Matt McGrath
ABD Başkanı Donald Trump, seçim kampanyası döneminde verdiği taahhüdü hayata geçirerek, Paris İklim Anlaşması'ndan ülkesinin imzasını çekmeye karar verdi.
Trump, kararının gerekçesini anlaşmanın ABD'nin 'dezavantajına olması ve diğer ülkelere ABD'ye karşı ekonomik avantaj sağlaması' olarak açıkladı.
Anlaşma, fosil yakıtların kullanımının kısıtlanması ve sera gazı emisyonlarının azaltılmasıyla, küresel sıcaklık artışının 1,5 ila 2 derecede kalması için ülkelerin çaba göstermesini öngörüyor.
2016 yılında imzalanan bu anlaşma, küresel ısınmayla dünya çapında mücadele edilmesi ve önlemler alınması için atılmış en önemli uluslararası adımlardan biri olarak gösteriliyor.
Trump'ın kararına başta Avrupa olmak üzere tüm dünyadan tepki geldi. Avrupa liderleri, bu karardan hayal kırıklığı duyduklarını açıklarken, eski Başkan Barack Obama ve ekibi de Trump'ı sert dille eleştirdi.
Peki, ABD'nin Paris İklim Anlaşması'ndan imzasını çekmesi dünyanın geri kalanı için ne anlama geliyor?
Trump'ın bu kararının, Paris Anlaşması'nda belirlenen küresel sıcaklık artışını 2 Santigrat derecenin altında tutma hedefinin yerine getirilmesini çok daha zorlaştıracağını söylemek mümkün.
ABD'nin dünya genelindeki karbon emisyonlarının yaklaşık yüzde 15'ini tek başına üretmesinin yanı sıra gelişmekte olan ülkelerin de artan sıcaklıklarla mücadele etme çabalarının en önemli mali ve teknolojik destekçileri arasında yer alıyor.
Bir de işin moral liderlik açısı var. ABD bu kararla birlikte küresel ısınmayla mücadelenin moral liderliğini yapmaktan da vazgeçiyor ve bunun da diğer diplomatik çabalar üzerinde etkisi olması kaçınılmaz.
ABD'li çevre örgütü Sierra Club'tan Michael Brune, ABD'nin imzasını geri çekmesini "torunlarımızın bir gün hayretler içerisinde geri dönüp baktıklarında bir dünya liderinin gerçeklikten ve ahlaktan ne kadar uzaklaşmış olabileceğini görecekleri tarihi bir hata" olarak tanımladı.
Paris Anlaşması'nın imzalanmasına neden olan en önemli etken ABD ile Çin arasındaki diyalog olmuştu.
Dönemin Başkanı Obama ve Çin Devlet Başkanı Şi Jinping, dünyanın en ufak ada devletlerinden Avrupa Birliği (AB) gibi örgütlerine kadar birçok ülkenin katılımıyla bir ortak zemin oluşturmayı başarmış ve bir "ulvi amaçlar koalisyonu" kurmuştu.
Çin defalarca Paris anlaşması kapsamındaki taahhütlerini yerine getireceğini yineledi ve Cuma günü resmen açıklanması beklenen, AB ile karbon miktarının azaltılması için daha fazla işbirliğine gidilmesini öngören ortak bir açıklamaya imza attı.
Avrupa Komisyonu'nun İklimden Sorumlu Üyesi Miguel Arias Cañete, "Kimseyi geride bırakmak istemiyoruz. Ancak AB ve Çin olarak ilerlemeye karar verdik" dedi.
Kanada ve Meksika'nın da iklim değişikliğiyle mücadele için küresel ölçekte yürütülen mücadelenin Amerika kıtasındaki en önemli aktörleri olarak ortaya çıkması da beklenebilir.
ABD'nin Paris Anlaşması'nda kalmasını en yüksek sesle savunan kesimlerin başında ABD iş dünyası geliyor.
Google ve Apple gibi devlerin yanı sıra Mobil gibi önde gelen fosil yakıt üreticilerinin de aralarında bulunduğu yüzlerce şirketin yöneticisi, Başkan Trump'a Paris anlaşmasında kalmayı sürdürme çağrısı yapmıştı.
Exxon CEO'su Darren Woods, Trump'a şahsen yazdığı mektupta, ABD'nin yürürlükte olan anlaşmayla "rekabet edebilecek konumda" olduğunu ve anlaşma kapsamında kalmanın "denk bir oyun sahasının oluşmasını sağlayacak şekilde müzakere masasında oturmaya" devam edileceği anlamına geleceğini söylemişti.
ABD'nin enerji arzında kömür kullanımını azaltması diğer gelişmiş ülkelere de öncülük etti. İngiltere, 2025 yılına kadar elektrik üretiminde kömür kullanımını kademeli olarak sonlandırmayı planlıyor.
ABD'de şu anda kömür sektöründe istihdam edilenlerin sayısı, güneş enerjisi üretiminde çalışanların ancak yarısına denk geliyor.
Her ne kadar gelişmiş ülkelerin ana enerji kaynağı olarak kömüre bağımlılıkları önümüzdeki yıllar boyunca devam edecek olsa da hava kalitesi üzerindeki olumsuz etkisi ve kamuoyunun hava kirliliğine yönelik ortaya koyduğu tepki nedeniyle kömürün rolünün de azalmaya devam edeceği düşünülüyor.
Yenilenebilir enerji alanında fiyatların düşüş eğiliminde olması da gelişmekte olan ülkeleri daha yeşil kaynaklara geçiş yapmaya teşvik ediyor.
Hindistan'da son dönemde yapılan ihalelerde, solar enerjinin fiyatı, kömürle çalışan santrallerde üretilen elektriğin ortalama fiyatının yüzde 18 altında kaldı.
Başkan Trump'ın anlaşmada çekilme kararı almasına karşın, ABD'nin karbon emisyonları düşmeye devam edecek. Bunun arkasında yatan neden de ABD'de elektrik üretiminin artık kömürden çok gazla yapılmaya başlanması.
Doğal gazın daha hızlı çıkartılmasını sağlayan hidrolik kırma teknolojisi sayesinde üretimde ciddi artışlar; fiyatlarda ise büyük düşüşler yaşandı.
Enerji üreticileri de esnek olması ve aynı şekilde hızlı büyüme trendinde olan yenilenebilir kaynaklara daha iyi entegre olmasından dolayı kömür yerine gazı tercih ediyor.