Yazar Abdullah Arslan, "İslamcılık, modern olan ya da harici bir durum karşısında, müslümanın tutum ve tavrını ifade eder. Bu haliyle bence, bütün Müslümanlar kabul etseler de, etmeseler de İslamcıdırlar" dedi.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi Prof. Dr. İsmail Kara Star gazetesine verdiği mülakatta da "İslamcılık Müslümanlık dairesinin içinde ama tersi doğru değil" dedi.
Milat gazetesinden Nil Gülsüm'ün "Bütün Müslümanlar İslamcıdır" başlığıyla yayımlanan (13 Ağustos 2012) söyleşisi şöyle:
İslamcılık, modern olan ya da harici bir durum karşısında, Müslüman’ın tutum ve tavrını ifade eder. Bu haliyle bence, bütün Müslümanlar kabul etseler de, etmeseler de İslamcıdırlar. “Bu İslam’a uygun değildir” dediğiniz anlamdan itibaren, siz dışsal bir güce karşı mücadele ediyorsunuz demektir, bu da sizi İslamcı kılar.
Her ne kadar son dönemlerde hatırlansa da, siyasi bir akım ve fikir hareketi olarak İslamcılık Türkiye’nin uzun zamandır gündeminde. Köklerini çok gerilere götürmenin mümkün olduğu İslamcılığın Türkiye siyasi tarihinde büyük dönüşümlere yol açtığı ise bir gerçek. Millî Görüş çizgisinden Ak Parti’ye uzanan süreçte Türkiye’de yaşanan dönüşüm ve gelinen son nokta, İslamcılık bağlamında çok verimli bir tartışma alanı sunarken konuyu Abdullah Arslan ile konuştuk. Abdurrahman Arslan, sorularımıza verdiği cevaplarla İslamcılık tartışmasına önemli katkılarda bulundu.
İslamcılık tartışmalarının başlamasını nasıl yorumluyorsunuz?
Doğrusunu isterseniz ben bunun gecikmiş bir tartışma olduğunu düşünüyorum. Benim kanaatime göre bu tartışma çok daha önceden başlamalıydı.
Ne zaman başlamalıydı?
Aşağı yukarı 10 yıl öncesinden başlamalıydı. İslamcı entelektüel kapasite bir meselenin tartışılması gereken vaktini tespit etme hususunda başarılı olamadı diye düşünüyorum.
Bu tartışmaların neden daha önceden başlaması gerekiyordu?
Aşağı yukarı on yıl önce, iki yerden sinyal geldi. -Tabi bu benim kişisel kanaatim, yanılmış da olabilirim- Bunlardan bir tanesi, İslamcılığın tıkandığını gördük. İkinci husus ise, İslamcılığın hitap ettiği dünya 21. yüzyıl başlarında, onun tahmininin ötesinde mahiyet olarak bir dönüşümden geçti. Dolayısı ile İslamcılık, bu kendi tıkanmışlığı ve muhalefet ettiği dünyanın içinden geçtiği o derin dönüşümü hesap ederek, kendisini tartışmaya konu etmeliydi.
İslamcılığın tıkanma sebeplerini nasıl açıklarsınız?
İslamcılık kendisini kurarken temel aldığı varsayımlar, 21. yüzyıl başlarına geldiğimizde işlevini ve anlamını yitirmişti. Öte yandan, İslamcılığın muhalefet ettiği modern dünya köklü şekilde dönüştü. Biz 2000’lerden itibaren, açık ve seçik olarak, içinde yaşadığımız modern dünyanın mahiyet itibariyle köklü bir dönüşümden geçtiği, klasik dönemdeki dinamiklerini yitirdiği, yeni dinamiklerin oluşmaya başladığı ve bizim bu dinamikleri anlama hususunda hiç gayret sarf etmediğimiz ortaya çıktı. Günümüz dünyasının, yeni dinamiklerini iyi hesap edemez, ya da iyi tespit edemezsek, o değişimleri de anlamlandıramayız, dolayısı ile kendimiz içinde bir yol haritası oluşturamayız.
