Abdurrahman Dilipak'tan AKP'ye: Şimdi tevbe zamanıdır

Abdurrahman Dilipak'tan AKP'ye: Şimdi tevbe zamanıdır

Akit yazarı Abdurrahman Dilipak hükümetin McKinsey şirketi ile yaptığı anlaşmaya tepki göstermeyi sürdürüyor. Yazar iktidara, "Beni ya da benim gibi düşünenleri dışlayıp, Rothchild’leri McKinsey’gilleri dost edinenler, bir gün bazı gerçeklerin farkına vardıklarında çok geç olabilir" mesajı verdi. 

"İçimizdeki beyinsizler' yüzünden bir helak gerçekleşebilir"

"AK Parti, içindeki AKP’lilerin sırtına yüklediği bu kamburdan kurtulmadan rahata kavuşmayacak" diyen Dilipak, "Bu etrafınızdaki menfaatperest, laf dinlemez siyaset ve bürokrasi bezirgânlarından yakanızı kurtarmazsanız, Allah’ın yardımı bize ulaşmaz. 'İçimizdeki beyinsizler' yüzünden bir helak gerçekleşebilir. 'Allah o zaman işlerimizi sarp dağlara sardırır'. Şimdi tevbe zamanıdır" dedi. 

Abdurrahman Dilipak'ın "Şikâyetname!" başlığıyla ( 05 Ekim 2018) yayımlanan yazısında şu yorumlar yer aldı: 

"Bu benim için zor bir yazı oldu. Kaç kez sildim, yeniden yazdım, yumuşattım. Dudaklarımı ısırdım, elim titredi, utandım. Öfkelendim. Sonunda kuşa çevirdim. Buyurun sonuç bu:

Eba Müslim Horasani’nin o malum sözlerini tekrar hatırlatmak isterim: Onlar dostlarını uzaklaştırıp, düşmanlarını dost edindiler. Düşmanları dost olmadı, ama dostlarını geri kazanamadılar ve yıkılmaları mukadder oldu! 

Beni ya da benim gibi düşünenleri dışlayıp, Rothchild’leri McKinsey’gilleri dost edinenler, bir gün bazı gerçeklerin farkına vardıklarında çok geç olabilir. 

Hiç kimse la yüs’el değildir. Peygamberler dışında kimse masum da değildir. İstişare ayeti savaş şartlarında nazil oldu. Hem de Resulullah’ın ilk görüşü dışında bir görüş üzere karar verildiği halde. Kur’an-ı Kerim yapılan işi doğruladı.

Sahi ne oldu bize!. Siyasete soyunan kardeşler (Allah onları ve beni affetsin) siyasetin en temel “edeb”i olan, “düşman”a karşı “celadet” ve “cesaret”, “mazlum” ve “dost”lara, sıradan insanlara karşı “hilm” ve “tevazu” elbisesini giyinmeliler. Ne demişti Edeb-Alî, Osman Gazi’ye: “Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana. Güceniklik bize; gönül almak sana. Suçlamak bize; katlanmak sana. Acizlik bize, yanılgı bize; hüsnüzan sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana. Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.” “Milli” ve “Yerli” olmak için önce bu “alîedeb” şart. 

Bu ahlakla ahlaklanmayanların oralarda işi ne o zaman!

Kuraldır: “Basın mensupları, kanaat önderleri, sivil sözcülerin genişletilmiş eleştiri hakkı, siyasilerin ve bürokratların artırılmış tahammül yükümlülükleri vardır.”

Ben darbe dönemlerinde darbecilere karşı bu sözlerle kendimi ve toplumu savundum. Kadere bakar mısınız, bugün bu sözleri kime söylemek durumunda kalıyorum. Birileri bazı gerçekleri unutmuş olabilir mi? Beni bilen bilir, birilerine olan, bırakın eleştirimi, düşmanlığım bile beni onlar için inşallah adaletsizliğe sevketmez! Kızsam da doğru söz ve işlerini desteklerim. Hele hele öyle, kişiler üzerinden kurum ve topluluklara karşı adaletsizlikten Allah’a sığınırım. Ben yaklaşık 50 yıldır, Hakk’ın ve halkın, atanmamış ve seçilmemiş sözcüsüyüm, onların gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmaya çalışıyorum. Biri benim ismimin üzerini çizmek istiyorsa, çizsin, umurumda değil, hiç olmadı, olmayacak da. Ben bu işe destek verirken ne siyasi bir talebim oldu, ne memuriyet istedim ve de menfaat kapısı olarak kullandım bu kapıyı. 

