DHKP-C'nin propagandasını yaptıkları iddiasıyla haklarında dava açılan ve yargılanan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyelerine Avrupa Birliği (AB) hukukçularından destek geldi. "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesi ve adil yargılanma hakkının uygulanmaması karşısında şaşkınız" diyen AB'li hukukçular, "Bu durum karşısında soruyoruz acaba Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendisine bir hukuk devleti diyebiliyor mu?" sorusunu yöneltti.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi'nde üçüncüsü gerçekleşen duruşmada başta Paris Barosu olmak üzere AB ülkelerinin barolarından çok sayıda temsilci davaya gözlemci sıfatıyla katıldı. Kendilerini Uluslararası Dava İzleme Delegasyonu olarak tanımlayan heyet devam eden KCK ve ÇHD davalarını yakından izleyip sonunda bir rapor hazırlayacaklarını belirtti. Delegasyon içerinde yer alan kurumlar;
Dünyada Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa Hukukçular Birliği (ELDH)
Alman Demokrat Avukatlar Birliği (VDJ)
Barcelona Barosu
Paris Barosu
Amsterdam Barosu
Sınır Tanımayan Avukatlar Dayanışması (DSFAS)
Avukatlar için Avukatlar (LFL) Uluslararası Dava İzleme Delegasyonu, meslektaşlarının Türkiye'de maruz kaldıkları yargılamalardan duydukları endişelere dikkat çekmek için bir manifesto yayınladı. AB'li hukukçuların manifestosu;
Türkiye'li meslektaşlarımız için buradayız. Onların savunma kapsamında yapamadıkları meslekleri için buradayız. Avukatlara dayanışma olarak buradayız. Avukatların her zaman toplumların hukuki güvenliğini sağladıklarını düşünüyoruz. Bu sebeple meslektaşalrımızın mesleklerini daha rahat icra edebilmelerini önemsiyoruz. Bizler savunma hakkının dayanışması için buradayız. Dünyanın her yerinde savunmanın hakkı korunun bir hak değildir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesi ve adil yargılanma hakkının uygulanmaması karşısında şaşkınız. Bu durum karşısında soruyoruz acaba Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendisine bir hukuk devleti diyebiliyor mu?
Avukatlar hakkında devam eden "KCK ve ÇHD" davaları birbirini etkiliyor. Bu nedenle Uluslararası Dava İzleme Delegasyonu olarak çalışmalarımızı meslektaşlarımıza dayanışma yönünden yürütüyoruz. Yargılama usül kurullarına ilişkin uyulması ve aynı zamanda temel insan haklarıyla da ilgili bir konudur. Bu adil yargılanmayı etkileyen bir konudur.
Bu duruşma savunma avukatlarının davanın Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi konusundaki taleplerine odaklanmıştı. Anayasa Mahkemesi’ne gönderme talebi de şuna dayanıyordu. Bu dava ilk olarak Aralık 2013 tarihinde özel yetkili mahkeme olan Silivri’deki İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılmıştı. Suçlanan avukatların bir kısmı davayla ilgili ilk savunmalarını bu mahkeme önünde yaptı. Pek çoğunuzun bildiği gibi Şubat 2014 tarihinde Özel Yetkili Mahkemeler bağımsızlıklarının olmaması ve mevcut anayasaya haykırı olmaları gerekçesiyle kaldırılmıştı. Ardından bu dava İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yönlendirildi. Bu değişiklik Terörle Mücadele Kanunu'nun 14. maddesine dayanıyordu. Ancak İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi bu davayı kaldığı yerden devam etmeyi tercih etti. Geçtiğimiz günlerde yapılan duruşmalarda savunma avukatları bu geçici 14. maddeyi hukuki düzenlemeyi eleştirdi ve savunma avukatları şunu iddia etti; "Bu mahkeme öncelikle iddianamenin kabul edilip edilmeyeceğine karar vermelidir ondan sonra bütün sanıkları dinlemeli ve delilleri bundan sonra değerlendirmelidir."
