Abdullah Gül'den gazeteciler ve yazarlar için ifade özgürlüğü çıkışı

Abdullah Gül'den gazeteciler ve yazarlar için ifade özgürlüğü çıkışı

24. Dönem Parlamentosu'nun 3. Yasama Yılı'nda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde konuşma yapıyor. Gül konuşmasında gazeteci ve yazarlar için ifade özgürğü uyarısında bulunarak, "Medya mensuplarının halkı haberdar etme görevlerini yerine getirirken hiçbir engelle karşılaşmamaları da temel esastır. Hiç kimse fikirleri ve fikirlerini medya yoluyla açıklaması yüzünden hapse düşmemelidir." dedi.

Gül, şehit olan güvenlik güçlerini rahmetle andığını söyledi ve "Terörün kucaklanmasına, övülmesine ve meşru gösterilmesine müsamaha eden bir demokrasi de dünya üzerinde mevcut değildir" eleştirisini yaptı.
 
Dış poitika konusuna da değinen Abdullah Gül, "Dış politikada takip ettiğimiz politikanın yan etkilerini dikkatle izlemeli ve her bölge ülkesinin tehdit algılamasını anlamaya çalışmalıyız" ifadelerini kullandı.
 
İşte Gül'ün konuşmasının tam metni:
 
 
"Sayın Başkan, 
Değerli Milletvekilleri,
 
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 24. Dönem 3. Yasama Yılı’nın açılışı vesilesiyle, siz Değerli Milletvekillerimizi en içten duygularımla selamlıyorum.
 
Her yeni gün, her yeni başlangıç yeni umutları beraberinde getirir. Dünyanın köklü değişimler geçirdiği; ekonomik, sosyal ve siyasi alanlarda muazzam altüst oluşların yaşandığı günümüz ortamında da; Yüce Meclisimiz, milletimizin, sorunlarının çözümünü emanet ve itimat ettiği en önemli kurumdur.
 
Kuruluşundan beri olduğu gibi, bugün de Yüce Milletimiz, rehberlik için yüzünü Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne çevirmekte, sizlerin varlığından, çalışmalarınızdan, gayretlerinizden ümitvar olmaktadır.
 
Değerli Milletvekilleri,
 
Dünyada, çevremizde ve ülkemizde meydana gelen olumlu ve olumsuz gelişmeler, karşı karşıya kaldığımız sorunlar, hiç kuşkusuz, bu yasama dönemini, öncekilerden daha hassas hale getirmiştir.
 
Böyle dönemlerde daha fazla konuda ortak tavır alabilmemiz gerekiyor. Bunun için de daha geniş istişareye, çok yönlü diyaloğa ve her düzeyde daha yakın çalışmaya ihtiyacımız var.
 
Siyasi partiler demokrasilerin temel unsurudur. Siyasi partilerimizin saygıdeğer liderleri ile siyasetçilerimizin, şartların gerektirdiği ortamın oluşmasına ortak katkıları, başka her türlü katkıdan daha fazla belirleyicidir.
 
Birbirimizin düşünce ve kaygılarına empatiyle yaklaşalım. Doğrularımızı söylemeye devam edelim, ancak bunu yaparken dışlayıcı ve birbirimizden uzaklaşmayla sonuçlanacak bir üslup kullanmaktan da kaçınalım. “Sözün gücü” nün ne olduğunu hep hatırda tutalım.
 
Geçmiş deneyimlerimizden ve siyasi tarihimizdeki örneklerden bildiğimiz üzere, bir yasama yılı nasıl başlarsa öyle devam ediyor. Sözümüz güçlü olsun derken kendi söylemlerimizin esiri olabilir ve ileride telâfisi çok zor noktalara varabiliriz.
 
Geçen yılki konuşmamda bu Meclis’in siyasetin tüm renk ve eğilimlerini temsil ettiğini ve bu nedenle çok güçlü olduğunu vurgulamıştım. Bu vesileyle, seçildikleri halde bu yasama yılında da Meclis’te olamayan milletvekillerinin bu tablo içinde bir noksanlık oluşturduğunu belirtmek isterim. 
 
Seçimlere yasal olarak katılmış, halkın oyunu almış, milletvekili sıfatını taşımaya hak kazanmış herkesin, haklarında kesin yargı kararları ortaya çıkana kadar yasama faaliyetine katılması gerektiğini düşünüyorum.
 
Ülkemiz ve milletimizin karşılaştığı bütün sorunların çözüm yeri Yüce Meclis’tir. Ülkemizdeki bütün fikir ve renklerin burada temsili önemlidir. Mühim olan bu yüce kurumun kapsayıcı olması ve çoğunluktan farklı düşünenlerin bu çatı altında kendilerine güvenli bir yer bulmasıdır. 
 