Bazı AK Partili belediyelerde, bazı bakanlıklarda, kamu kuruluşlarında birilerinin adamı olmadığı, olanlara göz yummadığı için baskıya uğrayan, tehdit edilen, taciz edilen bir sürü eleman var. İftira ediyorlar. Tecrit uyguluyorlar. Hiçbir iş verilmeden bankamatik memura dönüştürülen personeller var. Kimi bakanla, kimi başkanla tanış diye kendini konumlandırıyor. Kiminin arkasında milletvekilleri var. Sırtını dayadıkları biri var işte. Birini orada istemiyorlarsa, ya da kendi cemaatlerinden birini getireceklerse, tıpkı FETÖ’cüler gibi sürekli soruşturma açarak caydırmaya, yıldırmaya çalışıyorlar. Sorumlusu olmadığı işlerden dolayı suçlanıyorlar, zimmet çıkartılıyor.Yargıya da gidemiyorlar. Niye, partiye zarar verirmiş.. Sendika da çaresiz, onlar da sorun çıkartmak istemiyor. Avukat kendi partisine karşı dava açmak istemiyor. CHP’li avukat mı tutsunlar. Bu tür haksızlıklara uğrayanlar artık MHP’li sendikalara gidiyorlar. 

Mesai dışında TÜGVA’da çalışanı da var, annesi AK Parti Kadın Kollarında çalışanı da bunlardan. Ben de her şeye rağmen mücadele, sabır diyorum. “Urvetül Hasene / Güzel bir örnek” olmak zorundayız. Ankara’da bir yerlere haber veriyoruz, bir ilerleme olmuyor. Merkezdekiler de hayali, gerçek dışı suçlamalarla işi savsaklıyorlar. 

Bunlar oluyor da, insanlar davasından vazgeçiyor mu? Bazıları dökülse de, genelde hayır. Üzülüyorlar ama hep bir umutla bekliyorlar. Sabırla direniyorlar. Bu gençler artık daha fazla kurda kuşa yem edilmese. 

Bakın FETÖ hakkında bana bilgi getiren ve benim savcılıklara, Ankara’ya ulaştırdığım kaç kişi sudan bahanelerle görevlerinden uzaklaştırıldı, haklarında davalar açıldı. Hâlâ davası devam edenler var. Ama bunlardan hiç biri mahkûm olmadı.

Değil mi ki, sonunda Allah’ın dediği olacak, ne gam!. O bizi sabredenlerden, şükredenlerden ve direnenlerden bulacak. Herkes yaptıklarının hesabını verecek elbette bir gün! Kimse rızkından az ya da çok yiyemez. Ecelinden sonra ve önce de ölmez. Bu insanlar için olduğu gibi örgütler için de böyle.

Bizimkisi de dert mi, ben durumu daha beter olan Ankara’da CERN’de doktorasını yapmış atom fiziği uzmanı tanıyorum. Sorarsanız DDK Başkanında dosyası var.

Bizim Akit TV’de Tıbbı Nebevi programı yapan Dr. Muammer Yıldız bir-iki olay anlattı, utancımdan yerin dibine girdim. Bu birileri var ya, o birileri, “ısırıcı melikler”in torunları, Belam’ın, Şeddat’ın, Karun’un mirasçıları bunlar. Bunların itibar görüp, başkalarını ezip geçtikleri mekânlardan “rahmet melekleri” uzaklaşır ve “azab melekleri” gelir.

