İrem Köker
Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin 24 Haziran'da yapılacağının duyurulmasının ardından gözler, olası adaylara çevrildi. AKP'nin kurucu kadrosunda yer alan ancak, 2014'teki kongre sürecinin Cumhurbaşkanlığı makamından ayrılmasından erkene alınmasıyla birlikte aktif siyasetin dışında kalan ve partisiyle arası açılan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ismi de 'çatı adayı' tartışmalarının odağına yerleşmiş durumda.
Özellikle anayasa referandumuna verdikleri destek nedeniyle 'yetmez ama evetçi' olarak bilinen kesimlerle, Saadet Partisi (SP) destekçileri arasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı yenilgiye uğratabilecek en güçlü isim olarak nitelenen Gül'ün olası adaylığına özellikle Cumhuriyet Halk Parti'li olduklarını söyleyen seçmenlerin çok büyük tepkisi var. Gül ise bugüne kadarki kritik siyasi hamleleri öncesinde hep yaptığı gibi söylentiler ve iddialar karşısında sessizliğini koruyor.
Türkiye yakın tarihinde siyasal İslam'ın yükselişi ve kırılma anlarında kilit rol oynayan Gül'ün siyasi hayatına dair bazı tartışma ve dönüm noktalarını derledik...
Gül'ün Milli Görüş kökeninden gelmesi, özellikle cumhurbaşkanlığı döneminde tarafsız olduğuna dair verdiği mesajlar ve gösterdiği özene rağmen siyasi kimliğinin bir parçası olmayı sürdürüyor.Muhafazakar ve İslami siyasette yer almış bir aileden gelen Gül, üniversite yıllarında Milli Türk Talebe Birliği'ne (MTTB) üye oldu. MTTB, Türkiye siyasetinin özellikle son 20 yılına damga vuran birçok siyasetçinin içinden çıktığı milliyetçi ve muhafazakar bir öğrenci hareketi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere siyasi yolculuğunda birlikte hareket ettiği birçok isimle de yolları burada kesişen Gül, 1991 yılında Refah Partisi'nden (RP) Kayseri milletvekili olarak seçilmesinin ardından yaptığı açıklamalarla hem tartışma yarattı hem de isminin duyulmasını sağladı.
Kasım 1992'de Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Plan ve Bütçe Komisyonu'ndaki görüşmeler sırasında Müslümanların Türkiye'de "70 yıldır zulüm gördüğünü" öne sürdü ve "Şeriata karşı olanlar, Allah'a karşı olanlardır. Siz Allah'a karşısınız" dedi. Yine aynı yıl Çekiç Güç'ü "Kürt devleti kurdurtma ve Sevr Antlaşması'nı uygulatma hamlesi" olarak nitelendirdi. 1995 seçimlerinde de RP'nin hiç kadın aday göstermemesinin nedenini, "Türkiye'nin başörtülü milletvekiline hazır olmaması" olarak açıkladı.
Gül, 2002 yılında verdiği bir mülakatta kimliği ve düşüncelerini parti etkisiyle değil, siyasete girmeden önce kazandığını söyledi. Gül, "Gençlik yıllarımda daha çok yerli düşünceler, milli düşünceler etkiliydi. Siyasette de birçok kişinin etkisi olmuştur. Adnan Menderes'ten Turgut Özal'a kadar. Tabii ki Sayın (Necmettin) Erbakan ile beraber çalıştım. Hepsinden muhakkak ki etkilenmişizdir" dedi.
Türkiye, 2007 yılını eski Cumhurbaşkanlarından Ahmet Necdet Sezer'in halefiyle ilgili tartışmaların gölgesinde geçirdi. Tartışmalar esas olarak Milli Görüş kökenli bir partinin çoğunlukta olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden (TBMM) seçilecek bir cumhurbaşkanı ve genel olarak cumhuriyetin laik kimliği üzerinde yaşandı. Bu da ordunun doğrudan sürece dahil olmasına neden oldu.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Nisan 2007'de "cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil, özde sahip olan bir kişinin cumhurbaşkanı seçilecek olmasını" umduğunu söyledi. Başbakan Erdoğan da aylarca süren spekülasyonların ardından aday olmamaya karar verdi ve Büyükanıt'ın sözlerinden birkaç gün sonra tarihe geçen grup toplantısında şu sözlerle Gül'ün adaylığını açıkladı:
"Yaptığımız değerlendirmeler neticesinde bir isim ortaya çıkmıştır. Bu isim de bugüne kadar beraber bu yılda olduğumuz, bu hareketi beraber kurduğumuz Abdullah Gül kardeşimdir."