Meclis kompozisyonunda meydana gelebilecek her türlü noksanlık, geçmişte yapılanları tekrar etmekten ve çok ihtiyacımız olan çözümleri daha da ötelemekten başka bir işe yaramayacaktır.
 
 
Sayın Başkan, 
 
Değerli Milletvekilleri,
 
Geride bıraktığımız yasama yılı her bakımdan ülkemizi ön plana çıkaran olaylara sahne oldu. Dünyanın en sağlam, hiç sarsılmaz gibi görünen ekonomileri krize girdi; krizle daha önce tanışmış ülkelerde de sorunlar derinleşti.
 
Bize yakın coğrafyada, asla değişmez gözüyle bakılan, halkların kaderi olduğuna inanılan siyasi yapıların çözülmeye yüz tuttuğunu gördük.
 
İnsanlar daha fazla hak ve daha fazla özgürlük taleplerini yüksek sesle ifade etmeye başladılar. Hak ve özgürlüklerini elde etmek için her türlü fedakârlığa katlanmayı göze alabileceklerini gösterdiler.
Değişim süreci henüz sona ermediği için etrafımızdaki çalkantılar ülkemizi de etkiliyor.
 
Yakın coğrafyamızda meydana gelmekte olan köklü değişimlere yol açan gelişmelerde ülkemizin ‘ilham kaynakları’ndan biri olduğunun herhalde farkındayız. 
 
Nüfusunun çoğunluğu Müslüman, demokratik ve laik bir ülke olarak Türkiye, ekonomik alanda kaydettiği ilerlemeler yanında, farklı din ve etnik kökenden vatandaşlarını mutlu etme çabalarıyla da dikkat çekiyor.
 
‘Türkiye gibi olmak’ bugünün dünyasında bazı halklar için bir özlem haline geldi.
 
Bu vasıflarımızın ülkemize ve özellikle devlet yönetiminde görev alanlara ayrı bir sorumluluk yüklediğine hiç kuşku yoktur. 
 
Bu itibarla, ülkemize ve sistemine bakıldığında fark edilen ‘özenilecek’ vasıflarımızı daha da sağlamlaştıracak, kurumsallaştıracak, demokratik kazanımların sürmesini sağlayacak yöndeki kararlı yürüyüşümüze devam etmeliyiz.
 
Değerli Milletvekilleri,
 
Uzak ve yakın coğrafyalarda meydana gelen değişimler, ülkemiz için, büyük fırsatlar doğurduğu gibi yeni sorunlara da kapı aralamaktadır. 
 
Bölgemizde istikrar ve güvenliğe önem veren, karşılıklı dayanışma ve çok yönlü işbirliği temelinde sorunları ortak çözümlerle ortadan kaldırmayı amaçlayan uzun vadeli stratejimizi kararlıkla sürdürdük. 
 
Zaman içerisinde karşımıza çıkan birçok engele rağmen, bu politikalarımızdan taviz vermeyerek, samimiyetimizi bölge ülkelerine ve komşularımıza ispat ettik.
 
Komşularımızla ilişkilerimiz bugünlerde yeni gelişmelerle sınanıyor. İki yıl kadar önce tamamen bizim dışımızda gelişen olaylar sonunda, tek parti rejimleriyle yönetilen otoriter Arap ülkelerinin halkları, özgürlük, adalet ve daha iyi ekonomik şartlar için hareketlenip korku duvarlarını yıktılar. 
 
Arap dünyasındaki bu köklü dönüşüm hareketi tamamen yerli olan bir hak, hukuk ve onur mücadelesidir.
 
Soğuk Savaş dönemi çoktan bitti. Ancak,  Ortadoğu’da bugün bile Soğuk Savaş mantalitesi ve yöntemleriyle stratejik ve taktik hamleler sürdürülüyor. 
 
Bu nedenle, her zamankinden daha dikkatli ve ihtiyatlı olmakta yarar bulunuyor. 
 
Ortadoğu’da halk hareketleri başladığında, normalde bütün dünyaya demokrasi dersi veren bazı ülkeler tereddütler yaşadılar. Bugün de yaşananları gölgelemek ve dönüşümü yolundan saptırmak için global çapta sinsi girişimler yapılmaktadır. 
 
Geçtiğimiz günlerde yaşanan ve etkisini şimdi bile hissettiren ‘film kışkırtması’ bu girişimlerin son örneğidir. Bu tarz provokasyonlar bundan sonra da olacaktır. İslam âleminin bu tuzağa düşmeden demokrasi ve kalkınma yolundaki çabalarını sürdürmesi gerekir.
 
