Habertürk yazarı Serdar Turgut, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Suriye'nin kuzeybatısında bulunan Afrin'e yönelik düzenlediği "Zeytin Dalı" harekâtı sonrası ABD ile Türkiye arasında başlayan tartışmaları değerlendirdi.
"Washington şimdi bölgede bulunmasının nedenini, DEAŞ tehdidi varken kendi stratejik çıkarları için bölgede yayılmasına göz yumduğu İran’ın oluşturduğu tehdidi bertaraf etmek olarak anlatmaya çalışıyor" diyen Turgut, "DEAŞ’a karşı savaşta kullandığı YPG’yi de satarsa bundan sonra dünyanın hiçbir yerinde Amerika için savaşacak güç bulamayacağını biliyor, ama Türkiye’yi de Rusya’yla daha fazla yakınlaşmaya itmek istemiyor. Yani yönetim ikilemler içinde anlayacağınız" ifadesini kullandı.
Turgut, ABD'nin Mümbiç konusunda ise elinde bir yol haritasının bulunmadığını iddia etti.
Serdar Turgut'un "Amerika’da strateji ve koordinasyon yok" başlığıyla yayımlanan (27 Ocak 2018) yazısı şöyle:
CIA, bu yıl içinde Amerika’nın Kuzey Kore’yle bir askeri çatışma yaşaması ihtimalinin çok yüksek olduğu tespitini yapmış. Bir senaryoya göre, bu ihtimalin gerçekleşmesinin yüzde 95 olduğu bile söyleniyor.
Bana bunu aktaran, ulusal güvenlik konularında uzman ve devlet içindeki bağlantıları çok iyi olan yazar arkadaşım, Amerikan topraklarının bile tehdit altında olacağı bilinmesine rağmen devletin çeşitli birimleri arasında bu riske karşı koordinasyon ve tutarlı bir strateji olmamasından dolayı CIA’nın çok rahatsız olduğunu da söyledi.
Eğer Amerika’nın direkt risk altında olduğu bir savaş ihtimaline rağmen Washington’da koordinasyon ve strateji yokluğu yaşanıyorsa o zaman Suriye’ye yönelik durumun nasıl olabildiğini de anlarsınız.
Şu anda ne bölgeye bakan ne de Türkiye’den sorumlu birimler, Trump’ın politikasının ne olduğunu bilmiyor.
Tüm birimlere yön verecek genel bir strateji olmadığından, Washington karşı karşıya kalınan her konuda çalakalem, sadece o andaki sorunu çözmeye yarayacak biçimde hareket ediyor.
Ve o sorun gerçekten de o anda en etkin biçimde çözülse bile, çözümün kendisi dahi uzun dönemde daha fazla sorun yaratabiliyor.
Gerçi Amerikan yönetiminde bu sorun daima vardı, ama Trumpdöneminde bunun kriz boyutuna dönüştüğünü görmek gerekiyor.
Suriye bağlamında konuşursak, Trump yönetime gelir gelmez bölgeye yönelik sadece tek bir hedef koydu: DEAŞ kısa sürede bölgeden silinecekti.
Bu hedefi koyarken aynı zamanda sahada çalışan yetkililere büyük bir inisiyatif verdi. Bunun anlamı, her yetkili kendi alanına giren sorun hakkında diğer birimlerle bir koordinasyona gerek duymadan, Beyaz Saray’a bile bilgi vermeden hareket edebilecekti.
Amerikan devleti içinde askerlerin hâkimiyet kurmaları ve neredeyse tüm politikalara asker gözüyle bakılması işte bu noktada başladı.
DEAŞ ile mücadele doğrultusunda askerler de kendilerine göre en iyi gördükleri çözümden yola devam ettiler. Ve bölgede kendileri yerine savaşacak en etkin güç olarak gördükleri YPG’yle çalışmaya başladılar.
Bu karar alınmadan önce ne Dışişleri’nin ne de CIA’nın tam fikri soruldu. Bu kararın özellikle NATO üyesi Türkiye’yle açacağı sorunlar düşünülmedi bile. “O soruna da çıktığı zaman bakarız” denilerek yine çalakalem hareket edildi.
