Sanırım ABD Dışişleri Bakanlığı’nın önüne bir seçim sandığı konsa Obama kazanır, Pentagon ve Savunma Bakanlığı’nın önündeki sandıktan da McCain çıkar. - Sizce Dışişleri’nin Obama tercihinin perde arkasında ne var; acaba ABD’nin dünyaya bakışı mı değişiyor? Şu var: Amerika Taliban’la El Kaide arasındaki ayrımı görmeye başladı. - Yani 11 Eylül dönemini kapatıyor mu Amerika? Hayır, ama İslam’la El Kaide’yi birbirinden ayırıyor, El Kaide’ye odaklanıyor. - Bu da “Medeniyetler çatışması” tezinden vazgeçtiği anlamına gelir mi? Tabii, çünkü kendisine karşı global bir İslami cihat olduğu fikrinden vazgeçiyor, kendisine karşı sadece bir El Kaide tehdidi olduğunu kabul ediyor ve ona doğru yöneliyor. - Yani Bush’un “Haçlı seferberliği” dönemi geride kalabilir mi? Obama seçilirse evet. - Peki şu ana kadar bir “Ekim sürprizi” çıkmamasını hesaba katarsak Obama’nın seçilmesini ABD’nin bir değişim iradesi olarak algılayalım mı? Ekim sürprizi? - Hani geçen ABD seçimlerinde tam Bush kaybedecekken 29 Ekim’de Usame Bin Ladin’in görüntüleri çıkmıştı, “ABD’yi şöyle bombalayacağım, böyle vuracağım” diye ve sonra aniden ibre Bush’a dönmüştü? Bence geçen seferki o görüntüleri çıkaran Usame Bin Ladin’di, ama bu kez Usame Bin Ladin o görüntüleri çıkarmıyor. - El Kaide yanlıları internet aracılığıyla McCain’in kazanmasını istediklerini açıkladıkları halde mi böyle düşünüyorsunuz? Ne demek istediğinizi anladım, ama ben onu görmedim. Ancak tabii şunu da söylemek mümkün: Taliban’ın idare ettiği, ama El Kaide’nin barınmadığı bir Afganistan’la Amerika yaşayabilir. Doğrusu ABD’de ben bunu görüyorum ilk defa. DÜNYA DA, ABD DE DAHA “İZOLASYONİST” OLACAK - Sizce Obama yeni bir Clinton olur mu? İşi çok zor, çünkü ne olursa olsun Clinton 11 Eylül öncesinin dünyasında bir Amerikan başkanıydı. Polarize olmuş bir dünyada, önünde İran ve Afganistan’la ilgili alınacak kararlar dururken demin söylediğim yanlış istihbaratla vurulmuş bir Pakistan evi Obama’nın Clinton olma ihtimalini bitirir. - Bir yerdeki ders notlarınızda vardı; siz Obama için seçim kampanyasına kadar “idealist”ti, sonra “realist” oldu diyorsunuz. Seçilirse sırada ne var, “neocon”, “izolasyonist”? Bence kısmı de olsa izolasyonist. Bu bizde de olacak. Çünkü global krizden dolayı pek çok ülkede “iktisadi milliyetçilik” başlayacak. Yani globalizasyona karşı çıkan, IMF’ye taş atan, Batı sermayesine kızan siyasi akımlar güçlenecek. Ülkelerin etrafına yüksek siyasi ve iktisadi duvarlar çekilen bir döneme gireceğiz. Amerika da bu akımdan muzdarip olacak ve hele de Obama McCain’e göre daha popülist olduğu için iktisadi milliyetçiliğe daha yakın bir aday. Seçilmesi durumunda dünya meselelerine fazla karışmama, sorunları da halletmek için Amerikan kaynaklarını kullanmama yönünde tavır koyabilecek. - Bu arada McCain için tanımınız nedir? McCain'i bir realist neo-con olarak tanımlamak mümkün. - Sizce seçilirse Obama iki dönem başkan olacak bir isim mi yoksa bir dönem gelip gider mi? Obama çok şey vaat ederek geliyor, o yüzden bu soruya yanıt verebilmek için ilk bir yılı çok kritik. Vaat ettikleriyle köşe sıkıştırılma olasılığı çok büyük, kesin bir şey söyleyemiyorum. MCCAİN OLURSA TEKE TEK, OBAMA OLURSA 26’DA BİR - McCain mi, Obama mı? Sizce Türkiye’nin menfaati hangisinde? Şimdi size öyle bir şablon vereceğim ki, bunu hangi meseleye uygularsanız uygulayın “Obama ne yapar?”, “McCain ne yapar?”; bu soruların yanıtını çıkartabilirsiniz. O şablon şudur: McCain iki taraflı bir dış politika uygulayacak, Obama ise çok taraflı