Sayın Başkan, 
 
Değerli Milletvekilleri,
 
Suriye’de her gün yüzlerce insanın canını alan kanlı bir iç savaş sürüyor. Kadim medeniyetimizin en görkemli şehirleri harap olmaya; kucaklaştığımız insanlar birbirlerine acımasızca saldırmaya devam ediyor. 
 
Bir ülke kendisini tüketir mi? İşte bugün Suriye kendisini tüketiyor. Biz Suriye’nin kendi kendisini tüketmesini istemeyiz. Tercihimiz, halkı mutlu olan güçlü bir Suriye’dir.
 
Ülkemizin Suriye’nin de aralarında bulunduğu komşularıyla ilgili politikası bellidir. Biz bütün komşularımızla iyi ilişkiler kurmaktan yanayız. Suriye ile ilişkilerimizi de her türlü engele rağmen kararlılıkla geliştirmeye çalıştık. İlişkilerin gelişmesi iki ülkenin halklarını birbirine yaklaştırdı, refahlarına katkı sağladı.
 
Bu süreçte, angajman politikasının komşumuzun demokrasi iştahını teşvik edeceğine ve bu yolda adımlar atılmasını sağlayacağına inandık.
 
Olaylar başladıktan sonra da, inisiyatifin Suriye yönetiminin elinden çıkmaması için dostça çok çalıştık. Her seviyede çok çaba gösterdik. Bölgeye uzak ülkeler gibi davranmadık. Çünkü bugünlere gelineceğinin kaçınılmaz olduğunu gördük.
 
Ancak, dünyanın gözü önünde kendi halkının meşru taleplerine savaş uçakları dahil ağır silahlarla mukabele eden bir rejim var bugün karşımızda. Biz ırk, din, mezhep, ideoloji farklılıklarına asla bakmaksızın ilkeli bir tutum sergiledik. Duruşumuz tarih önünde doğrudur.
 
Buradan bütün uluslararası topluma çağrıda bulunmak isterim. Suriye’de akan kanın durması hepimizin ortak sorumluluğudur. Yakın tarih uluslararası camianın üzerine düşeni yapmadığı durumlarda, bu tür olayların nasıl daha büyük kıyımlara dönüştüğünü göstermektedir. 
Bu itibarla, olaylara Soğuk Savaş mantalitesi ve kısır çıkarlar gözlüğüyle bakmamalı,  insani sorumluluklarımızı dikkate alan, hak ve adaleti gözeten, cesur ve kararlı bir tutum sergilenmelidir. 
Yine de dikkatli olmakta yarar var. Dış politikayı ilgilendiren meselelerde dostlar ile düşmanlar çoğu kez karışır; intikam duyguları devreye girer; kıskançlıklar depreşir. Bu nedenle, takip ettiğimiz politikanın yan etkilerini dikkatle izlemeli ve her bölge ülkesinin tehdit algılamasını anlamaya çalışmalıyız.
Milli çıkarlar her ülke için temel unsurdur. Ülkemizin milli çıkarları da bizim için temel unsur teşkil ediyor.
Suriye’de ortalık durulunca ülkeyi yönetecek kadrolar ile ortaya çıkacak düzenin, tüm Suriye halkını temsil etmesi; aşırılıklardan kaçınması ve intikamcı duygularla hareket etmemesi en  büyük  arzumuzdur.
 
Yeni Suriye’nin kendi halkıyla ve komşularıyla barışık bir şekilde, toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini koruması en temel önceliğimizdir. Öte yandan, Filistin davasına sadakat ve desteğin kesintisiz sürdürülmesi, yeni Suriye’nin meşruiyetinin en önemli kaynaklarından biri olacaktır.
 
 

'Terör saldırıları tırmanmakta'

 
 
"Şüphesiz bütün bu gelişmeler uzun güney sınırımızda bizim için yeni ve ciddi güvenlik sorunları ortaya çıkartmıştır. Büyük göç kitlesi ve ortaya çıkan kaos ortamını fırsat bilen terör örgütünün bu durumdan faydalanma çabaları terör saldırılarını tırmandırmaktadır. 
 
Değerli Milletvekilleri,
 
Terör, ülkemizde can almaya, yüreklerimizi dağlamaya devam etmektedir. Ülkemizde ve dünyanın farklı ülkelerinde çirkin yüzünü gösteren terör, siyasi veya adi bir suç değil, insan hayatına kasteden bir eylem ve insanlığa karşı işlenen bir suçtur.
 
Geçen yıl Yüce Meclis’te yaptığım konuşmada, terör örgütünün, ülkemizin demokratik standartları yükseltme yönündeki kararlılığını, bir zafiyet olarak görmekle, tarihi bir yanılgı içinde olduğunu vurgulamıştım.
 