Önceki dönemlerde benzer başka davalarda benzer taleplerle ilgili olarak bazı dava dosyaları Anayasa Mahkemesi’ne gönderildi. Başka mahkemeler ise kendileri göndermemekle birlikte Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmiş olan benzer davaların sonuçlarının beklenmesine karar verdi. Dolayısıyla, bu duruşmada da avukatlar mahkemenin benzer şekilde karar vermesini dosyayı Anayasa Mahkemesi’ne göndermesini ve bunu yapmayacaksa Anayasa mahkemesi muhtemelen 2015 sonbaharında çıkması beklenen kararını beklemesini talep etti. Ancak Mahkeme savunma avukatlarının bu talebini gerekçe göstermeden reddetti. Dava Kasım 2015 tarihine ertelendi ve bununla birlikte mahkeme açık bir karar vermemiş olduğu için Anayasa Mahkemesi’nin kararını bekleyip beklemeyeceğini de bilmiyoruz.
Uluslararası Dava İzleme Delagasyonu olarak Mahkeme'nin bu istemi reddetme konusundaki endişelerini sizinle paylaşmak istedik. Uluslararası Ceza Hukuku’nun kabul edilmiş bir ilkesi şudur; "Davaya bakan yargıçlar o davayı başından itibaren ele almalıdır ve bütün süreçlerin içerisinde bulunmalıdır. Çünkü yargıçlar ancak bu yolla derhal ve tam olarak savunmalar, sanıklar ve deliller konusunda bir fikir sahibi olabilir. Yargıçların davaya en baştan bakmaması halinde ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin ihlalini doğuracaktır. Bu da bir hukuk devletinde mahkemenin verdiği kararın aslında yok sayılmasının gerektirecek bir durumdur."
Uluslararası Dava İzleme Delegasyonu olarak terör propagandası yaptıkları iddia edilen sanık avukatlara yöneltilen bütün suçlamaların onların avukatlık görevlerinin yapılmasıyla ilgili sebebiyle kaynaklanan eylemleri nedeniyle de endişe duyuyoruz. Örneğin müvekkillerine susma hakkını kullanmalarını tavsiye etmelerinin ileri sürülmüş olması ve bir örgütün terör örgütü olarak nitelendirilmesine karşı hukuki bir tartışma başlatmış olmaları sebebiyle böyle bir suçlamayla karşılaşmış olmalarından endişe duyuyoruz. Bu suçlama avukatların tamamen hukuki olan etkinliklerinin çalışmalarını terörist etkinlik olarak nitelendirmektedir. Bu tür bir nitelendirme, Birleşmiş Milletler suçlara karşı yapılacak muamaleyle ilgili 18 .konferansında kabul edilen "Havana Kuralları" temel prensiplerinde sayılan "Avukatlar müvekkilleriyle ve davalarıyla yaptıkları görev sebebiyle özleştirilmemeliler" kuralıyla ihlali nitelihindedir.
Bizler, ÇHD'li avukatların tamamen hukuki olan etkinlikleri bir suçlamayla karşı karşıya kalmalarının bu ilkenin ihlali olarak değerlendiriyoruz. Delegasyonumuz aynı zamanda suçlamanın dayanağı olarak gösterilmiş olan deliller konusunda da endişeye büyük bir sahiptir. Belçika ve Hollanda belgeleri olarak iddianamede yer alan bu delillerin pek çoğu Türk yetkililerine verilmiş olan ve elektronik niteliğindeki belgelerdir. Bunlar, Türkiye’ye 2007 yılında verildiği iddia edilmektedir. Fakat bunların temel kaynağının ne şekilde elde edildikleri ve nereden geldiklerini bilemiyoruz. Bu sebeple böyle bir delil sunulmuş olması nedeniyle de endişeliyiz.
Ayrıca şuna da belirtmek istiyoruz bu soruşturmada iddianameyi hazırlayan emniyet yetkilerinin şuan "delilleri karartmak delil yaratmak" sebebiyle tutuklu bulunmaları da dikkat çekici bir noktadır. Bu dava Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygunluk yönünden Avrupa’daki değişik baroların dikkatini çekmiştir. Delegasyonumuz bu davanın duruşmalarının takip edilmesini önermektedir.
AB'li hukukçulardan oluşan Delegasyon, yaklaşan 17 Mayıs Uluslararası Homofobi ve Transfobi Karşıtı Günü (IDAHOT) nedeniyle de bundan sonra LGBTİ davalarını da takip edeceklerini ifade etti. Türkiye medyasının yeteri kadar bu konuda haber yapmadığından çok fazla bilgi sahibi olmadıklarını belirten Delegasyon, ancak bundan sonra açılmış ya da açılacak olan bütün LGBTİ davalarına en az iki gözlemci göndereceklerinin bilgisini de paylaştı.