dış politika uygulayacak. Bush’u biliyorsunuzz, o zaten tek taraflı politika uygulamıştı. Yani “Ben Irak’ta bunu yapacağım, katılıyor musunuz, katılmıyor musunuz?” Amerika iradesini beyan eder, katılanla hareket eder, katılmayana da gelme der. Çift taraflılık ise iradesini belli etmeden önce plan oluşturma aşamasında gidip o ülkelerle konuşmaktır. Yani McCain bize gelip İran, Rusya, Irak, Afganistan konularında danışır. Obama ise çok taraflılık uygulayacak. Nedir? Uluslararası kurumlar üzerinden meşruiyet kuracak. Yani İran konusunda bize gelip danışmaktan ziyade bize NATO’da danışacak ya da BM Güvenlik Konseyi’nde danışacak. - O da Türkiye’nin sözünün gücünü bir nebze dağıtmış olacak?.. Tabii, Türkiye NATO’daki 26 ya da BM Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) 15 ülkeden biri olacak. McCain’in başkan olması durumunda ise iki ülkeden biri olacak, çünkü bire bir müzakere edecek. - Peki bu Türkiye’nin ikili ilişkiler etrafında üstlenmeye çalıştığı “ara buluculuk” kimliğine zarar verir mi? Tabii, çünkü BMGK’deki koltuk biraz yakıcı bir koltuktur. Obama sadece o koltuktaki Türkiye’yle görüşmeyi tercih edeceği için bu da demek oluyor ki Türkiye örneğin İran konusunda arabuluculuk yapamayacak, Konsey’deki işlevinin dışına çıkamayacak. - Şablonu verdiniz, ancak Obama’nın şablon dışı bir durumu var: Obama için deniyor ki, “Dış politika bilmez”; sizce? Zaten Obama’nın en büyük handikabı bu, gerçekten de dış politika konusunda tecrübesiz olduğu söylenir. - Joseph Biden gibi bir dış politika uzmanını yardımcı seçmesi de bunun itirafı mı? Tabii, o yüzden bizim de dış politikada “Obama-McCain” yerine “Biden-McCain” karşılaştırması yapmamız daha doğru olur. BİDEN, CHENEY’LEŞEBİLİR - Biden deyince Türkiye’nin aklına gelen Ermeni soykırımı tasarısının geçmesi için gösterdiği gayret ve Irak’ın üçe bölünmesi fikri geliyor. Obama seçilirse Biden’a bu konularda “dur” diyecek kimse çıkmaz mı? Hayır çıkar, çünkü Amerika’nın genel Irak stratejisi de, soykırım tasarası konusundaki yaklaşımı da, Türkiye’nin önemini kavrayışı da Biden’ınkinden farklı. - Peki sizce Obama’nın üzerinde hangisi etkili olur; ABD Dışişlerinin gelenekleri mi, Biden mı? Ben orada bir gel git olacağını sezinliyorum. - Yani Biden yeni bir Dick Cheney olur mu? Cheney-vari olabilir. Tabii, bu arada Demokratlar Bush’u hep teamüllerin dışına çıkan, dış politikada egemenlik kuran Cheney gibi bir yardımcısı olmakla eleştirmişti. Şimdi aynısını kendilerinin yapmasını açıklamaları zor olacaktır. - Biden’ın yardımcısı Tony Blinken; onun Türkiye’yi iyi tanıyor olması avantaj olabilir mi? Blinken benim Georgetown Üniversitesi’nde oda komşum ve Türkiye’ye çok olumlu baktığını şahsen biliyorum. Blinken Türkiye için bir şans, ama unutmayalım ki Biden’ın başka danışmanları da olacak. TÜRKİYE, 24 NİSAN’A KADAR ZAMANLA YARIŞACAK - Obama seçilirse mesela Kıbrıs’ta neyle karşılaşabilir Türkiye? Biden her ne kadar Rum lobisiyle sıcak ilişkileri olan birisi olsa bile ABD’nin Kıbrıs konusundaki “iki toplumlu iki bölgeli federasyon” tavrından çok vazgeçeceğini sanmıyorum. - Ama emin değilsiniz? Emin olmanın en erken yolu şu: Amerikan Başkanı’nın seçimlerden sonra Kıbrıs’a atayacağı temsilcinin kim olduğuna bakmak. Eğer etkin, önemli bir ismi atıyorsa bilelim ki, ABD Kıbrıs’ta farklı bir şeyler yapacak. Yok, eğer sıradan bir ismi atarsa bilelim ki, ABD bu işi düşük viteste, otomatik pilotta götürecek. - Ya peki “Ermeni soykırımı” meselesi ne olur? Başkan 4 Kasım’da seçilse de Beyaz