Terör örgütü bu kez de başta Suriye olmak üzere bölgede meydana gelen dönüşüm ve kaosu fırsat zannederek, yeniden tarihi bir yanılgı içine girmiş; Türkiye’nin huzurunu ve kalkınmasını engellemek isteyen farklı odakların taşeronu haline gelmiştir.
 
Teröre karşı mücadele, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin temel ilkeleri gözetilerek, aynı kararlılık ve azimle sürdürülecektir.
 
Milletimize kasteden terör odaklarına karşı herhangi bir müsamaha gösterilmesi ve teröre karşı mücadelede en ufak bir zafiyet içine girilmesi asla sözkonusu olmayacaktır.
 
Türk Silahlı Kuvvetleri ve güvenlik güçleri teröre karşı yürüttüğü mücadeleyi büyük fedakârlıkla ve yeni şartlara göre kendisini yeniden yapılandırarak sürdürmektedir.
 
Devlet ve millet olarak Silahlı Kuvvetler ve güvenlik güçlerimize güvenimiz tamdır.
 
Bu vesileyle, başta terörle mücadele olmak üzere, ülkemizin huzur ve güvenliği için hayatlarını kahramanca feda eden asker, polis ve sivil tüm şehitlerimizi ve kahraman gazilerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyorum.
Terörle mücadelede millet olarak, iktidarı, muhalefeti, medyası ve sivil toplum kuruluşlarıyla hepimiz tek yürek halindeyiz. Bu mücadelenin başarısı için kararlılık ve birlikteliğin sürmesi hayati önem arzetmektedir.
 
Bu bağlamda, hepimiz bu Meclis çatısı altında yaptığımız “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini” koruma yeminine sonuna kadar sadakat göstermeliyiz."
 
 

'Terör ile demokrasi kol kola gezemez'

 
 
"Terör ile demokrasi hiçbir ahvalde kol kola gezemez. Terörün kucaklanmasına, övülmesine ve meşru gösterilmesine müsamaha eden bir demokrasi de dünya üzerinde mevcut değildir.
 
Terör, en önemli anayasal değerlerden biri olan insan onurunu ve temel hakların başında gelen yaşama hakkını yok etmeyi hedeflediğinden hiçbir şekilde mazur gösterilemez.
 
Milletçe topyekûn yürütmemiz gereken terörle mücadelede şüphesiz en büyük silahımız, ahlaki üstünlüğümüzü ve hukuki meşruiyetimizi gerek içeride, gerek dışarıda asla kaybetmemektir.
 
Bu meşruiyetin en büyük güvencesi ise demokrasimizdir. Esasen terörün kastettiği temel hedef demokrasidir.
 
Türkiye bir süredir günün şartlarına da uyum içerisinde demokrasinin kanallarını genişletme çabasındadır. Daha önce korkulan pek çok alanda cesur adımlar atıldı, atılıyor. Eşit vatandaşlık ilkesi çerçevesinde, herkesi mutlu edecek ve herkesin devletin bütün imkânlarından yararlanmasını sağlayacak değişiklikler birbiri ardına gerçekleştiriliyor.
 
Gerçekleşen değişikliklerden hemen her alanda herkesin yararlanması da sağlanıyor. Pek çok yasak sona erdirildi. Kimliklere müdahale anlamına gelen uygulamalar artık yok. Anadiller üzerinde varolan baskılar kalktı. İsteyene anadilini öğrenme imkânı bu yıldan itibaren eğitim sistemi içerisine alındı. Ülkenin her yerindeki bürokratlar görevlerinin halka hizmet olduğunun bilincindeler.
Terör örgütü bu gelişmelerden çok rahatsız oldu. Özgürlük alanı genişleyen halkın, doğal olarak istikrardan yana tavır alması, terör örgütünü sıkıştırmaktadır.
 
Bu itibarla, demokratik standartlarımızı yükseltme yönündeki cesaretimizin kırılmaması gerekir. Bugün konjonktürel sebeplerden artan terör saldırılarının tuzağına düşüp, yanlış istikamete girmemeli ve tekrar kısır döngü içine düşmemeliyiz.
 
Bu bağlamda, bütün sorunların çözüm yerinin bu Meclis olduğunu hatırda tutmalı ve yeni Anayasa hazırlanması çabalarımızı da kararlılıkla sürdürülmeliyiz.
 
Son dönemde artan terör saldırıları ve can kayıpları nedeniyle en ufak bir karamsarlığa düşmemeliyiz. Evet, terör şiddetini artırmıştır. Ancak, unutmayalım ki, ülkemizin, demokratik standartlar, ekonomik gelişmişlik, siyasi istikrar ile askeri ve yumuşak güç bakımından belki de Cumhuriyet tarihinin en güçlü dönemini yaşadığı da bir vakıadır.
 
