Hürriyet yazarı Murat Yetkin, İdlib'de 30'u çocuk, 86 kişinin hayatını kaybettiği 'kimyasal saldırı'ya ABD ve Rusya'dan gelen tepkileri hatırlatarak "Kuzey rüzgârı da birkaç saat içinde Esad’a karşı esmeye başlamıştı. Sınırına gelen sabrı taşıran ne olmuştu? Bu gelişmenin, ortaya çıkan –sarin gazı işaretleri gibi- yeni verilerin yanı sıra Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’in düzenlediği basın toplantısı olduğu anlaşılıyor" dedi.
"Muallim, o binanın El Nusra tarafından kimyasal silah deposu olarak kullanıldığını söyledi" diyen Yetkin, "Dediği tamamen doğru varsayılsa bile bu, içinde kimyasal silah depolanan bir binanın vurulmasının doğal sonucunun patlamayla ortaya çıkacak kimyasalın, genç-yaşlı, suçlu-suçsuz ayırt etmeden o civardaki herkesi öldürebileceği, yaralayabileceği açıktı" diye yazdı.
Murat Yetkin'in "Suriye’de sabırları taşıran ayrıntı" başlığıyla yayımlanan (7 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Sabrın sınırına aslında 4 Nisan’da uluslararası ajanslara yağmaya başlayan cansız çocuk bedenlerinin fotoğraflarıyla gelinmişti.
Tıpkı 2015 Eylül’ünde o zamana dek Suriyeli mülteciler sorununa duyarsız kalan dünyanın Aylan bebeğin Bodrum sahiline vuran cansız bedeninin fotoğrafıyla bir uyanışı yaşaması gibi, İdlib’ten gelen çocuk fotoğrafları da dünyayı sarstı.
Ankara’nın elindeki bilgilere göre sabah saat 6.30 sularında Suriye hava kuvvetlerinin iki Su-22 jeti, Türkiye sınırına yakın İdlib şehrinin Han Şeyhun kasabasına toplam beş dalış yapmış ve bazı hedefleri bombalamıştı. Kısa süre sonra ölüm haberleri ve fotoğrafları gelmeye başladı.
Dün akşama dek öldürülenlerin sayısı, çoğu çocuk olmak üzere 86’ya yükseldi.
Öldürülenlerden üçü, Türkiye’de tedavi altındayken hayatını kaybetti.
Hükümet önceki gün, yani 5 Nisan’da ilk ölüm vakasıyla birlikte, başta Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) olmak üzere uluslararası örgütlere, otopside hazır bulunma çağrısı gönderdi.
Bu doğru bir adımdı, çünkü böylelikle fotoğraflardan ve tanıklıklardan da edinilen kimyasal silah, zehirli gaz kullanımı iddiasının kanıtlanıp kanıtlanmayacağı resmi tanıklıklarla anlaşılacaktı.
Dün, 6 Nisan’da Sağlık Bakanı Recep Akdağ, otopsinin boğulma yoluyla ölümü gösterdiğini ve bunun da “sarin” gazı nedeniyle olduğuna dair buğulara rastlandığını açıkladı.
Sarin, 1938’de Nazi Almanyasında üretilmiş bir gazdı. Birinci derece tehlikeli kimyasal silah sayılarak 1997’de bulundurulması dahi yasaklanan bu gazın adı en son yine Suriye iç savaşı sırasında duyulmuştu.
21 Ağustos 2013’te Şam’ın varoşu Ghuta mahallesine yapılan kimyasal saldırıda adı geçmiş, o saldırıda yüzlerce kişi öldürülmüştü (bilgi eksikliğinden kesin sayı hala bilinmiyor ama iddialar 280 ile 1730 arasında değişiyor).
Ama Sağlık Bakanlığı bu açıklamayı yapana dek geçen iki günde çok şey yaşanmış, gerilim tırmanmıştı.
Mesela 5 Nisan’da yapılan BM Güvenlik Konseyi toplantısında ABD temsilcisi Nikki Haley, öldürülmüş çocuk bedenlerinin fotoğraflarını göstermiş ve Rusya’yı Beşar Esad rejiminin arkasında durduğu için bu katliamdan sorumlu olmakla suçlamıştı.
Rusya ise o saate kadar çoktan “Terörle mücadelesinde Suriye hükümetinin yanında olmaya devam edeceğini” açıklamıştı.
ABD, İngiltere ve Fransa’nın hazırladığı Suriye’yi kınayan bir karar, Rusya’nın karşı çıkması nedeniyle çıkamadı; Rusya eleştirileri “objektiflikten uzak” bulmuştu.
Bunun üzerine ABD Başkanı Donald Trump, Suriye’nin sadece “kırmızıçizgileri” değil, “bütün çizgileri aştığını” söyledi.
Trump, açıkça önceki başkan Barack Obama’ya atıfta bulunuyordu.
Obama, 20 Ağustos 2012’de bir açıklama yaparak, Esad rejiminin muhaliflere kimyasal silah kullanmasını “kırmızıçizgi” olarak duyurmuş, aksi halde askeri müdahale ima etmişti; Türkiye bu açıklamayı memnuniyetle karşılamıştı.
Ancak aynı Obama, az önce söz ettiğimiz Ghuta olayları ardından, uluslararası planda artan hatırlatmalar karşısında 4 Eylül 2013’de “kırmızıçizgi” demediğini söyleyip işin içinden çıkmıştı.
ABD’nin müdahale niyeti olmadığı ortaya çıkınca, Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyindeki diplomatik korumasını da arkasına alan Esad rejimi saldırılarını artırmıştı.