Aynı sorun Fırat’ın doğusunda bir sınır gücü oluşturulması konusunda da yaşandı. 30 bin kişilik bir sınır gücü düşünüldüğünü yine bir asker açıkladı, ama bundan ne Beyaz Saray’ın ne de diğer birimlerin haberi vardı.
Generallerin haberi bile sonradan oldu. Çünkü aniden ortaya çıkan bu sınır gücü düşüncesi, sahada görevli orta rütbeli bazı askerlerin projesiymiş. Amerikan medyası bunu sanki üzerinde düşünülmüş bir politikaymış gibi sununca Dışişleri ve Beyaz Saray buna tepki vermek zorunda kaldı.
Amerika’nın elinde bir “ulusal güvenlik stratejisi” ve “ulusal savunma stratejisi” bulunuyor ama emin olun Fırat’ın doğusunda nasıl yürüyecekleri konusunda ellerinde bir yol haritası, bir stratejileri bulunmuyor. Güvenlik stratejisini yazan zaten bir bilim kadını, o da Beyaz Saray’da yeni çalışmaya başladı.
İki stratejide de rekabet edilecek güç olarak Rusya belirleniyor, ama bölgeye çok daha tutarlı stratejiyle yaklaştığı belli olan Rusya’ya karşı elinde bir strateji olmadan hareket etmeye çalışan bir Amerika var. Amerika’nın elindeki büyük güce rağmen, bölgemiz gibi her an patlamaya hazır olan bir yerde kör atışla hareket etmesi, potansiyel tehlikeleri çok büyük olan bir durum çıkarıyor ortaya.
Washington şimdi bölgede bulunmasının nedenini, DEAŞ tehdidi varken kendi stratejik çıkarları için bölgede yayılmasına göz yumduğu İran’ın oluşturduğu tehdidi bertaraf etmek olarak anlatmaya çalışıyor. DEAŞ’a karşı savaşta kullandığı YPG’yi de satarsa bundan sonra dünyanın hiçbir yerinde Amerika için savaşacak güç bulamayacağını biliyor, ama Türkiye’yi de Rusya’yla daha fazla yakınlaşmaya itmek istemiyor. Yani yönetim ikilemler içinde anlayacağınız.
Şu kritik jeopolitik dönemeçte Türkiye’nin katiyen unutmaması gereken gerçekler uzmanlarca şöyle ifade ediliyor:
1- Bölgede Amerika’nın gerçekten önem verdiği müttefiki şu an yok. Amerika için bunun önemli olduğu bile şüpheli. ABD (Türkiye dahil her ülkenin yapması gerektiği gibi) sadece kendi çıkarlarına ve “Jeopolitik güç savaşında nasıl kazanırım” konusuna odaklanmış durumda. Bu ortamda YPG milisleri, ABD için sadece sahada kullanabilecekleri bir güç. Daha büyük, yani Rusya’yla girişeceği jeopolitik mücadelede Kürtlerin önemi de var tabii ki, ama bu büyük oyunda Türkiye’nin öneminin daha fazla olduğu tartışılamaz.
2- Rusya’nın elinde bölgeye yönelik daha sağlam strateji var. Ama onların da Kürtlerle ilişki tarihi problemli. Global jeopolitik stratejisinde amacı NATO’yu zayıflatmak olan Rusya’nın bu tavrı, ABD ile ilişkisinde problemler bulunan Türkiye’nin eline büyük koz veriyor.
3- ABD’nin resmi belge olarak ortaya çıkarılan tüm ulusal güvenlik belgelerinde en büyük tehdit olarak İran ortaya koyuluyor. Türkiye, komşusu Suriye’nin geleceği hakkında söz söylerken bu gerçeği de İran ve Rusya’yla koordineli biçimde hep hatırlamalı.
4- Türkiye, kendi ulusal güvenlik stratejisi çerçevesinde Suriye’yle ilişkileri yeniden ele almalı.