Bu açıklamadan birkaç gün sonra da Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) web sitesinde 27 Nisan açıklaması yayınlandı. TSK, açıklamada laikliğe aykırı olduğunu söylediği bir dizi olay sıraladı ve cumhurbaşkanlığı seçiminde laikliğin tartışılmasını "endişeyle izlediğini" belirtti. Açıklamada, " Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur" denildi.
TSK'nın açıklaması siyasette gerilimi yükseltirken, Anayasa Mahkemesi de cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında Genel Kurul'da en az 367 milletvekilinin bulunması gerektiği yönünde bir karar aldı. CHP'lilerin Genel Kurul salonuna girmemeleri sonucunda seçim de yapılamadı. Cumhurbaşkanının seçilememesi üzerine erken seçim kararı alındı ve 27 Haziran 2007 seçim tarihi olarak belirlendi. Hükümet ayrıca, anayasa değişikliğine giderek, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ve genel seçimlerin dört yılda bir yapılması düzenlemelerini getirdi.
Seçim öncesinde Gül ile Erdoğan birlikte kampanya yürütürken, mitinglerde "Cumhurbaşkanı Abdullah Gül" sloganları atıldı. Adalet ve Kalkınma Partisi, seçimlerde yüzde 46,6 oy alırken, CHP ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) de milletvekili çıkaran diğer partiler oldu. MHP Genel Başkanı Bahçeli bir kritik hamleye daha imza atarak, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Genel Kurul'a gireceklerini açıkladı. MHP'nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Genel Kurul'a girme kararı, Gül'ün önündeki en önemli engeli de kaldırdı.
Gül, ikinci kez adaylığını açıklamadan önce partilerle temasa geçti ve "herkesin cumhurbaşkanı olma," "devlet kurumları arasında ahenk ve uyumu artırma" sözü verdi. First Lady Hayrünnisa Gül'ün başörtülü olmasının yaratabileceği gerilimler nedeniyle 2014 yılına kadar eşini protokolün dışında tuttu. Ancak, Gül, yedi yıllık cumhurbaşkanlığı dönemindeki diğer başka politikaları ile tepki topladı. Hatta bazı kesimler tarafından "Çankaya noteri" gibi ağır ifadelerle eleştirildi.
Gül, yedi yıllık cumhurbaşkanlığında TBMM'de kabul edilen 836 kanunun yalnızca dördünü veto etti. "Şike Kanunu" olarak bilinen düzenleme TBMM'den aynen geçirildikten sonra bu kez onayladı ve iptali için herhangi bir girişimde bulunmadı. Akşam saat 22.00'den sonra alkol satışını yasaklayan düzenleme ve internette erişim kısıtlamalarını kolaylaştıran yasa gibi bazı tartışmalı yasalar bu dönemde yürürlüğe girdi.
Ayrıca, yaptığı atamalar da zaman zaman tartışma yarattı. Gül, bazı rektörlüklere üniversitelerde yapılan oylamalarda birinci olamayan isimleri atadığı görüldü. Bu isimlerin önemli bir kısmını ünivresitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasını isteyen bildireye imza atan akademisyenler oluşturuyordu.
Gül, cumhurbaşkanlığı döneminde kurucusu olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi ve Erdoğan ile bazı konularda görüş ayrılığı yaşasa da açıktan çatışmaya girmemesi ya da yetkisini kullanabileceği bazı durumlarda geri planda durması pasif kaldığı eleştirilerinin yapılmasına neden oldu.
Bunun örneklerinden birisi de Mayıs-Haziran 2013 dönemindeki Gezi Parkı eylemlerinde görüldü. Gül, "Demokrasi sadece seçim demek değildir. Barışçı gösteriler de bir parçasıdır. İyi niyetli mesajların alındığının bilinmesini isterim" dedi. Ayrıca, Gül bir başka açıklamasında da "Mesaj alındı" ifadelerini kullandı. Ancak parkta bulunan grupların polis tarafından sert bir müdaheleyle dağıtılmasının ardından bu duruma ses çıkarmamakla eleştirildi.