Saray’dan içeri aylar sonra girecek. Seçimden 77 gün sonra, yani Ocak’ın 19’u, 20’si gibi bir şey. - Yani 24 Nisan’a çok az bir zaman kala… Obama’nın dış politikadaki tecrübesizliğini ve hele de Biden’ı hesaba katarsak sizce 24 Nisan’da ne olur? Türkiye hakkında henüz brifingler almamış, henüz Afganistan veya Irak’ın kapağını açmamış, Türkiye’nin ABD için stratejik değerini henüz kavrayamamış bir Obama’nın masasına “Siz Ermenilere bunun sözünü verdiniz, haydi şimdi yerine getirin” diye bir tasarı konması çok olası. O yüzden bence 24 Nisan’a kadar zamanla bir yarış söz konusu olacak. İLK ZİYARETİNDE “HOŞGELDİN HÜSEYİN” PANKARTI - Türkiye ne yaparak kazanabilir bu yarışı? Obama büyük bir olasılıkla ilk seyahatini Afganistan’a ve Irak’a, ikinci seyahatini Avrupa’ya yapacak. Avrupa ziyareti kapsamında Türkiye’ye gelmesi onun Türkiye konusundaki öğrenme evresine girmesi için çok faydalı olur. Alanda “Hoş geldin Hüseyin” yazılı pankartlarla karşılanması, Boğaz’da balık yiyip rakı içmesi çok önemli. - Yeter mi? Yetmez. Türkiye’nin bu arada Ermenistan’a da jest yapması lazım. Mesela Cumhurbaşkanı Gül nasıl Ermenistan’a gittiyse, sıra şimdi Ermenistan Cumhurbaşkanı’nda, o Türkiye’de ağırlanabilir. - Ama Gül maç için gitmişti, bir daha ki Türkiye-Ermenistan maçı taa sonbaharda? Maç olmazsa, Şubat ayında bir Ermeni kilisesinin restorasyon sonrası açılışı olabilir, tesadüf Boğaziçi Üniversitesi’nde bir Ermeni konferansı yapılıyordur veya bir Ermeni sanatçının konseri vardır, istenirse bir şey mutlaka bulunur. - Başka? Başka, tabii en önemlisi Obama’nın kulağına şunun gitmesi gerekiyor: “Bu tasarı ABD’den geçerse, Türkiye bunu unutmaz.” “OSLO KRİZİ” YAŞANMAZSA BARZANİ ANKARA’YA GELİR - Gelelim Kürt meselesine; sizce Biden şu Irak’ı üçe bölme fikrini unutmuş mudur? İnşallah unutmuştur, çünkü bu fikri Biden’ın Irak konusuna ne kadar naif baktığını gösteriyor. Irak’ı birbirine teyellenmiş üç kompartımandan bir ülke sanıyor olmalı ki teyelleri atınca üçe ayrılsın. O yüzden inşallah unutmuştur diyorum. - Biden’ın Iraklı Kürt liderlerle arası nasıl olur sizce? Irak Kürtlerinin Obama nezdinde de Biden nezdinde de bir miktar sempati bulma şansı var. Çünkü Obama’ya kendilerini “ezilen” olarak anlatacaklardır. Obama bu tür retorikleri dinleyebilecek bir isim ve zaten Demokrat. Ancak ABD’nin devamlılık arz eden dış politika eliti içinde Iraklı Kürtlerin kıymeti Iraklı Araplara nazaran azalmış durumda. - Barzani’yi Ankara’da görmemize az kaldı mı sizce; çünkü Obama’nın seçim bildirgesinde buna benzer bir ifade var, ki Ankara da sanki bu anlayışta? Olacak, oluyor da bence… Yeter ki bir “Oslo krizi” yaşanmasın. Nedir Oslo? İsrail Filistinlilerle görüşme yaparken her şey güllük gülistanlıktı ve birden bire ikinci intifadaya başlanması barış görüşmelerini kökünden çökertti. - Yani yeni bir Aktütün olmazsa Barzani Ankara’ya gelebilir diyorsunuz? Aynen öyle, PKK’nın vanalarından biri Barzani’nin elinde ve biliyoruz ki Barzani istemediği zaman PKK şiddeti kesiyor. Bunu geçen sene seçim döneminde, yazın gördük. Şimdi de sıkarsa vanayı Ankara’ya gelebilir. Kaldı ki gelmesinin faydalı olduğunu düşünenler de var. Türkiye’nin Kuzey Irak’a iktisaden sahip olması, yani oradaki otellerin, hava alanlarının, büyük şirketlerin, sigorta şirketlerinin, marketlerin, alış veriş merkezi zincirlerinin sahibi olması Türkiye’nin Kuzey Irak’taki yumuşak gücüdür. Biliyorsunuz, Yunanistan’ın Makedonya’yla ciddi bir anlaşmazlığı var, Yunanistan Makedonya’nın adını dahi reddediyor, diplomatik