Reis be, biliyorum “yalnız” adamsınız, kalabalıklar içinde yapayalnız. Sizin güvendiklerinizden bazıları güveninizi kötüye kullandı ve sizin adınızı kullanarak çirkin işler yaptılar. Sizin için dua ediyorum ki, Allah sizi bunların şerrinden emin eylesin.. Bunların bazıları tam da, “Vay o namaz kılanların haline” diye başlayan ayetin muhatabı olan bir ahlak zafiyeti içinde. Bazıları tarikat iltisaklı görüntüde. Rivayet olunur ki; Karun, Hz. Musa ve Hz. Harun’dan sonra Tevrat’ı en iyi bilen kişi idi. 

Biliyor musunuz, hani 28 Şubat’ta evim haczedilmişti ya, şu Güven Erkaya davasında. AİHM “dostane çözüm” için çağrı yapmıştı. Allah razı olsun, siz Davutoğlu’nu arayıp, “çözün bu işi” demiştiniz. Emine hanım da evimize gelip destek vermişti. Sonra ne oldu biliyor musunuz, Davutoğlu bizi AB işlerinden sorumlu bir daire başkanına yönlendirdi. (O zat yakın zamana kadar Güney Afrika’da büyükelçi idi.) Sembolik bir tazminatla davanın sonlandırılması konusunda bir belge imzalamamızı istedi. Avukatım Salih Döğücü ile “olmaz” dedik. O iş öyle kaldı. AİHM’den aldığımız kararla yargılamanın yenilenmesi yoluna gittik, Yargıtay, tashihi karar derken 2017 sonunda evimi geri alabildim. Yargılama gideri ve manevi tazminat için Adalet Bakanlığı da sembolik bir tazminat ödedi. 16 yıl sonra davam sonuçlanabildi. Bana verilen tazminatın, bu hatalı kararın sorumlularından tahsili için “rücu” talep ettik, ama o da gerçekleşmedi. Size tekrar tekrar bu konuyu iletmek istemedim, ama işler böyle oluyor.. 

Benim yaşadıklarım çok sıradan şeyler. Güler geçerim. Şimdi dert edindiğim için, ya da şikâyet babında değil, benim kendi ailemde yaşadıklarımdan sadece basit birkaç küçük örnek, misal olsun diye yazıyorum. Başka insanların dertlerini dinleyince aslında bunları yazıyor olmam bile bana ağır geliyor.

Anlatılacak daha o kadar çok şey var ki! Bunları geçtim, benim için dert değil. Ben bu yola çıkarken bunların hepsini göze alıp çıktım. Sadece siz bilin istedim. Başkalarının yaşadıkları benim yaşadıklarımla kıyas bile edilemez.

Size ulaşamayan her seviyeden ve her yerden, her kesimden birçok insan beni hep size ulaşmak için bir “kapı” olarak gördü. Böyle bir “kapı” yoktu aslında. Bunu onlara söyledim. Yardımcı olabildiğim kadar olmaya çalıştım. Kimi zaman, doğrudan idareden birilerini aradım, kimi zaman Hasan Doğan, kimi zaman Yalçın Topçu, kimi zaman DDK üzerinden size mesajlar ulaştırmaya çalıştım.. Herkes çok yakın iletişim içinde olduğumuzu sansa da bir yıldır konuşmak için hiç fırsat olmadı. Oysa anlatmam gereken birçok olay vardı.

Derdim şu: Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdittir. Benim katlanmak zorunda olduğum güçlükler bir başkası için baht kaynağı olsun, emsal ve örnek teşkil etsin diye bunları yazıyorum. AK Parti, içindeki AKP’lilerin sırtına yüklediği bu kamburdan kurtulmadan rahata kavuşmayacak. Bu etrafınızdaki menfaatperest, laf dinlemez siyaset ve bürokrasi bezirgânlarından yakanızı kurtarmazsanız, Allah’ın yardımı bize ulaşmaz. “İçimizdeki beyinsizler” yüzün bir helak gerçekleşebilir. “Allah o zaman işlerimizi sarp dağlara sardırır”.

Talut – Calud’u hatırlayın. İçimizden çoğu o “içme” denilen “zehirli su”dan kana kana içtiler. Şimdi tevbe zamanıdır. Şimdi Davud’un sapanını ele alma zamanı. Geç kalmadan.

Şikâyet değil, ama siyasette olması gerekenler üzerine yarın da yazmaya devam edeceğim. Daha yazacak çok şey var zira. 

Selam ve dua ile."