Siz ne düşünüyorsunuz, İslamcılık bitti mi?
İslamcılık, Cumhurbaşkanlığına o kökenden birinin geçmesi ile başlangıçta seçmiş olduğu hedefine vardığından dolayı politik olarak bitti. Ancak geriye dönüp baktığımızda İslamcılık, politik olandan çok daha önemli mevzuları ihmal ettiğini, ihmal ettiği için de Müslümanlar açısından ciddi şekilde problemler ortaya çıktığını göremedi. Ben burada İslamcılık bitti ve geri gelmeyecek anlamında bir söz söylemiyorum. İslamcılığın ben başından itibaren, birkaç yıldan beri restore edilmesini savunuyorum.
Bitti derken, olumsuz bir mana var. İslamcılığın bazı noktaları ihmaline rağmen siyasette nihai hedefine varmış olması başarı değil mi?
Bir yönü ile öyle ama bir yönüyle de şöyle; İslamcılık, o politik hedefe varıldığında, ne kadar büyük ihmal yapıldığının görülmesine de vesile oldu.
İhmal edilen noktaların da görülmesi İslamcılığın başarı hanesine yazılacak bir durum değil mi?
Başarı, bazıları için başarısızlık da görülebilir. Bu haliyle evet, hedefine vardı. Hedefine varmak, kısmen başarıdır. Ama İslamcılığın bence hedefi bu değildi. Bence, İslamcılığı politik boyutu, kendisine sonradan eklenmiştir.
Siyasal boyutu eklenmeden önce İslamcılık nasıl bir yapıdaydı?
İslamcılık, bir muhalefet durumu olarak ortaya çıktı. Bu şartlar İslamcılığın seçtiği şartlar değildi. Dünya genelinde bütün dini mensupların karşı karşıya geldiği bir durumun neticesidir İslamcılık. İslamcılık modern dünya ile olan ilişkide hasıl olmuştur. Dolayısı ile bir yönüyle, fazlasıyla moderndir İslamcılık; modernliğin ürünüdür. Ama bir yönüyle de İslam ile hareket ettiği için bir ayağı da İslam’dadır.
İslamcılığın gayesi nedir?
Modern dünyanın tehditkâr gelişimi karşısında, bir bakıma nefsi müdafaadır. Müslüman’ın entelektüel, zihinsel olarak, fikrî olarak ve hayat tarzı olarak, modern dünya karşısında nefsi müdafaasını temsil eder İslamcılık. Bu haliyle, saygıya layık, olağanüstü enerjik ve gerçekten feragate dayalı, müthiş bir mücadeleyi temsil eder. Buna saygı duymamak mümkün değildir. Dolayısı ile burada, modern olan her konuda laf yetiştirmek, fikir yetiştirmek çabası içinde olmuştur İslamcılık.
İslamcılığa siyasal yönün eklenmesi nasıl oldu?
Bence önemli sebeplerinden birisi, halifeliğin kaldırılmasıyladır. İslamcılık bundan önce de vardı. Fakat halifeliğin kaldırılması ile Müslümanlar kendilerini başsız, bir bakıma kendilerini çıplak hissettiler. Dolayısı ile İslamcılık buradan hareket ederek politik olanı çok daha fazla öne çıkardı. Daha önce konu edindiği meseleleri ise, ihmal etmeye başladı. 20.yy. bitiminde, 21. yy. geldiğimizde, İslamcılık çok yanlış bir şekilde yorumlandı. İslamcılık devleti ele geçirerek, insanları Müslüman yapmak şeklinde yorumlandı. Bence bu çok yanlış bir yorumdu ve çok büyük bir haksızlıktı.
İslamcılığın siyasal yönü ilerlerken ihmal edilen noktalar olduğunu belirtiyorsunuz. İslamcılık neyi ihmal etti?
Müslümanın, mümin ve mümin olana, onun nasıl muttaki kılacağı meselesini, onun sloganları aşan, eğitimini, düşünce dünyasını, İslami irfan geleneğini ihmal etti. Hatta İslamcılık onu bir bakıma bilerek de reddetti. Böyle olunca, iş siyasal alanda düğümlendi.