ilişkisi yok. Ben bir Yunanlı arkadaşıma sordum, “Siz Makedonya konusunda eskiden daha serttiniz, niye yumuşadınız?” dedim. “Çünkü biz artık Makedonya’ya sahibiz” dedi. Yani rafinerisine, bankasına sahip olunca tehdit algılaması da zayıflamış. - Peki ABD bunu Türkiye için niye istiyor? Çünkü Irak’taki iktisadi bir boşluğu İran yerine Türkiye’nin doldurmasını tercih ediyor. MCCAİN-ERDOĞAN ARASINDA BALAYI YAŞANMAZ - Yarın seçilecek Başkan göreve gelir gelmez kendisini kanıtlayayım diye İran veya Rusya üzerinden bir çılgınlık yapabilir mi? Adayların aslında ne Rusya ne de İran konusunda birbirlerinden farkları var. Tek farkları metodolojik. Yani ikisi de İran’ın nükleer bomba yapma çalışmasını engellemeye çalışacak. İkisi de ilk olarak İran’a mali ambargo rejimi kurmaya çalışacak. Bunun için ikisi de Rusya’ya ihtiyaç duyacak. Yapacakları ancak bunlar olur, ama bunları yaparken Obama çok taraflı siyaset izleyecek, McCain ikili. - McCain'in Türkiye’ye bakışı sizce nasıl olur? “Türk usulü laiklik olmadan Türkiye'de demokrasinin olmayacağı” mülahazası ve ayrıca “Türk dış politikasında AKP döneminde atılan birtakım adımların Türkiye’nin Batı ittifakına verdiği sözlerle çelişip çelişmediği” soruları McCain bakış açısında çokça tesirli olacak gibi görünüyor. Bu sebeple McCain ile Başbakan Erdoğan arasında bir balayı yaşanacağını söylemek zor. Ancak bu arada McCain döneminde PKK'ya karşı ABD desteğinin "siyasi çengelsiz" olacağını da tahmin etmek mümkün. OBAMA’NIN DOĞAL PARTNERİ CUMHURBAŞKANI GÜL OLUR - Eğer seçilirse sizce Obama ve Erdoğan arasında nasıl bir bağ kurulur? Washington’da henüz çok keskinleşmiş olmasa da bir süredir şöyle bir hava var: Başbakan Erdoğan’ın 2007 seçimlerinden bu yana siyasetteki üslubunun sertlik ve polarizasyona yol açtığı düşünülüyor. Buna karşılık Cumhurbaşkanı Gül’ün izlediği yumuşak ve birleştirici siyasetin Türkiye için gerginlikten uzak bir siyasi ortam yaratması açısından daha faydalı olduğuna inanılıyor. - Eskiden de Gül’den haz etmiyor değiller miydi, ne değişti? 1 Mart tezkeresinin geçmemesinin müsebbibi olarak ABD’de birçok kişi Gül’ü görüyordu ve aradaki soğuk hava oradan kaynaklanıyordu. Ama bu durum özellikle cumhurbaşkanlığı döneminden sonra ciddi biçimde yok oldu. Hele de Gül’ün Ermenistan ziyareti gibi sembolik adımları ve siyasetteki yumuşak üslubu Washington’da çok büyük sempatiyle karşılandı. - Bu durum Washington’un Başbakan’la ilişkilerini etkileyecek kadar ciddi bir unsur mu sizce? Thomas Jefferson, Amerika’da demokrasinin de laikliğin de kurucusu olarak görülen bir isim. Ben Obama’nın Türkiye’ye Jefferson kriterleri üzerinden bakma ihtimalinin oldukça kuvvetli olduğunu düşünüyorum. Yani AKP’nin liberal değerlere ne kadar saygı duyduğu konusu Obama için Bush’ta olduğundan mutlaka daha önemli olacaktır. Dolayısıyla bence Türkiye Avrupalı olduğu, iç siyasette de Avrupalı değerlere sahip çıktığı sürece AKP’nin Obama döneminde Amerika’yla ilişkileri iyi olacaktır. - Gül’ü burada nereye koyuyorsunuz, üçlü bir ilişki mi olacak sizce? Gül, dış politikayı sürükleyen bir cumhurbaşkanı olma yolunda ilerlemeye devam ederse yeni ABD Başkanı’nın doğal partneri olacak. Ama bu Başbakanın da ABD’yle dış politika sürecinden dışlanacağı anlamına gelmiyor. Çünkü o da dış politikada, özellikle Ortadoğu ülkeleri konusunda atılımları yöneten kişi. Dolayısıyla muhtemelen üçlü bir ilişki demek mümkün. WASHINGTON AKP’NİN ALTERNATİFSİZ OLDUĞUNA İNANDI - Liberal ölçütler dışında AKP’yle ilgili bir öngörüsü