Bir süre önce Milliyet’teki köşesini yönetimle arasındaki görüş farklılığından dolayı bıraktığını açıklayan gazeteci Aslı Aydıntaşbaş, Avrupa Birliği’nin Suriyeli mülteciler için Türkiye'ye vereceği 3 milyar Euro’luk maddi desteği, Ankara’nın “her yıl” istediğini ancak yardımın bir defalık masada olduğunu yazdı.
Cumhuriyet’te yer alan yazısında Aydıntaşbaş, “Ne zirve iddia edildiği gibi Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecini yeniden başlatıyor, ne de mülteci sorununa gerçek bir çözüm getiriyor” dedi.
Aslı Aydıntaşbaş’ın Cumhuriyet’te “Can’ı verdik, 3 milyar aldık, peki kârda mıyız?” başlığıyla yayımlanan (1 Aralık 2015) yazısı şöyle:
Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasının hemen ardından yapılan Avrupa Birliği zirvesi, görünüşte Ankara açısından büyük bir başarı.
Brüksel, şu zamana kadar Türkiye ile ilişkilerini belirleyen “Kopenhag Kriterleri”ni bir kenara bıraktı, insan hakları ve ifade özgürlüğü meselesini görmezden geldi ve mültecileri Avrupa’dan uzak tutması karşılığında Ankara’ya 3 milyar Avro vaat etti!
Daha da önemlisi, AB ile ikinci bahar havası esiyor. Müzakere süreci yeniden başlıyor, fasıllar açılıyor.
Kısacası Can’ı verdik ama 3 milyar kazandık. Peki, kârda mıyız?
Hayır, hiçbir koşulda değiliz. Ne biz ne de Avrupa. Ne zirve iddia edildiği gibi Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecini yeniden başlatıyor, ne de mülteci sorununa gerçek bir çözüm getiriyor.
Brüksel, şimdilik mülteci sorununu Türkiye’yi koskoca bir mülteci kampına, kendi sınırında devasa bir tampon bölgeye çevirerek halletmek peşinde. Ancak bu, 3 milyara da, 5 milyara da mümkün değil.
Üstelik bizim için pek iyi de değil.
Hadi biz Can’la Erdem’i verelim, unutalım, Silivri’de terk edelim. Peki, Avrupa’ya giriyor muyuz?
Gelin Avrupa Birliği zirvesinin içyüzüne bakalım.
-3 milyarı kim verecek?
Zirve aslında, Türkiye’nin AB üyelik sürecini yeniden başlatmak değil mülteciler konusunda özel gündemle yapılan bir zirve. Brüksel’in sunduğu alışveriş, “Sen mültecileri tut, ben de seni AB’ye üye yapayım” değil. “Sen mültecileri tut, ben de sana 3 milyar Avro vereyim.” Ankara’nın “her yıl” için istediği 3 milyar, bir defalık masada. Daha sonra ne olacağı belli değil. Ayrıca bu sabah üst düzey bir Avrupalı siyasetçi, “Henüz ortada 3 milyar da yok” dedi. Brüksel, çeşitli fon ve mekanizmalardan halihazırda 500 milyon Avro bulabilmiş durumda. Hantal Avrupa kurumlarından para çıkarmak kolay iş değil. Kalan 2.5 milyar Avro’yu, üye ülkeler kendi bütçelerinden çıkarmak zorunda. Aslan payı, Almanya’ya düşecek...
-Türkiye toplama kampı mı?
Velev ki 3 milyar bulundu. Avrupa’nın Türkiye’ye yaptığı “ahlaksız teklif” sayılmaz mı? “Biz para verelim, mülteciler sende kalsın.” Brüksel, Ankara’ya “geri dönüş” anlaşması imzalayarak yasadışı yollarla Avrupa’ya giden mültecileri anında bize “sepetlemek” istiyor. Türkiye’den sığınmacılara mülteci statüsü verilmesi ve özellikle Suriyelilere “eğitim” ve “çalışma” hakkı verilmesi de isteniyor. Türkiye’nin mültecilere statü tanıması, okuma ve çalışma hakkı vermesi insan hakları açısından doğru yaklaşımlar. Ancak bunlar aynı zamanda mültecileri Türkiye’nin kalıcı bir parçası, Türkiye’yi ise Avrupa için devasa bir mülteci kampına dönüştüren adımlar.
-Gazetecileri hapse atma kaç puan?
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Brüksel yolunda Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuksuz yargılanmasıyla ilgili yaptığı çıkış, boşuna değil. Medya özgürlüğü konusu, ABD Başkanı Barack Obama’nın Cumhurbaşkanı ile birebir görüşmesinde gündeme gelmişti. Pazar günü ise Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk ve AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker konuyu gündeme getirdi. Ancak ABD gibi Avrupa da konuyu, mikrofonlar önünde değil kapalı toplantıda, sessiz sedasız gündeme getirmeyi seçti. Çünkü öncelik, mültecileri Türkiye’de tutmak. Ancak üst düzey bir yetkili, bu anlaşma imzalandığı için artık konunun daha sıklıkla Avrupa tarafından gündemde tutulacağını söylüyor. Türkiye’yi eleştiren yazıların son bulacağını sanmayın. Avrupa kamuoyu insan hakları meselesini bu ölçüde geri plana atmasından rahatsız. Türkiye’ye yönelik insan hakları baskısı, komisyon yerine Avrupa Parlamentosu üzerinden yapılacak. AP milletvekili Marietje Schaake, dün telefonla yaptığımız görüşmede insan hakları ve ifade özgürlüğü meselesinin geri planda olmasından dolayı “kaygı” hissettiğini belirtti. Schaake ve birçok parlamento üyesi, anlaşmanın Avrupa’nın temel değerlerinden feragat etmesini dün geceden itibaren sosyal medya üzerinden eleştirdi.
Üyelik ne zaman?
Brüksel’deki anlaşmanın olumlu tarafı, Türkiye’yi “Avrupa çıpasına” yeniden bağlamak amacıyla müzakerelerde yeni bir fasıl açılması. Ekonomik ve Parasal Politikalar faslı, Merkez Bankası bağımsızlığı gibi önümüzdeki süreçte önem taşıyan koşullar içeriyor. Eğer Kıbrıs müzakerelerinde ciddi bir adım olursa, 2016’da 2 başlık daha açılacaktır. Ancak fasıl açmak bedava, kapamak zor. Brüksel ve Avrupa başkentlerindeki hava, Türkiye’nin AB üyelik sürecine yönelik bir umut vaat etmiyor. Fasıllar açılsa da kapanmıyor, kapansa da üyelik anlamına gelmiyor. O umudun olması için, Türkiye’nin demokrasi karnesini düzeltmesi gerekiyor. Kısacası Brüksel’deki zirve, Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini yeniden düzenliyor. Ancak bunun “tam üyelik” amaçlı olduğunu düşünmek için, hayal görüyor olmak lazım. Bu koşullarda Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği mümkün değil. Biz buna olsa olsa bir cins “imtiyazlı dostluk” diyebiliriz... Üzerinde 3 milyarlık etiket olan bir dostluk.