Sözcü yazarı Can Ataklı, ABD ile Türkiye arasında yaşanan vize krizine ilişkin olarak, "Bacak bacak üstüne atar gibi tepki verdik" dedi. Ataklı, "AKP Genel Başkanı ne zaman Amerika Başkanı ile bir araya gelse hep aynı ritüeli yaşıyoruz. Erdoğan karşı tarafın ne yaptığına bakıyor. Bacak bacak üstüne mi attı, o da hemen aynısını yapıyor" ifadesini kullandı.
Ataklı'nın Sözcü'de "Bacak bacak üstüne atar gibi tepki verdik" başlığıyla (10 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
AKP Genel Başkanı ne zaman Amerika Başkanı ile bir araya gelse hep aynı ritüeli yaşıyoruz. Erdoğan karşı tarafın ne yaptığına bakıyor. Bacak bacak üstüne mi attı, o da hemen aynısını yapıyor. Bacak değişirse o da değiştiriyor.
Amerika'nın gece yarısı aldığı vize kararına tepkimiz de böyle oldu işte. Amerika'nın yaptığı açıklamanın aynısını, noktasını virgülünü değiştirmeden biz de yaptık. Elbette Türkiye bir muz cumhuriyeti değil. Böyle aşağılayıcı bir karara karşı tepki verecektir. Ancak karşıdakinin yaptığını bire bir tekrar etmek tepki midir? Ya da Türkiye böyle bir tepki mi vermeliydi? Muhtemelen saray danışmanları “mütekabiliyet” esaslarını hatırlattılar Erdoğan'a o da “Aynısını yapın” dedi. Yaptık da bundan sonuç alır mıyız? Sonuçta herhalde Amerika en azından Türkiye'nin de vize uygulamasını askıya alacağını tahmin ederek bu kararı almıştır. Yani kendi içinde “fayda-zarar” hesabı yapmıştır. Ve yine herhalde Türkiye'nin de vizeyi askıya almasının kendisini ne kadar etkileyeceğini de hesaplamıştır. Kabaca baktığımız zaman Amerika'nın vize uygulamasını askıyaalmasının ana zararı Türkiye'ye olur. En azından “Bu işten Amerika daha az zararlı çıkar” diyebiliriz. O halde bire bir aynı tepkininverilmesi Amerika'nın beklediği bir şeydir ve caydırıcı-etkileyici bir sonuç doğurmaz. Buna karşı Türk vatandaşlarının bir bölümü Amerika'ya hak ettiği cevabın verildiğini sanarak iktidarı alkışlar, eleştiri yöneltenlere de haindamgası yapıştırmakta bir beis görmez. Muhtemelen iktidarın kurmayları da bunu hesaplayarak hem Amerika'yı kızdırmamış oluyorlar hem de toplumun bir bölümünde iyice “kahraman” oluyorlar. Oysa Türkiye'nin başka argümanlar bulması gerek. Vize kararına aynı şekilde karşılık vermek sıradan bir eylemdir. Amerika'yı sıkıntıyasokacak, üzecek ve dünyanın gözünde küçük düşürecek bir karşı atak bulunması gerekirdi bana göre. Vize ambargosuna vize ambargosu ile cevap verildiğinde durumda bir değişiklik olmuyor. Amerika zaten bunu göze almış. Ancak örneğin “Daha 17 gün önce 11 milyar dolarlık uçak anlaşması imzalamıştık, o anlaşmayı askıya alıyoruz” denilebilse mutlaka daha etkili olur. Ya da yine örneğin “İncirlik'i kapattım, yönetimini tümüyle Türk Silahlı Kuvvetleri'ne verdim, Amerikan askerlerinin çıkması için de 24 saat süre tanıyorum” denilebilse bu dünya çapında ses getirir. Amerika'nın PYD'ye silah ve mühimmat vermesine çok öfkeleniyoruz. Hatta AKP Genel Başkanı “Bunun hesabını sormaya gidiyorum”diyerek Washington'a uçmuştu iki ay önce. Gerçi gittiğinde dediği gibi pek sesini çıkaramamış ve Amerika'nın tavrına boyun eğmişti ama işte şimdi tam sırası değil mi, hemen burnumuzun dibindeki PYD'ye niye operasyon yapamıyoruz da aklımızı İdlib'e takıyoruz? Artık AKP Genel Başkanı şu gerçeği görmeli bence; uluslar arası ilişkilerde esip gürlemek, eyyy diye başlayan sert laflar söylemek o kadar geçerli değil. Kimse de ciddiye almıyor bunu. Siz “Bir gece ansızın gelebiliriz” diyor ve hiçbir şey yapmıyorsunuz ama elin adamı gerçekten “bir gece ansızın vize ambargosu” koyuveriyor.