var mı Washington’un? Alternatifsiz görüyor. Ne merkez sağda ne de solda daha kuvvetli başka bir seçenek gördükleri için Amerika AKP’yi birlikte çalışmaları gereken güçlü bir partner olarak değerlendiriyor. AKP’yle ilgili soru işaretlerinin oldukları yerlerde bile bu saptamayı akıllarında tutuyorlar. Tabii bunda AKP’nin de başarısı büyük. - Nasıl? AKP’nin Batı’yı temsil eden yüzleri altı yıldır ABD’ye o kadar sık geldi, partiyi o kadar iyi lanse ettiler ki, Türkiye’de alternatiflerinin olmadığı fikrini muhataplarının zihnine sokmayı başardılar. Çok başarılı bir PR kampanyası yaptılar. - AKP karşıtı gruplar, partiler, onlar böyle bir çalışma yaptı mı? Hiç yok. Bu da AKP’nin işine çok yarıyor, çünkü AKP “Bizim alternatifimiz yok” diyor, başka da bir ekip görmedikleri için “Demek ki doğru” diyorlar. “ILIMLI İSLAM” YERİNE “AVRUPALI TÜRKİYE” - “Ilımlı İslam” lafını Obama’nın ağzından hiç duydunuz mu? Ben duyduğumu hatırlamıyorum, ama İslam’a nasıl bakıyor ona bakalım: Obama Endonezya gibi İslam’ı kendine has yorumla yaşayan bir ülkede zaman geçirmiş biri. Dolayısıyla onun kafasında İslam tek tip değil ve bu sebeple de “tek bir Müslüman dünyası” konseptine çok sıcak bakacağını düşünmüyorum ben. Çünkü o Müslümanlığın değişik renkleri olan bir dünya olduğunu biliyor. - Türkiye’yi İslam dünyasının içinde nereye koyacaktır sizce? Bence Türkiye’yi koymak isteyeceği yer demokratik bir Avrupa devleti olması yönünde olacak. Türkiye’nin Ortadoğu ve Müslüman kimliğine değil, Avrupalı demokrat kimliğine atıfta bulunacak. “2005’E KADAR ŞİDDETLİ BİR AKP DESTEKÇİSİYDİM” - Sanki AKP’den çok da hoşlanmıyor gibisiniz ve acaba bu AKP hakkındaki raporlarınızı ne kadar etkiliyordur? Hoşlanıp hoşlanmama meselesi değil, ama evet AKP’ye yönelik 2005’ten bu yana eleştirel bir bakış açım var. Oysa iktidara geldikleri dönemden 2005’e kadar şiddetli bir AKP destekçisiydim. - Ne oldu 2005’te? O tarihten sonra gördüm ki Türkiye AKP döneminde AB’ye teknik açıdan yaklaşmasına karşın Avrupalı olmaktan giderek uzaklaşıyor. İkincisi de Türk dış politikasında Türkiye’nin ait olduğu uluslararası ittifaklardan ziyade, dini kimlik refleksleri kuvvetli hale geliyor. İran’la, Sudan’la, Hamas’la kurulan ilişkiler bana bunu düşündürdü. - Bu bakış açısında Washington Enstitüsü’nün İsrail yanlısı olmasının payı olabilir mi? Ama Washington Enstitüsü aynı zamanda Türkiye yanlısı bir enstitü. Eğer biz Türkiye’yi konuşuyorsak Washington Enstitüsü’nün Bolivya yanlısı mı, Estonya yanlısı mı olduğuna değil de, Türkiye yanlısı olup olmadığına bakmalıyız. Washington Enstitüsü, terör meselesinde, Kıbrıs meselesinde, Ermeni meselesinde, Türkiye’nin AB üyeliğinde hep Türkiye lehine ses getirmiş bir kurumdur. Şimdi böyle bir kurum AKP hükümetine karşı niçin eleştirel analizler yayınlanıyor? Demek ki bu kurum Türkiye’yi çok seviyor. Türkiye’yi çok seviyor ki Türkiye’deki bazı gelişmelerin Türkiye’nin hayrına olmadığını düşünüyor ve bu gelişmelerin belki de düzelmesini ümit ediyor. Benim analizlerim ise daha çok Türkiye’nin Avrupa’ya yönelik seyahatinin devamını sağlamak yönünde. Ancak 2005’ten sonra bu açıdan bazı temel değerlerinin erozyona uğradığı fikri oluştu bende. “AKP ÜÇ KAZA YAPTI” - Nedir onlar? Üç şey oldu: 1- Tren kazası. 39 kişi öldü, ancak müsebbiplerinin cezalandırılmaması bana AKP’nin iktidar anlayışının “hesap verme” prensibine dayanmadığını gösterdi. Bu çok önemliydi. 2- AB kazası. 