Bu ihmalin neticesi nasıl oldu?
Dönüp baktığımızda, hiç de iç açıcı olmayan bir İslamcı neslin yetiştiğini görüyoruz. Nedir bu neslin özelliği? Namaz kılmayan, İslami slogan haricinde bir şeyden anlayamayan ve onu hayatında yaşamayan bir topluluk. Ki İslamcılık, Kuran ve sünnete çok vurgu yapmıştır ama buna rağmen amellerini Kur’an ve sünnetin kalıplarına dökmeyen yeni nesiller oluştu. Bu nesilleri yetiştirirken, İslamla ilgili yapısını ciddi şekilde kaybetmiş aile yapıları oluşmaya başladı. Ve giderek sınıflaşan bir Müslüman kitle oluşmaya başladı. Hayat tarzınız bağlamında sınıflaşmayı alt edemezseniz, sınıflaşma sizi diğer Müslümanlardan ayırıp bir tarafa alır götürür. Ve nitekim de bu gün bu böyle oluyor. İslamcılık bunları ihmal etti; ihmal edince de boşlukta kaldı. Bugün politik olarak adı geçebilir ama hayatın pratiğinde, hayatı düzenleyen İslamcılığın kendisi değildir.
İslamcılık ve Müslümanlık arasında nasıl bir fark var?
İslamcılık, modern olan ya da harici bir durum karşısında, müslümanın tutum ve tavrını ifade eder. Bu haliyle bence, bütün Müslümanlar kabul etseler de, etmeseler de İslamcıdırlar. “Bu İslam’a uygun değildir” dediğiniz andan itibaren, siz dışsal bir güce karşı mücadele ediyorsunuz demektir. Bu da sizi İslamcı kılar. Dışsal/harici güç modern olandır. Dolayısı ile ben Müslüman’ım, batılılaşmaya karşıyım diyenler de aslında İslamcıdırlar. Burada İslamcılık genel olarak, İslamcılık harici olan bir durum karşısında Müslüman’ın tavrıdır.
İslamcılığı kaç safhaya ayırıyorsunuz?
Ben iki safhaya ayırıyorum. Birisi özellikle Türkiye’yi hesaba katacak olursak 1850-60 başlayıp 1960 yılına kadar devam eden süreçtir. Buradaki temel karakter de geleneksel İslam bilgisinden faydalanmaktır. 1960’lardan itibaren bilgi ve toplumsal önderlik meselesinde bir değişim olduğunu görüyoruz. Dindar mühendis entelektüeller bu önderliği ele geçirmeye başlıyorlar. Önderlik bunlara geçince İslamcılık ciddi bir dönüşüm yaşadı.
İkinci evre İslamcılıkta, Necmettin Erbakan’ın ve Milli Görüş hareketinin rolü nedir?
Erbakan Hoca, İslamcılığı arzu ettiğini bize gösterdi. Milli Görüş hareketi ilk defa, politik arenadaki Müslümanları diğer siyasi aktörlerin içerisinden ayıklayarak onları sadece İslamcılık üzerine kurulu bir beden haline getirdi. Bu haliyle bence politik İslam’ın arzusunu yapıyordu. Ama öte taraftan baktığınızda ilk defa, partiye hizmet amacıyla kadınları evden çıkarmış bir harekettir aynı zamanda. Bu haliyle de Müslümanların, toplumsal düzeyde, aile ilişkilerinde de, çözülmesini meşrulaştıran sebepler sağlayan bir yapıdır diye düşünüyorum ben. Müslümanların, günümüz toplumu içerinde çözülmenin başlangıcı, bence Milli Görüşün başlattığı bu süreçtir. O zamana kadar, iyi kötü direnç gösteren ailenin de, çözülmesinin başlangıcı oldu diye düşünüyorum.
Öze dönüş nasıl olacak?