Dolayısıyla, önümüzdeki sorunlar büyük olsa da bunlarla rahatlıkla başedecek güç, tecrübe ve birikimimiz de bulunmaktadır.
 
Sayın Başkan, 
 
Değerli Milletvekilleri,
 
Dış politikada son on yılda elde edilen kazanımlarımızın temelinde, artan yumuşak gücümüz yer almaktadır. Tarihi birikimimiz, uzun devlet tecrübemiz, milletimize öz hasletler ve demokratik kimliğimiz nedeniyle, bir “erdemli güç” olarak, daima haklının yanında, haksızın karşısında oluyoruz, olacağız.
 
Buna ilaveten, atacağımız her adımda gözetilmesi gereken temel hususun, milli menfaatlerimiz olduğunu da hep akılda tutmalıyız.
 
Dış politikadaki kazanımlarımızın en değerlilerinden biri olan komşularla ilişkilerde kaydettiğimiz ilerlemeleri de titizlikle muhafaza etmeliyiz. 
 
Bazı komşularımızla ilişkilerde bizim dışımızdaki gelişmeler nedeniyle yaşanan gerilemeyi, geçici ve dönemsel olarak görmeli, komşularla ilişkileri dostluk ve karşılıklı menfaatler prensibi temelinde ilerletme hedefini muhafaza etmeliyiz.
 
Bazı komşularımızın da yaşadığı Ortadoğu’daki tarihi dönüşümün, güvenlik, istikrar ve refaha tahvil edilebilmesi için bölgenin iki temel güvenlik ikileminin halledilmesi öncelik taşımalıdır.
 
Aslında birbiriyle ilintili olan bu iki temel mesele, Arap-İsrail İhtilafı ile bölgede tırmanma istidadına giren kitle imha silahlarının yayılması tehlikesidir.
 
Her iki sorunun da çözümü için münferit ve kökten olmayan yaklaşımlar yerine, daha bütüncül ve kapsamlı bir yaklaşımın ortaya konulması elzemdir.
 
Bu çerçevede, İsrail’in de güvenlik endişelerine son veren Arap Barış Planı ile; bölgenin Kitle İmha Silahlarından arındırılmasına imkan sağlayacak 1991 tarih ve 687 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararını temel alan bir bölgesel silahsızlanma mekanizmasının; eş zamanlı olarak hayata geçirilmesinin esas referans alınması gereken noktalar olduğu kanaatindeyim.
 
ABD Başkanı Obama’nın 2010 yılında New York’ta yapılan NPT İzleme Konferansı’nda bu fikri destekleyen beyanlarını takdirle karşılıyor ve silahsızlanma konusunda diğer büyük aktörleri de bu hususta inisiyatif almaya davet ediyorum.
 
Böylece, Ortadoğu ve dünyanın pek çok yerinde adalet duygusunu zedeleyen, istikrarsızlık ve aşırılıklara sebep olan Filistin meselesinin adil ve kalıcı bir şekilde çözülmesi; İran’ın ve diğer bölge ülkelerinin büyük tehdit algılamalarına bağlı gerilimlerin giderilmesi mümkün olabilecektir.
 
Avrupa Birliği ve başta ABD olmak üzere NATO müttefiklerimizle ortak değerler temelinde yürüttüğümüz ilişkiler, sadece bir dış politika ve güvenlik tercihi olarak telakki edilmemelidir. 
 
Ülkemizin siyasi, demokratik ve ekonomik vasıflarının da bir anlamda tescili olan bu ilişkiler, güvenliğimizin pekiştirilmesi ile demokratik ve ekonomik inkişafımız bakımından da son derece önem taşımaktadır. 
 
Diğer taraftan, ülkemizin son yıllarda tüm kıtalarda yakaladığı diplomatik ve ekonomik aktivizmi sürdürmesinin, Türkiye’nin dünya politikasında yükselen profilinin korunması ve milli menfaatlerimizin genişletilmesi açısından gerekli olduğuna inanıyorum.
 
Komşumuz ve büyük ticari ortağımız Rusya başta olmak üzere, ilişkilerimizin süratle çeşitlendiği Çin, Afrika, Latin Amerika ve Pasifik ülkelerine yönelik çok boyutlu dış politikamızı güçlendirmeye devam etmeliyiz.
 
Ayrıca, kardeş Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve İslam dünyasıyla ilişkilere verdiğimiz önem ile Kıbrıs davasına yönelik dikkat ve alakamızı artırarak sürdürmeliyiz.
 