Siyaseten yol arkadaşı olan iki isim arasında yaşanan bir diğer çatışma da 17-25 Aralık 2013 tarihlerindeki yolsuzluk soruşturmaları döneminde oldu. Erdoğan, bu soruşturmaları "dış komplo ve darbe" olarak nitelendirirken, Gül ise sosyal medya üzerinden "yolsuzlukların üstünün örtülmemesi ve suçluların yargılanması" çağrısı yaptı. Gül, kendisine yönelik eleştiriler ve açıktan herhangi bir çatışmaya girmemesine rağmen ekibinden bazı önemli isimler cumhurbaşkanlığı döneminde hükümete gerekli uyarıları kapalı kapılar ardında yaptığını öne sürdü.
Bu isimlerden biri olan Başdanışmanı Ahmet Sever, 2014 yılında çıkardığı kitapta ve verdiği mülakatlarda ikili arasında yaşandığını söylediği ayrışmanın ayrıntılarını aktardı. Sever, "Başlarda anlayış birliği vardı. Abdullah Gül, Türkiye'nin kurtuluşunun Avrupa Birliği yolu olduğunu görerek hareket etti. Bunun İslam coğrafyası açısından da umut olduğunu düşünüyordu. 2002- 2007 arası süreçte bir 'altın çağ' yaşandı diyebiliriz. Hatta bu 2009'a kadar devam etti. Ama 2009, 2010'dan itibaren reformlardan geriye dönüş başladı" dedi.
Sever, Gül'ü de hükümette "bir denge, fren işlevi" gören bir isim olarak nitelendirdi ve Köşk'e çıkmasının geriye dönüşü başlattığını öne sürdü. Sever'e göre, Gül cumhurbaşkanlığı döneminde, doğrudan çatışma yerine kapalı kapılar ardında "ikna etme" yöntemini tercih etti.
Gül, 2007 yılında tartışmalı bir sürecin ardından cumhurbaşkanı seçildiğinde kendisini ilk tebrik eden isimlerden biri Fethullah Gülen oldu. Gülen, 2007 yılında Zaman gazetesine bir ilan vererek, Gül'ü cumhurbaşkanı seçilmesinden dolayı tebrik etti. Gülen'e yakın olduğu iddiaları kariyeri boyunca Gül'ün yakasını pek bırakmadı. Sözcü gazetesi de 2015 yılında yaptığı bir haberde Gül'ün dışişleri bakanı olduğu sırada 16 Nisan 2003 tarih ve 3487 sayılı bir genelge yayınladığını bildirdi.
Bu genelgede 'Fethullah Gülen ve okulları' hakkında uygulanacak hareket tarzlarının sıralandığı belirtildi. Gazetenin haberine göre, Türkiye'nin yabancı ülkelerdeki temsilciklerine, gelen heyetlere Fethullah Gülen okullarının gezdirilmesi, okul açılmasının teşvik edilmesi ve ilişkilerin güçlendirilmesi talimatı verildi.
Ayrıca, 17-25 Aralık 2013'teki yolsuzluk soruşturmalarının ardından Gül'ün gazeteci Fehmi Koru'yu görüşmek üzere Gülen'e gönderdiği açıklandı. Erdoğan ise Gülen'in aracıyla gönderdiği mektupta "sulh teklifi" yaptığını ancak bunu kabul etmediklerini söyledi.
Gül'ün Anayasa Mahkemesi üyeliğine atadığı isimlerden biri olan Alparslan Altan da yine Cemaat ile ilişkileri konusunda tartışma yarattı. Altan, Anayasa Mahkemesi'ne atanabilmek için gerekli koşulları sağlayabilmesi için önce Denizcilik Müsteşarı Yardımcısı olarak bir ay görev yaptı. O dönem Altan için "hülle atama" ifadeleriyle eleştiriler yöneltildi. Altan, 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminin ardından gözaltına alındı ve ihraç edildi.
Gül ise Gülen Cemaati ile ilişkili olduğu iddialarını son dönemde sıklıkla reddetti. Gül, 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimin ardından TBMM Araştırma Komisyonu'na gönderdiği yanıtta, "Siyaset-devlet hayatımda bu yapıyla ilişkim olmadı" dedi.
Gül, 2014 yılında cumhurbaşkanlığı görevinden ayrıldıktan sonra siyasetin dışında kalmayı tercih etti. Oysa ilk Köşk'e çıktığı dönemlerde Rusya'daki Vladimir Putin ve Dmitri Medvedev arasındaki görev değişikliği gibi bir formülün Türkiye'de olup olmayacağı tartışmaları yoğun şekilde yapılıyordu.