2005’te AB ile müzakerelerin açılmasıyla beraber müzakereler yavaşladı ve bu yavaşlama AKP’nin Türkiye’yi Avrupa’ya götürme iradesi konusunda Washington’una pek çok yerinde olduğu gibi benim kafamda da soru işaretleri uyandırdı. 3- Çoğunlukçuluk kazası. Nedir o? Demokrasi sadece halkoyuyla iktidara gelip “Ben halkın iradesinin yansımasıyım” diye her istediğini yapmak değildir. Evet, bu demokrasinin birinci fazıdır, ama ikinci fazı da var. O da iktidara geldikten sonra çok yorucu olan bir süreç içersinde konsensüs inşa ederek, yani çoğulcu bir biçimde toplumun bütün katmanlarını içeren bir karar alma süreci başlatmak. Şimdi siz diyebilirsiniz ki, dünyanın hiçbir ülkesinde böyle olmuyor, iktidara gelen parti istediğini yapıyor. Ama Türkiye kadar polarize olmuş bir ülkede iktidardaki partinin bunu daha ehemmiyetle yapması lazımdı. AKP de 2005’e kadar başarılı bir şekilde “çoğulcu” bir demokrasi anlayışı izledi. Fakat 2005’ten sonra, özellikle 2007 seçimlerinden sonra şiddetle artarak “çoğunlukçu demokrasi” anlayışını benimsedi. “YENİDEN ÇOĞULCU OLMALARI İÇİN DUA EDİYORUM” - Anayasa Mahkemesi’nin AKP kararından bu yana bir izleniminiz var mı, yoksa daha anlamak için erken mi? Erken, ama size şunu da söyleyebilirim AKP’nin tekrar çoğulcu bir parti olması için her gece dua ediyorum. Demin “AKP’den hoşlanmıyor musunuz?” diye sormuştunuz. Ben Türkiye’de iktidarda bulunan partinin ideolojisinin adına bakılmaksızın demokrasi ve liberal demokratik değerlere saygı duyan bir parti olmasını arzu ediyorum. Türkiye’de yetişmiş birisi olarak ben bu değerlerin sahip olduğu bir Türkiye’nin devamlılığını istiyorum. Bu belki de benim size en şahsi cevabım olabilir AKP konusunda. 1-TÜSİAD’IN AĞIRLIĞI DRAMATİK OLARAK AZALACAK - Üç aydır Türkiye’deydiniz ve büyük bir olasılıkla Washington’a döndükten sonra yeni makalelerinizi, yeni raporlarınızı okuyacağız. Türkiye’den hangi gözlemlerle dönüyorsunuz ABD’ye? Dört, önemli saydığım gözlemim oldu. Birincisi, TÜSİAD’ın sermaye içindeki göreli ağırlığının azaldığını düşünüyorum. Çok önemli bu. - “Anadolu kaplanları” meselesi mi? Biz ona artık “AKP kaplanları” diyelim. Şimdi Türkiye’de iki kuşak milyarder var. Birinci kuşak TÜSİAD milyarderleri. Bunlar 1970’lerdeki ve hiç de tesadüf olmayan bir şekilde birinci köprünün ve birinci çevre yolunun yapılmasıyla ortaya çıkan milyarder grubu. İkinci kuşak Özal milyarderleri. Bunlar da yine tesadüf olmaksızın ikinci köprünün yapıldığı dönemde, şehrin ikinci dönüşümden geçmesiyle ortaya çıkan milyarder sınıfı. Şimdi ben üçüncü bir milyarder sınıfın ortaya çıktığını düşünüyorum. Bunlara da “AKP’nin kaplanları-milyarderleri” diyelim. Bu kaplanların doğumu sırasında TÜSİAD’ın göreli ağırlığı cüzi olarak azaldı, ama önümüzdeki yıllarda dramatik olarak azalacak. - Sizce “AKP kaplanları” kim olacak; hepsi dünyaya tamamen AKP’nin penceresinden bakan sermaye grupları mı yoksa daha mı çeşitli? Hem AKP ile aynı bakış açısına sahip olan milyarderler, hem de aynı bakış açısına sahip olmasalar bile AKP ile çalışmak arzusunu beyan etmiş milyarderler. Putin’in Rus işadamı Hodorkovski’yi yolsuzluk iddiasıyla hapishaneye tıkmasından sonra Rus milyarderlerinin Putin ile anlaşmasalar dahi Putin’i siyaseten eleştirmeyen ve onu destekleyen bir tavır içine girmiş olmaları gibi AKP ile aynı fikri paylaşmasalar bile apolitik bir tavır alarak AKP ile anlaşan bir milyarderler grubundan bahsedebiliriz. - Size göre Türkiye’yi nasıl etkileyecektir TÜSİAD’ın daha geriye çekilmesi? Hep deniliyor ki, “AKP’nin iktidara gelmesi bir devrimdir”, “ 2007 seçimleri bir devrimdir”; oysa gerçek devrim bu olur. Gerçek devrim bir ülkede milyarder sınıfının ve sermayenin el değiştirmesi ve orada yeni bir sermayenin ortaya çıkmasıdır. 