Değerli Milletvekilleri,
 
Bugün Batı ekonomileri büyük bir krizle boğuşuyor, AB kendi içine kapanıp iç yapılanmasının beraberinde getirdiği bazı zafiyetleri gidermek için çaba sarf ediyor olabilir. Ancak, hiçbir kriz sonsuza dek sürmez. 1929 Buhranı’ndan bu yana çok sayıda kriz sona ermiş ve çoğu kez ülkeler “yaratıcı yıkım” kuralı gereğince krizlerden güçlenerek çıkmıştır.
 
AB üyelik perspektifinin getirmiş olduğu ivmeyle Türkiye’nin, ekonomisini ve demokrasisini güçlendiren ve vatandaşlarımızın hayat standardını yükselten pek çok reforma öncülük ettiği bir gerçektir.
 
Çoğu kez karşı taraftan kaynaklanan nedenlerle süreç yavaşlasa da biz kendi işimize bakmalı ve AB müktesebatı çerçevesinde atılması gereken doğru adımları kararlılıkla atmalıyız. Bu nedenle, Yüce Meclis’ten beklentim, AB uyum yasalarına ve reformlarına yönelik önceliğin yeniden tesis edilmesi ve bunların bütün vatandaşlarımız adına somut kazanımlara dönüştürülmesinin sağlanmasıdır.
 
Değerli Milletvekilleri,
 
Geçtiğimiz yıl ülkemizin en önemli gündem maddesi yeni anayasanın yapımıydı. 
Milletimizin özlemi ve beklentisi olan bu anayasa için vade, bugün başlayan yeni yasama yılıdır. 
Anayasanın geniş kitlelerin önerilerini de içine alacak, sivil toplumun taleplerine de yer veren ön hazırlığı geçtiğimiz yıl tamamlandı. Meclis’te temsil edilen partilerimizin eşit sayıda üyesinden oluşan Komisyon çalışmalarını ben de yakından izlemekteyim.
 
Şimdi bu çalışmaların ortak bir metne dönüştürülmesi zamanı gelmiştir. Ortaya çıkacak metin mümkün olduğu oranda üzerinde uzlaşılabilecek ortak görüşleri içermelidir. Anayasa gibi temel bir metin üzerinde yüzde yüz anlaşmanın ne denli güç olduğunun farkındayım.
 
Özgürlükçü bir anayasayla, herkesin hak ve hürriyetlerini garanti altına alan, kimsenin kendisini dışlanmış hissetmeyeceği yeni bir vatandaşlık mukavelesini gerçekleştirmeliyiz.
 
Yeni anayasa yapım sürecinde, pek çok meselenin ve alternatif anayasal sistemlerin gündeme getirilmesi, bu sistemlerin olumlu ve olumsuz yanlarının irdelenmesi sağlıklı bir tartışmadır. 
 
Bu sistemlerin dünyada başarıyla uygulandığı örnekler bulunduğu gibi, ciddi sıkıntılara yol açtığı örnekler de mevcuttur. Önemli olan dünyadaki mevcut örnekleri de dikkate alarak, meseleyi kendi bütünlüğü içinde, tüm veçheleriyle tartışmaktır.
 
Netice olarak yapılması gereken; köklü anayasal tecrübemizin ışığında milletimizi layık olduğu seviyeye taşıyacak; temel hak ve özgürlükleri genişletecek; halkımızın birlik ve beraberliğini pekiştirecek; demokrasimizi kurumsallaştıracak bir anayasanın biran önce hazırlanmasıdır.   
 
Sayın Başkan, 
 
Değerli Milletvekilleri,
 
Ülkemizde bugün herkesin görüşlerini rahatlıkla ifade edebileceği bir özgürlük ortamı bulunuyor. Bu yolda eksikler veya yanlış uygulamalar, demokrasiyi zedeleyen görüntüler sözkonusu ise, bunların hepsi hiç gecikilmeden ortadan kaldırılmalıdır. 
 
Türkiye’nin demokratik bir hukuk devleti olduğu yolunda kimsenin kaygısı da, kuşkusu da bulunmamalıdır. 
 
İç ve dış kamuoyunda bu yoldaki kazanımlarımızın haksız bir şekilde gölgelenmesine müsaade etmemeliyiz.
 
Dünyada demokratik hak ve özgürlüklerin en geniş biçimde kullanılmasına imkân verdiği için zarar görmüş ülkeye pek rastlanılmaz. Buna karşılık sıkıntıdan sıkıntıya düşenlerin çoğu, hak ve özgürlüklerin dar olduğu, demokrasiden nasibini almamış ülkelerdir.  Türkiye, çok şükür, bugün belli bir demokratik olgunluğa kavuşmuş bir ülkedir."
 