2013 IŞİD’in de ortaya çıktığı yıldı. ABD sahneden çekilince İran Devrim Muhafızları ve Lübnan’dan Hizbullah militanları Suriye’ye girip hem IŞİD ve el Nusra gibi terör örgütlerine, hem de rejim karşıtı muhaliflere karşı savaşa katılmıştı.
O dönem yabancı terörist savaşçıların 910 km uzunluktaki sınırdan Suriye’ye geçip dönmesine kayıtsız kalmakla, mücahitlere askeri malzeme sağlamakla suçlanan Türkiye, bugün sayıları 3 milyonu bulan mülteci akınına uğradı. Ardından da IŞİD ve PKK kaynaklı kanlı terör eylemlerine maruz kaldı.
ABD, 2014 Eylülünde Kobani olayları sırasında PKK’nın Suriye kolu PYD ve onun askeri kanadı YPG üzerinden Suriye sahasına girdi. Onu 2015 Eylülünde Rusya ve nihayet 2016 Ağustosunda Türkiye izledi.
Trump “kırmızıçizgi” atfıyla işte bütün bu gelişmelere Obama’nın “kırmızıçizgi” sözünü yutmasının neden olduğunu anlatıyordu.
6 Nisan sabahı Konsey bir daha toplandı.
Gerçi Moskova 6 Nisan sabahında artık İdlib’te yaşananları “canavarca” bulduğunu söylüyordu, ama BM’de yine engelledi ve yine karar çıkmadı.
Bu duruma tepki gösteren sadece Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmadı. Mesela Almanya Başbakanı Angela Merkel de BM’nin Suriye’yi kınama kararı dahi alamamış olmasını “Utanç verici” olarak kınadı.
BM Genel Sekreteri Antonio Gutteres, Suriye sahasında etkili dört ülkeyi en azından 72 saat ateşkes sağlayarak sivillere insani yardım ulaştırılmasına imkân vermeye çağırdı; bu ülkeler ABD, Rusya, İran ve Türkiye idi.
Böylelikle Suriye sahnesinin dört asli oyuncusu da BM Genel Sekreteri tarafından zımnen sayılmış oluyordu.
Günün bu karşılıklı kınama ve çağrılarla biteceği düşünülürken akşam saatlerine doğru açıklamalar sertleşmeye başladı.
Trump, Temsilciler Meclisinde yaptığı konuşmada, Suriye’ye askeri müdahale için henüz karar vermediğini, ama bu ihtimali Pentagon ile konuştuğunu ve BM karar alamıyorsa, ABD’nin tek başına da harekete geçebileceğini söyledi.
Bu gerçekten şaşırtıcıydı. Bu yalnızca ABD’nin Suriye siyasetinde köklü değişiklik anlamına gelmekle kalmaz, aynı zamanda Batının acımasız diktatörlere sırf İslamcı değiller diye hoş bakması siyasetinin de sonu sayılabilirdi.
O sıra aynı ölçüde şaşırtıcı bir açıklama da Moskova’dan geldi.
Devlet Başkanı Vladimir Putin’in sözcüsü Dimitri Peskov, Esad’a verdikleri desteğin “kayıtsız şartsız olmadığını” söylüyordu.
Kuzey rüzgârı da birkaç saat içinde Esad’a karşı esmeye başlamıştı.
Sınırına gelen sabrı taşıran ne olmuştu?
Bu gelişmenin, ortaya çıkan –sarin gazı işaretleri gibi- yeni verilerin yanı sıra Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’in düzenlediği basın toplantısı olduğu anlaşılıyor.
Muallim, Suriye ordusunun kimyasal silah kullanmadığını söylüyordu. Gerçi 2013 Ghuta saldırısında da bunu söylemişti Şam yönetimi, ama sonra yayınlanan bir BM raporunda sarin gazı yüklü savaş başlıklarının Suriye ordusunda bulunan türden karadan-karaya füzeler yoluyla Ghuta semtine atıldığı yazılmıştı.
Ama Muallim tam “özrü kabahatinden büyük” denilebilecek bir şey daha söyledi.
O binanın El Nusra tarafından kimyasal silah deposu olarak kullanıldığını söyledi.
Dediği tamamen doğru varsayılsa bile bu, içinde kimyasal silah depolanan bir binanın vurulmasının doğal sonucunun patlamayla ortaya çıkacak kimyasalın, genç-yaşlı, suçlu-suçsuz ayırt etmeden o civardaki herkesi öldürebileceği, yaralayabileceği açıktı.
Meskûn mahalde kimyasal silah bulunabilecek bir binanın patlatılmasının etraftaki sivilleri öldüreceği belliydi. Suriye dışişleri bakanı adeta “şecaatini arz ederken sirkatini” söylüyor, yani kendini aklamak isterken suçunu itiraf ediyordu.
Dün akşam saatlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan Trump’a kararından dolayı teşekkür etti ve “lafta kalmaması halinde” Türkiye’nin destek vereceğini söyledi.
Bu koşullarda BM’den bir karar çıkacak mı? Çıkmasa da dört ülke bu koşullarda geçici ateşkes ilan ettirebilecekler mi?
Bunlar henüz cevabı olmayan sorular.
Ancak ateşkes olsa da, olmasa da Suriye’nin mevcut görünümüyle, gerçekten köklü adımlar atılmaması durumunda sürdürülemez halde olduğu anlaşılıyor. Ülke etnik, dinsel ve ideolojik yönden coğrafi kutuplara bölünmüş durumda ve şu anda ancak dış askeri güçler tarafından bir arada tutulabiliyor.
Suriye’nin sürdürülebilir hale dönebilmesi için özellikle Rusya’nın yeni bir denklem kurulması için adım atması gerekiyor.