AKP Genel Başkanı Erdoğan Afyon'daki konuşmalarının birinde Kanal İstanbul'a da değindi. Aynen şunu söyledi; “Bizim için Kanal İstanbul çok önemli. Zira Kanal İstanbul'la, dünyada Süveyş Kanalı nasıl anılıyorsa, Panama Kanalı nasıl anılıyorsa ki bunlar bizimle mukayese edilecek ülkeler değil, biz de şu anda Kanal İstanbul'la dünyaya aslında yeni bir marka olarak ses vereceğiz. İnşallah bunun da adımını çok kısa zamanda atıyoruz, atacağız.” Mısır ve Panama'yı kastederek “Bunlar bizimle mukayese edilecek ülkeler değil” sözlerindeki kibir rahatsız edici. Şu anda o iki ülkedünya ülkelerinin gözünde bizden daha saygın ve bizden daha fazla ciddiye alınıyor ne yazık ki, bunu bilelim. Bir diğer nokta şu; her iki kanalla Kanal İstanbul'u kıyaslamak mümkün değil. Süveyş Kanalı Akdeniz'i Kızıldeniz üzerinden Hint Okyanusunabağlıyor. Böylelikle gemilerin binlerce mil yol kat etmekten ve dünyanın masrafını yapmaktan kurtuluyor. Aynı şekilde Panama Kanalı da Atlantik'ten Büyük Okyanusa geçmek isteyenlerin yolunu yarı yarıya kısaltıyor. Kanal İstanbul yapılabilirse bu anlamda hiçbirözelliği olmayacak. Bir diğer nokta da şu; Herhalde danışmanlar yine yanlış bilgi vermişler. Süveyş Kanalı'nı Mısırlılar, Panama Kanalı'nı ise Panamalılar yapmadı bir kere. Ama Erdoğan mukayese ettiğine göre öyle sanıyor. Bu ülkelerin insanları sadece o inşaatlarda amele olarak çalıştılar. Süveyş Kanalı'nı Fransızlar yaptı; Panama Kanalı'nı Fransızlar başladı ama sonra Amerikalılara devretti. İnşaat sırasında Panama diye bir devletde yok ortada. Panama bölgesi Kolombiya'ya bağlı. Kolombiya Hükümeti Amerikalılara zorluk çıkarınca Kolombiya'da işler karışıyor, o bölgedeki halk ayaklanıyor ve sonuçta Panama diye bir devlet kuruluyor. Kanalın adı Panama ama işletmesi Panamalılarda değil, kanal 100 yıllığına Amerika'nın.
Amerika vize ambargosunu gece açıklayınca herkes gözünü saraya çevirdi. Oradan bir açıklama gelecek mi diye beklendi. Yandaş takımın ağzını bıçak açmıyordu ilk saatlerde. Sonra “kısasa kısas” uygulaması yapılacağı açıklandı. Yandaşlar biraz rahatladı. Diller çözülmeye başladı. “Amerika kendi ajanlarına kazık attı şimdi hiçbiri dışarı çıkamayacak” gibi akla ziyan fikirler üreten milletvekilleri bile çıktı. Ama genelde sakinlik vardı, çünkü saraydaki konuşmadığına göre fazla laf etmenin de alemi yoktu. Dün sabah saatlerinde AKP sözcüsü,Dışişleri Bakanlığı'nın ve Erdoğan'ın gün içinde açıklama yapacağını duyurdu. Erdoğan dün Ukrayna'ya gitti. Gazeteciler bu tür gezilerden önceki basın açıklamalarına alışkın olduklarından “Herhalde uçağa binerken konuşacak” diye düşündüler ama olmadı. Erdoğan o toplantıyı hiç yapmadan uçağa bindi. Anladığım kadarıyla bu kez işiçok ciddiye alıyorlar. Ya ters rüzgarı gördüler ya da gerçekten çok parlak bir çıkış yapmak üzere acele etmemeye, iyice düşünüp taşınmaya karar verdiler. Bakalım göreceğiz.
İdlid'e operasyon lafları milliyetçi duyguları kabarttı elbette. “En büyük asker bizim asker” sloganları dört bir yanı kapladı. Savaşa gidiyoruz ya başka lafa gerek yok yani. Ama çok merak ettiğim bir konu var. Başbakan “Rusya ile anlaştık” diyor. Yandaş gazeteler “Astana Anlaşması'nın gereğini yapıyoruz” başlıkları atıyor. O anlaşma Rusya, İran, Suriye ve Türkiye arasında yapılmıştı. Aynı anda “Biz vuruyoruz ÖSO yürüyor” başlıkları da atılıyor. Hepsi iyi güzel de, eğer ÖSO ile birlikte bu operasyonu yapıyorsak asıl amacımız Esad'ı da devirmektir. Yok Rusya ile birlikteysek, Rusya'nın temel amacı Esad'ı Suriye'nin başında tutmak ve hakimiyetini tüm ülkede sürdürmesini sağlamak. Bu durumda biz neredeyiz? Esad'a yardım mı ediyoruz devirmek için mi çabalıyoruz?
İktidar partisinde kargaşa sürüyor. Genel Başkan Erdoğan Afyon'datopladığı partililere “değişim olacak, çünkü bunu halk istiyor” dedi. Halk hangi değişimi istiyor, bunu nerede söylüyor, kimlerin değişmesini istiyor, bunu pek bilmiyoruz aslında. Ama belli ki AKP Genel Başkanı bu saptamayı yapmış kimseye laf düşmez artık. Bu değişim talebiyle birlikte yapılan “istifa et yoksa…” uygulamalarını demokratik bulmayan ama sesini de çıkaramayanlar var. Erdoğan farkında bunun ve aynen şunu söyledi AKP'lilere; “Bizim siyasi terbiyemizde ‘görev istenmez, verilir' anlayışı vardır. Sandıkla gelen elbette sandıkla gider ama o sandığa kadar olan süreci de kimse göz ardı edemez, kusura bakmasınlar.” Kusura bakacak durumda olan yok zaten. Herkes kendi derdinde. Kusura bakmaya kalkacak olana dönüp bakacak olan da yok. Ancak “sandığa kadar olan süreç” denince insanın aklına ister istemez “en tepenin de hatası olamaz mı?” sorusu geliyor. Öyle ya Ankara, İstanbul Belediye Başkanları sandığa kadar olan süreçte hatalaryaptılarsa Genel Başkan da aynı süreçte hatalar yapmış olamaz mı? Olur olmasına da kim “sizin de hatanız var, siz de metal yorgunusunuz” diyebilecek ki? Aklıma o meşhur kural geldi. Madde 1; Patron her zaman haklıdır. Madde 2; Patronun haksız olduğu durumlarda birinci madde geçerlidir.