2- ENTELEKTÜEL PARADİGMALARI ARTIK AKP BELİRLİYOR - İkinci önemli gözleminiz ne oldu? Türkiye’den önümüzdeki yıllara ilişkin şöyle bir işaret aldım: AKP hegemonyası! Aslında bu Antonio Gramsci’nin de kullandığı, çok Marksist bir kavram, ama buradan kastettiğim iktidarı elinde bulunduranın ülkedeki söylemi, haberleri, gündemi ve entelektüel paradigmaları belirleme gücüdür. Ben medyadan, düşünce kuruluşlarına, akademisyenlere kadar Türkiye’de böyle bir AKP hegemonyasının ortaya çıktığını düşünüyorum. - Yani size şimdi ABD’de sorsalar Türkiye hakkında özetle ne diyeceksiniz? “2012 yılına gelindiğinde TÜSİAD’ın göreli ağırlığının azaldığı ve AKP’nin kültürel olarak siyasal hegemonyasının perçinlendiği bir Türkiye olacak” derim. - Bu yönelimi önümüzdeki yerel seçimlerde AKP’nin İstanbul ve Ankara’yı kaybetmesi bir şekilde etkiler mi sizce? Ben seçimlerden önce bir kez daha geleceğim, bunu o zaman mutlaka konuşalım. Çünkü altı ay sonrasını görmek şu an için çok zor. Ama eğer AKP’nin gerçekten Ankara ve İstanbul’u kaybetmesi gibi bir sürprizi olursa, bu bahsettiğim transformasyonu tabii ki zayıflatacak ve yavaşlatacaktır. 3- TÜRKİYE DAHA ÇOK MUHAFAZAKAR, DAHA AZ DİNDAR - Üç? Üçüncü gözlemim de Türkiye daha muhafazakar bir ülke haline dönüşüyor, ama daha dindar bir ülke haline dönüşmüyor. - Kamuoyu araştırmacısı Adil Gür de benzer bir yorumda bulunmuştu… Onu bilmiyorum, ama şunu söyleyebilirim; ben inançlı bir Müslümanım ve Türkiye’yi beş sene, üç sene öncesiyle karşılaştırdığımda daha çok insanın oruç tutmadığını görüyorum. Ama buna karşılık daha çok insan muhafazakâr görüntüsü veriyor. - Bunu bir örnekle anlatın lütfen… Yani mesela türban takmak artık giderek dindar olmanın işareti olmaktan çıkıyor, muhafazakar olmanın işareti haline dönüşüyor. Çünkü başka türlü bir genç kızın türban takıp da aynı zamanda dar kot giymesini açıklamak mümkün değil. 4- LİBERAL-NEOLİBERAL AYRIŞMASI KAPIDA - Bu arada siz dört demiştiniz, dördüncü Türkiye gözleminiz nedir? Liberaller ile neo-liberaller arasında bir ayrışma olacağını öngörüyorum. Liberaller Türkiye'nin, tarihinden gelen dinamikleri kullanarak liberalleşmesini isterken, neo-liberaller Türkiye'nin liberalleşmesinin ülkenin varolan kurumlarının tasfiyesinden sonra mümkün olduğunu düşünüyorlar. Yani neo-liberaller bir bakıma Osmanlı ile Cumhuriyet arasındaki karşı çıktıkları tarihsel kırılmayı Cumhuriyet ve "Cumhuriyet sonrası" arasında görmek istiyorlar. - Galiba bu son gözleminiz için sizinle ayrı bir söyleşi yapmak lazım, ancak bitirmeden biz de HEMEN size bir konudaki gözleminizin ne olduğunu soralım; sizce birtakım yolsuzluklar, medyayla sürtüşme, AB’den uzaklaşma, vs. seçmenin AKP’ye bakış açısını değiştirmiş mi? Hayır değiştirmemiş, AKP’ye seçmenin desteği devam ediyor. Bunun da tek bir sihirli sözcüğü var: İktisadi ve siyasi istikrar. Seçmen bunu sağlayacak başka bir parti bulamadığı sürece de AKP’nin başarısı devam edecek. ABD’NİN GÜLEN HAKKINDA İKİ FİKRİ VAR - ABD’nin Fethullah Gülen’e ilişkin algısı nedir, duyduğunuz değerlendirmeler ne yönde? Amerika’da Fethullah Gülen cemaati konusunda iki fikir var. Üstelik bu iki fikir çoğunlukla aynı kişiler tarafından dile getirilen iki fikir. Birincisi, Fethullah Gülen hareketinin dindar, inanan insanlardan müteşekkil ve iyi bir İslam’ı temsil eden, iyi bir hareket olduğu, ki ben de buna katılıyorum. Bundan