 

Gazeteci ve yazarların ifade özgürlüğü

 
 
"Bir ülkede yazarların, düşünürlerin ve fikir adamlarının görüşlerini korkusuzca paylaşabilmeleri, o ülkeye itibar kazandırır. Aynı şekilde, gazeteciler, haberciler ve bir bütün olarak medya mensuplarının halkı haberdar etme görevlerini yerine getirirken hiçbir engelle karşılaşmamaları da temel esastır. 
Hiç kimse fikirleri ve fikirlerini medya yoluyla açıklaması yüzünden hapse düşmemelidir. Şiddeti teşvik eden ile görüş açıklayan arasında kesin bir ayrım gözetilmelidir. 
 
 
Değerli Milletvekilleri,
 
Hukuk devleti, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi temel demokratik ilkeler her ülkeyi güçlü kılar. Kritik dönemlerden geçerken bu konularda göstereceğimiz özen ve titizlik, mücadele gücümüze güç katar ve her türlü istismar ve kirli propagandaları defeder.
 
Bu sebeple, kurumlarımızın da itibarını yüceltmek ve zedeletmemek için, tüm şüphe ve kuşkuları yok edecek cesaretle davranmalıyız.
 
Hepimizi derinden üzen olayları ve talihsizlikleri asla iç polemik kısır döngüsüne sokmadan, sorgulama-hesap verebilirlik dengesinde tutmalıyız. 
 
Bu davranış tarzı asla bir zafiyet olmadığı gibi, tam tersine ülkemizin ve kurumlarımızın gücüne güç katacaktır.
 
Sayın Başkan, 
 
Değerli Milletvekilleri
 
Türkiye ekonomisinin yakın tarihi, ekonominin bütün temel dengelerini tahrip eden ve her defasında büyük kayıplara ve zararlara sebebiyet veren krizlerle doludur. Bu sıkıntılı dönemlerin gösterdiği gerçek, ekonomimizin her zaman krizlere maruz kalabilecek kırılganlıklar ve zayıflıklarla malul bulunmasıydı.
 
Ülkemiz 2001 yılında tarihinin en derin ekonomik krizini yaşamıştır.
 
Krizi takip eden yıllarda alınan etkili tedbirler ve hayata geçirilen kapsamlı reformlar sayesinde ekonomimiz, istisnaî bir iki yıl hariç, istikrarlı bir büyüme ve gelişme trendi yakalamıştır.
 
Ayrıca, 2007'de başlayıp 2008'de derinleşen ve halen etkileri devam eden, dünyanın son yüzyılda yaşadığı en şiddetli krize karşı güçlü bir dayanıklılık ve esneklik göstermiştir. Yapılan reformlar bizi bu defa dış şoklara karşı korumuştur.
 
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Türk ekonomisi son 10  yılda AB ortalamasından yaklaşık 5 kat daha hızlı büyümüş ve bu büyüme istihdam yaratan bir büyüme olmuştur.
 
Bu başarıda en büyük pay, çalışkan Milletimize ve gösterdiği basiret ve izlediği doğru politikalarla Hükümet ve ekonomi yönetimine aittir.
 
Ancak, bütün dünyanın takdirle ve dikkatle izlediği bu ekonomik performansın, kendi ülkemizde yeterince önemsendiğini ve takdir edildiğini maalesef söyleyemeyiz. Avrupa’nın en güçlü ülkelerinin vatandaşlarının bugün karşı karşıya kaldıkları sıkıntı ve acıları görmemiz gerekir.
 
Değerli Milletvekilleri,
 
Günümüz dünyasında ekonomi alanında başarılı olmak, sürdürülebilir bir büyüme trendinin ve istikrarlı bir ekonomik ortamın sağlanması anlamına gelmektedir. 
Ayrıca şu gerçeği de unutmamalıyız: Arzu ettiğimiz neticeler, talimatla değil, doğru politikalar izlemekle elde edilebilir.
 
Her iki kavram, yani sürdürülebilirlik ve istikrar, aynı zamanda, birbirine yakından bağlı ve birbirini etkileyen olguları ifade etmektedir.
 
Vurgulamak istediğim husus, cari politikaların geçici başarılarıyla yetinmeden, ekonominin yapısal olarak daha güçlü temeller üzerine kurulmasını sağlayacak, orta ve uzun vadeli yapısal reformları hayata geçirecek stratejik vizyonun kaybedilmemesidir. Çünkü geçmişte bu tuzaklara düşülmüştür ve neticeleri hepimizce malumdur.
 
Geçtiğimiz dönemde, her iki alanda da gerekli adımlar kararlılıkla atıldığı için kronik sorunlarımızın çözümünde başarı sağlandı. 
 