İslamcılığın öze dönüş dediği şey, onun varsaydığı kadar kolay değilmiş, bunu gördük. Öze dönmek demek, İslamcılığın bizzat kendisine ait, orijinal fikrini üretmek demek. Biz bunu hangi zihinle yapacağız. Müslüman zihin, ciddi şekilde yaralıdır, paralanmıştır, oldukça moderndir. Bu haliyle öze dönüş çok kolay değildir. Elbette ki bu iş öze dönüş olmadan da düzelmez. Öze dönüş, İslamcılığın bize söylediği o sloganik çerçeve içerisinde olabilecek bir şey değil. Çok daha derinlerde, çok daha entelektüel çabayı gerektiren bir şeydir. Ve Müslümanların entelektüel var oluşlarının yeniden canlanmalarının da bir imkânıdır.
Ak Parti ile İslamcılık arasında nasıl bir ilişki var?
İslamcılığın temel kabullerinden, AK Parti politik düzlemde koptu. Dolayısı ile AK Parti’yi klasik anlamı içerisinde düşünürsek, İslamcı parti sayamayız.
İslamcılığı iki evreye ayırdınız. Şu dönemde ‘Yeni İslamcılık’ başladı mı ya da başlayacak mı?
Başlama ümidi veren tartışmalar başladı. Bu tartışmaları da eski İslamcılık ile ilgili bir tartışma egzersizi olarak görmemiz lazım. Şu anda mesela Ali Bulaç ile Mümtaz’er Türköne’nin tartışmalarına baktığımızda daha çok geçmişte yaşamış bir İslamcılığı konuşuyoruz. Gelecekteki İslamcılığın temel hedefi nedir, nereden başlamalıdır, kurucu özelliğini nerede odaklamalıdır, sorusunun hayat tarzından başlaması gerekir diye düşünüyorum. Bence, kadın-erkek ilişkilerinin, aile yapısının, ticaretin, hayat tarzının, bütün bunların hepsinin aslında tartışılması gerekir.
Kadın-erkek ilişkileri ya da sosyal hayat denildiğinde mevzu hep kadına dayanıyor. Erkeklerle ilgili pek eleştiri getirilmiyor…
Haklısınız. Kıyafet yönetmeliğine karşı bizden öncekiler direndiler ama biz süreç içerisinde kabullendik. Benim üstümdeki kıyafetim tesettüre uygun değil, çünkü beden ölçülerimi çıkarıyor. Ama ben kadının kıyafetinde bedeninin hatlarını görünmemesini istiyorum ama aynı şeyi kendimi uygulamıyorum. Mesela erkekler diz altında kıyafetler giyiyorlar ve tesettürlü hanımlarıyla yürüyorlar. Ben bunu kadına karşı büyük saygısızlık olarak görüyorum. Tamam, ruhsat verilmiştir. Domuz eti yenilmesine de de ruhsat verilmiştir ama biz domuz eti yemiyoruz. Bu entelektüellik ile ilgili bir problem.
Bu sorun nasıl aşılabilir?
Buradaki sorun bence kadının kıyafetiyle ilgili değil, yeni rolü ile ilgilidir. Müslümanlar kadına rol olarak ne verecekler. Bu modern dünyanın içerisinde, kadınların evi boşaltıp buraya gelmesini mi istiyorlar, yoksa kendileri de hanımları ile birlikte ev erkeği mi olacaklar? Buna Müslümanlar, özellikle de okuyanlarımız karar vermezse bu iş düzelmez.
Sizce nasıl olmalı?
Ben kadının ev kadını, erkeğin de ev erkeği olması gerektiğini düşünüyorum. Bu modern dünya karşısında kendimizi kasmayalım; komplekslerimizi terk edelim, ev erkeği olalım, ev kadını olalım ve bununla övünelim. Şu tuzağa düşmeyelim: Bu gün Türkiye' de, iktidar, sermaye ve bilgi el değiştiriyor, Müslümanların eline geçiyor. Bu demektir ki, Müslümanlar için çok tehlikeli bir süreç başladı. Biz yeniden bunları düşünelim. Yeni İslamcılığın konuları bence bunlar olmalı.