dolayı sempati duyuluyor. Ama yine aynı kişilerin kafasında, hareket böylesine ruhani ve dini bir kimliğe sahipken neden siyasi enstrümanlarının olduğu sorusu da var. Üniversitesi, düşünce kuruluşları, yayın organları, Emniyet’teki etkisi hep söylenir, lobi kurumları, Washington’da düşünce kuruluşları gibi siyasi enstrümanlara neden ihtiyaç duyduğu sorusu soruluyor. “KAFASI AÇIK BİR AKP’YE KAPIM HER ZAMAN AÇIK” - “Washington Enstitüsü Türkiye dostu bir kurum” dediğiniz için o merakla soralım: Enstitünün yeni Amerikan dış politikasını etkileme gücü nedir? Biz yasamayla değil, yürütmeyle sıcak ilişkisi olan bir kurumuz. Yani Amerikan Kongresi’nden ziyade dışişleri bakanlığı, başkan, başkan yardımcısı, Pentagon gibi yerlerle. O yüzden Obama ve Biden’la olan irtibatımız bugünden sonra kuvvetli bir ilişkiye dönüşecektir. - “Siz Bush’a çalışıyordunuz” demeyecekler mi? Hayır, çünkü Washington Enstitüsü iki partiyle de çalışabilen bir kurum. Yani ne Cumhuriyetçi ne Demokrat; çünkü hem Cumhuriyetçi hem Demokrat… Dolayısıyla iktidarlar değişse de biz bakiyiz. Ve Obama-Biden iktidarıyla da Enstitünün çok sıcak bir iletişimi olacak diyebiliriz. - Washington, sizin enstitüye niçin bu kadar güveniyor? İlettiğiniz analizin neticelerine katılmasalar bile içinde hiçbir gedik olmadığı için. Nedir gedik olmaması? Kuvvetli, eksiksiz ve tutarlı… - Ya peki Enstitü size niçin güveniyor? Ama Amerika zaten bu. Yani farklı özelliklerde insanları çalıştırabilir. O açıdan güvensizlik yok. Önemli olan alanında ehli olması. Washington Enstitüsü de Türkiye konusunda ehil gördüğü için bana bu işi verdi. Ben Osmanlı ve Cumhuriyet tarihçisiyim, Yale Üniversitesi’nde tarih doktorası yaptım. Halen Georgetown Üniversitesi’nde ders veriyorum. Düzenli olarak Wall Street Journal’da, International Herald Tribune’de makalelerim çıkıyor. ABD Dışişleri Bakanlığının Dış İlişkiler Akademisi’nde Türkiye’ye gelecek diplomatları eğitiyorum. Sekiz dil konuşuyorum, Osmanlıca dahil olmak üzere… Yaklaşık 25 dili de anlayabiliyorum. - Galiba şimdi anlaşıldı: Dışişleri Enstitüye güveniyor, Enstitü size güveniyor, çünkü siz de kendinize güveniyorsunuz?.. Tabii, Darüşşafakalıyım ben, bu çok önemli. Darüşşafakanın bir şiarı vardır; “Ben saye-i sakfında büyüdüm bu binanın” diye. Yani ben bu binanın sayesinde büyüdüm. Benim hayatımda en inandığım laflardan bir tanesidir. - Madem sizin ABD Dışişleri’ni etkileme gücünüz var, peki AKP bugüne kadar sizi etkilemeye çalıştı mı? Oldu, ama ben siyasi analistim, oyuncu değilim. Benim yazdıklarım olmasını istediklerim değil, olacağını düşündüklerim ve olmasını istediklerimle olacağını düşündüklerim ayrı. Ben AKP’nin zaman zaman bunu görmekte zorlandığını düşünüyorum. Ama kafası açık bir AKP’ye her zaman kapım açık. SONER ÇAĞAPTAY KİM? ABD’nin dış politika analizlerinde belli bir etkisi bulunan Washington Enstitüsü’nün Türkiye Masası Direktörü Soner Çağaptay, 1970 İstanbul doğumlu. Soyadı nüfus memuru hatası; aslı Çağatay. Ailesi yüzyıllar önce Malatya’ya yerleşen bir Timuri. Darüşşafakalı. M.Ü. Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. Ardından Bilkent’te yüksek lisans, Yale’de Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi üzerine doktora yaptı. Halen Georgetown’da ders veriyor. ABD Dışişleri’nin Dış İlişkiler Akademisi’nde Türkiye’ye gelecek diplomatları eğitiyor. Düzenli olarak Wall Street Journal ve, International Herald Tribune’de makaleleri çıkan Çağaptay, sekiz dil konuşuyor, yaklaşık 25 dili anlayabiliyor. (Milliyet)