Bu süreçte enflasyonun düşürülmesine bağlı olarak, nominal ve reel faizlerde çok büyük inişler kaydedildi. Kısacası, milli bütçemiz faiz yükünden kurtarıldı, büyüme ve kalkınma için kaynak yaratıldı.
 
Aynı başarıyı büyüme–cari açık kısır döngüsünü kırmada da göstermeliyiz. Hedefimiz, fiyat istikrarını ve finansal istikrarı tehlikeye atmadan, cari açıksız yüksek büyüme olmalıdır.
 
Zira, gelişmiş ekonomilerle aramızdaki gelir düzeyi farkını kapatmak ve orta gelirli bir ülke konumunda kalmamak için yüksek oranlı büyümeye ihtiyacımız vardır. Hâlihazırdaki küresel ekonomik iklim, bize onları yakalama tarihi fırsatını da vermektedir.
 
Bu yönde orta ve uzun vadeli politikaların oluşturulduğunu da görmekten mutlu olduğumu ifade etmek isterim.
 
Diğer taraftan, büyüme ile cari açık arasındaki kronik bağlantıyı orta ve uzun vadede kırmaya ve sanayinin hammadde ve ara malı açısından dışa bağımlılığı anlamındaki yapısal arızasını gidermeye yönelik bazı hususları geçen sene bu kürsüde dikkatinize getirmiştim.
 
Sözkonusu noktalarda etkili ve kapsamlı politikaların hayata geçirilmeye başlanmasını da umut verici adımlar olarak gördüğümü vurgulamak isterim.
 
Burada ekonomi alanındaki başarıları takdir ederken, bazı hatırlatma ve uyarılarda bulunmayı da gerekli görüyorum.
 
Dışa açık bir ekonomide sadece iç değil, aynı zamanda dış gelişmeleri de sürekli izlememiz elzemdir.
 
Aşırı özgüven ve rahatlık duygusu, ekonomi yönetimlerinin her zaman kaçınmaları gereken duygulardır.
 
Ekonomi alanında bugüne kadar sağlanan başarıların önemli bir sebebinin mali ve parasal disiplin olduğu unutulmamalıdır. Bu alanda yaşanacak gevşemenin, tamiri imkânsız sonuçlara yol açacağı hatırda tutulmalıdır. Ayrıca, bu kırılgan dönemde kamu harcamalarındaki önceliklerimize de dikkat etmeliyiz.
 
Şüphesiz ki bütün başarıların en önemli faktörü eğitilmiş insan gücü kaynağımızdır. Bu itibarla, önümüzdeki dönemin anahtar sözcüğü “verimlilik” olmalıdır
 
Bunun için başta eğitim olmak üzere, bilimsel çalışmalar, araştırma-geliştirme ve inovasyon faaliyetleri, ekonomik programların hedeflerine ulaşmasında en temel unsurdur. Bu alan daima birinci önceliğimiz olmaya devam etmelidir.
 
Sayın Başkan, 
 
Değerli Milletvekilleri,
 
21. yüzyıla sorunlarla boğuşan ve ne yapacağı kestirilemez bir ülke olarak girmiştik. Bizden yeniden ‘Avrupa’nın hasta adamı’ olarak söz edenler hayli fazlaydı.
 
Oysa bugün vatandaşlarının kendisine güven duyduğu, değişen dünyanın alacağı yeni düzene katkısı olabilecek, güçlü bir ülkeyiz. 
 
Zenginleşiyor ve zenginliğimizi tabana yaymanın yollarını arıyoruz. Sorunlarımızı, demokrasi içerisinde, konuşarak ve tartışarak çözme gayretindeyiz. Dışarıdan bakanların gıpta ettiği, içeriden bakıldığında da gurur duyulması gereken bir ülke bugün Türkiye...
 
Bu gelişmede, iktidarı ve muhalefetiyle bütün siyasi partilerimizin ve tabii bir bütün olarak Yüce Meclisimizin büyük payı var.
 
Şüphesiz ki önümüzde önemli iç ve dış sorunlar var. Bunları asla görmezlikten gelemeyiz. Ancak, bunları aşabilecek güç, irade ve tecrübemiz her zaman olduğundan çok daha fazladır. Dolayısıyla, Türk milletinin ve geleceğin Türkiye’sinin her bakımdan daha parlak ve aydınlık olacağına dair inancımı tekrarlıyorum.
 
Sözlerime son verirken, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Yüce Meclis’in ebediyete intikal etmiş tüm üyelerini rahmetle yad ediyor ve yeni yasama yılının Milletimiz için hayırlara vesile olmasını
 
Cenab-ı Allah’tan diliyorum.
 
Teşekkür ederim."