Necmiye Alpay: Açlık grevinin anlamı

Necmiye Alpay: Açlık grevinin anlamı

Necmiye Alpay

Özgür Gündem /17.10.2012

 

Demokrasi iddialarıyla toplum beşikteymiş gibi pışpışlanırken cezaevlerinde açlık grevleri bir ayı geçti. Kişinin kendini aç bırakması... İki farklı koşul vardır ki, kişinin önünde açlık grevinden başka yol bırakmaz: 1) Bedeniniz dışındaki tüm olanaklarınız elinizden alınmışsa; 2) Kamuoyu sizin duyurmak istediğiniz sorunla başka türlü ilgilenmiyorsa.

Bunları söylerken kişisel deneyimlerime dayanıyorum. Hayatım boyunca irili ufaklı dört açlık grevi yaptım. Bunlardan ilkini 12 Mart döneminde Fransa’da öğrenciyken Deniz’lerin idamı mecliste onaylandığı sırada Fransa Türkiyeli Öğrenciler Birliği olarak yapmıştık. İdamın uygulanmaması talebiyle, Başbakan Nihat Erim’in Fransa’ya resmî ziyareti sırasında.

Grev sayesinde duyarlı bir kamuoyunun dikkatini çekebilmiştik, 68’in hala etkisinde olan gazeteler açıklamalarımıza yer verdi, Nihat Erim, Fransız gazetecilere “Geri alınmaz adımlar atmayacağız” dedi. Sonuç... bildiğimiz gibi.

Katıldığım ikinci, üçüncü ve dördüncü açlık grevleri ise 12 Eylül dönemi Mamak Cehennemi’nin uygulamalarına karşı, başka hiçbir çaremizin kalmadığı koşullarda yaptığımız grevlerdir. İlki bir hafta, ikincisi (tabutluklarda) birkaç gün, sonuncusu ise kırk gün sürmüştür.

1996 yılında hepimizin içine dert olan ve “ölüm oruçları” olarak anılan aylar süren açlık grevini ise grevin ve cezaevlerinin dışından izlemiştim: Wernicke-Korsakoff hastalığı nedir, o zaman öğrenmiştik. O sıralarda da tıpkı bugünlerdeki gibi bir avuç insan dışında geniş kamuoyu dilini yutup oturmuştu. Onun sonuçlarını da biliyoruz. Ancak, benim o mücadele için bizim tarafa yönelik eleştirim de vardır. Mücadelenin talepleri arasında, siyasi iktidarın gidip yerini devrimci bir yönetime bırakması gibi bir talep de vardı ki, bunda bir amaç-araç uyuşmazlığı olduğu hayli açıktır. O grevin ileri bir aşamasında Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Oral Çalışlar araya girip taleplere savunulabilir bir içerik kazandırılması için çaba gösterdiler, ancak grevcilere söz geçiremediler. Dayanışma devam etti ama, eli kolu da bağlıydı.

Bugünlerde cezaevlerinde sürmekte olan açlık grevinin talepleri ise şöyle ifade ediliyor: “Kürt sorununda çözümsüzlüğe son verilmesi için PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki baskılara son verilerek müzakerelere başlanması ve anadilde eğitim talebinin kabul edilmesi.”

İlk bakışta bu taleplerin cezaevi koşullarıyla ilgisi yokmuş gibi dursa da, en azından bir mahpusun cezaevi koşullarıyla ilgili olması açısından grev nedeni olabilecek niteliktedir: Yılların mahpusu Abdullah Öcalan’a uygulanan fiilî görüş ve avukat yasağı insan haklarına aykırı ölçülerde uzamış durumda. Bu uygulamanın Kürt sorununda sözü ağırlık taşıyan bir mahpusa uygulanması ayrıca barışçı anlayışlara da açıkça aykırıdır. Bir mücadele biçimi olarak açlık grevinin, anadilinde eğitim gibi son derece haklı bir talep için bile olsa, daha başka yollarla sürdürülebilecek ve zaten sürdürülmekte olan bir konu için kullanılması tartışma götürebilir. Bir mahpus olarak Öcalan’ın koşulları konusunda diğer mahpuslar tarafından dayanışma grevine gidilmesi anlaşılmayacak bir davranış değildir. Ancak, bu mücadelenin ve Öcalan’ınki dahil cezaevi koşullarıyla ilgili demokratik denetimin daha çok cezaevlerinin dışında ve olabilecek en geniş kesimlerin desteğiyle yürütülmesi gerekir. Söz konusu olan, temel bir insan hakları ve barış meselesidir.

Dolayısıyla, cezaevlerindeki insanları açlık grevinden başka çarenin olmadığı duygusuyla baş başa bırakmamak için söz konusu hak talepleri kamuoyunca üstlenilmelidir. Bugün çok dar bir kesimin dışında, açıkça dile getirilsin ya da getirilmesin, sürmekte olan açlık grevinin talepleri artık çok geniş bir herkesin talebi haline gelmiştir ve siyasi iktidar bu konudaki inadına son vermek zorundadır.

Yeni Wernicke-Korsakoff’lar istemiyoruz. Böyle bir sonuç, herkese kaldırılması olanaksız bir sorumluluk yükler.

Grevin taleplerine katılıyorum. Tüm mahpusların ve Öcalan’ın haklarına saygı gösterilmeli, tüm yurttaşlara anadilinde eğtim hakkı tanınmalı ve müzakerelere yeniden başlanmalıdır. Êdî bes e!