Anayasa Mahkemesi, 2007 yılında yapılan anayasa değişikliklerinin uygulamasıyla ilgili Gül'ün görev süresinin yedi yıl olduğunu ancak bir daha seçilebileceğine hükmetti.
2014 yılında Erdoğan cumhurbaşkanlığına aday olduğunu açıkladı ve partisinden istifa etti. Gül ise özellikle de yakın danışmanlarının ısrarlı şekilde yaptıkları önerilere rağmen, Köşk sonrası planlarına dair ketum davrandı ve ne yapmak istediğini uzun süre açıkça dile getirmedi.
Onun yerine kararı Adalet ve Kalkınma Partisi verdi. Erdoğan'ın istifasının ardından, yeni genel başkanı seçmek için yapılacak kongreyi Gül'ün görev süresinin dolmasından birkaç gün önce düzenleme kararı aldı. Bu karar, Gül'ün de cumhurbaşkanlığı görev süresinin bitmesinin ardından partiye geri dönme ihtimalini ortadan kaldırdığı gibi, siyaset dışında da kalmasına neden oldu.
Erdoğan sonrasında partinin başına Ahmet Davutoğlu geldi. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kongresinde Gül'ün adı dahi geçmedi. Gül, bu dönemde "kendi cenahından" bazı kişilere kırgın olduğunu söylemekle yetindi. Ancak esas tepkiyi ise eşi Hayrünnisa Gül verdi.
Hayrünnisa Gül'ün veda resepsiyonunda gazetecilere, "İntifadayı ben başlatacağım" sözleri uzun süren bir tartışma başlattı. Gül, "Abdullah Bey kibarlığından söyleyemiyor. Kendisine çok yanlışlar, çok saygısızlıklar yapıldı. Bu süreçte bazı yaşadıklarımızı, 28 Şubat döneminde benim başörtümün tartışıldığı günlerde bile bu kadarını görmedik" dedi.
Gül, Erdoğan ve hükümet ile ilk kez Aralık 2017'de karşı karşıya geldi. Gül, yayınlanan 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'de, "Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın, 15 Temmuz darbe girişimi ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin" hiçbir hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğunun olmayacağı yönündeki ifadenin muğlak olduğu ve düzeltilmesi gerektiği eleştirisini yöneltti. Erdoğan ise Gül'ün açıklamalarının üzüntü verici olduğunu söyledi.
28 Şubat 1997 tarihindeki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı yapıldığı tarihte Abdullah Gül de kabinede devlet bakanı ve hükümet sözcülüğü görevini yürütüyordu. İlerleyen yıllarda Gül, yıllar sonra kendisinin MGK üyesi olmadığı ve burada alınan kararların Bakanlar Kurulu'na getirilmemesinden dolayı kendisinin imzası olmadığını söyledi. Ancak yine yıllar sonra yaptığı açıklamalarda, o dönem Erbakan'ın tutumunu da çok da doğru bulmadığını belirtti. Gül'e göre, Erbakan daha sert tepki göstemeli ve gerekiyorsa erken seçime gitmeliydi.
Gazeteci Sedat Ergin'in Nisan 2012'de yazdığı yazıda, Gül, 28 Şubat dönemini şöyle aktardı:
"28 Şubat kararlarında hükümet programına aykırı, hükümet programında yer almayan noktalar vardı. Ben 'Bu durumda suçlu oluruz. Bu nedenle parlamentoda görüşülmesi gerekir' dedim. Erbakan Hoca çocuğun annesi gibi davranırdı. Bu meseleyi kırmadan, dökmeden halletmek istedi. Zamana yayarak halletmek istedi."
Erbakan'ın 28 Şubat döneminde daha sert tutum benimsemesi gerektiğini düşünen bir diğer isim de Erdoğan'dı. Zaten bu kanat 2000'li yılların başında geleneksel Milli Görüş'ten ayrılarak, Adalet ve Kalkınma Partisi'ni kurdu. Gül ve Erdoğan'ın da içinde bulunduğu bu hareket, ilk kez girdikleri 2002 seçimlerinden bu yana iktidarda kalmayı sürdürüyor. Gül ile Erdoğan, yıllardır birlikte yürüdükleri siyaset yolculuğunda bir diğer yol ayrımına gelmiş gibi görünüyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi'ne yakın yazarlar, Gül'ün adaylığının doğru olmayacağı yönünde görüş bildiriyor. Gül ise yıllardır siyasi hayatının kritik hamlelerinin öncesinde olduğu gibi sessizliğini ve ketumluğunu koruyor.