Yazar Adalet Ağaoğlu Başbakan Erdoğan'a bir mektup yazdı. Yaşım ve fizyolojik engellerim nedeniyle sizinle yüz yüze göüşemedik diyen Ağaoğlu, Başbakan'a, Gezi Parkı ve yeni anayasa konusunda heyecanını kaybetmesine yönelik eleştiride bulundu.
Ağaoğlu "Geçmişte dış düşman geldi geliyor korkularıyla yaşandı, şimdi de çağa ayak uyduramamak, eşitlikçi, demokratik bir hayata kavuşamamak, sadece yurttaş bireyler olarak insan haklarımızı kullanmamıza dahi, yatak odalarımıza kadar uzanan neredeyse sizin kişisel yasaklarınızla engel olunmakta." dedi.
İşte Adalet Ağaoğlu'nun o yazısı:
Sayın Başbakan dikkatlerine;
Anayasasıyla demokrasiden mahrum Türkiye Cumhuriyeti devletinin seçilmiş Başbakan'ı Sayın Recep Tayyip Erdoğan,
Yaşım ve fizyolojik engellerim nedeniyle makamınıza gelip Gezi Parkı eylemleri hakkında sizinle yüz yüze görüşerek bu olgu üstüne görüşlerimi ifade edememekteyim. Hoşgörün. Partinizle 3 seçimdir TBMM'de iktidarı elinizde tutmayı başardığınızı biliyorum. Başbakanlığınız altındaki hükümetinizle birlikte memleket adına olumlu adımlar attığınızın farkındayım.
Ekonomiyi iyileştirmeniz, Güneydoğu'daki 30 yıldır minicik çocuklarımıza kadar ölüm kıyımıyla süregiden iç savaşa karşı bir çözüm ve barış yolu açabilmiş olmanız büsbütün övülmeye değer. Fakat, yazık ki defalarca TBMM Anayasa Çalışma Kurulu Başkanlığı'na kadar yazıp önerdiğim gibi demokratik meşru bir anayasa hazırlanmasında son seçimler sırasında gösterdiğiniz büyük ilgi ve heyecanınız artık pek görülmemekte.
Konuyla ilgili bulunan kurulda yapılan çalışmalar da uzlaşmaya yatkın bir durum göstermemekte. Güneydoğu'da açtığınız barış süreci de eşitlikçi demokrat ve darbe anayasalarını tadilen yepyeni bir anayasa yapmaya doğru evrilmedikçe bir sonuç verecek gibi değil; verse de eski hamam eski tas gibi kalacak. Sağıma soluma bakıyor, görüp dinliyorum. Bu konuda kuşkular içindeyiz. Zaten BDP'nin altını çizip durduğu demokrasi görüş ve önerisi de apaçık. Çünkü TBMM'nin partilerinin birlikte anlaşarak aldığı kararlar Cumhuriyet devletine uygun düşebilir, ama seçim yasası nedeniyle toplumun çoğunluğunu kucaklamaktan uzak kalmakta.
Sayın Başbakanımız; ben memleketimizin bütün kırılma hallerini, dönüşüm ve sözde değişimlerini görmüş, ta içinde yaşamış biriyim. Bu kadar yetenekli, çalışkan, sorumluluk duygularıyla yüklü ve çok sabırlı toplumumuz hâlâ daha huzurlu bir hayata kavuşabilmiş değil. Geçmişte ‘dış düşman geldi-geliyor’ korkularıyla yaşandı, şimdi de çağa ayak uyduramamak, eşitlikçi, demokratik bir hayata kavuşamamak, sadece yurttaş bireyler olarak insan haklarımızı kullanmamıza dahi, yatak odalarımıza kadar uzanan neredeyse sizin kişisel yasaklarınızla engel olunmakta. Size göre tek tip, uslu, sessiz, itaatkâr emir erleri olunması makbuldür.
16-22, hatta 26 yaş arasındaki gençliğin yetişme çağında ana babalarıyla nasıl gerilimlere düştükleri bilinir. Herkes yaşamıştır bunu, çünkü "ben varım, kendimim, sorumluluklarımın farkındayım," bilincine ulaşılmıştır. Hele günümüzde; ekonomik ve kültürel alışverişin neredeyse bir dünya milleti yarattığı çağımızda...
Gezi Parkı olgusu nedeniyle 90 kuşağı dediğimiz gençlerimiz bilgisayar dünyasına doğdular. Dünyada olup biten her şeyi görüp işittiler ve şahsen dünyayı, planetimizi anlayıp anlamlandırmakta beni çoktan geçtiler ve her büyük geçiş gibi çalkalanmalar olması doğal karşılanmalı; yeter ki ikiyüzlülük, saman altından su yürütmeler olmasın.
Bana göre söz konusu gençler son derece samimiler, günümüz evrensel planda insan hakları meselesinde ne istiyorsa onlar da hemen hemen oradalar. Sert uyarılardan önce kendinizi bir an için onların yerine koymaya çalışınız. Ortalıkta büyük bir kargaşa görüldüyse, bu ‘sizin polisiniz’in göreve çağrılmasından, özellikle sizin seçim sandığını ısrarla göstere göstere iktidar gücü sağlayamamış yurttaşları hiçseyen tutumunuzdan ileri gelmekte kanımca.
Bu eylemcilerin bir parti kurmak, başlarına bir ‘tek adam’ istemek gibi yaklaşımları yok. Politika dışı kalmak bile istemişlerdir. Günlük siyaset insanları, gençlerimizi, gözden çıkarılmış onurlarını savunmaya itmiş, tam da bu nedenle siyasallaşmış olabilirler. Niyetleri temizdir. Yeter ki provakatörler, sırtlarından oy toplamaya kalkışmış örgütlü siyasallar ve şiddetle ‘silah gücü’ onların bu temiz niyetlerini kirletmeye kalkışmasın. CHP bir gönüldaşlık hevesiyle başlarında başkanlarıyla birlikte yönetim kurulu üyelerinin ziyaretini, yüzlerini buruşturarak, dudaklarını aynı biçimde bir şey çiğniyormuş gibi yaparak mizahla karşılamalarını görebilseydiniz keşke.
Bu eylemciler bize her şeyi bile bile içinde pişiren ‘dervişan’ iğneleyiciliği, değerli yazarlarımızdan Engin Ardıç’ın gazetesindeki köşe yazısında altını çizdiği gibi ‘Ortaya müthiş bir sarkastik dünya görüşü koydular’. Alaycılık, iğneleyicilik hali yani. Kendileriyle bile alay edebiliyorlar, yetmez mi?
Evet sayın Başbakan’ımız, demokrasisi ilk adımlarından bu yana noksan kalmış cumhuriyetlerimizin bütün çalkalanma, kriz dönemlerini görüp yaşadım. Otuzdan fazla kitabım ve eserimde görüşlerim, hayata bakışım açıktır. Hiçbir şeyim gizli değil. Hatta şu son haftalarda istediğinizden fazla sabrettim ve Gezi Parkı olgusunda özellikle suskunluğu seçtim. Yurtdışındaki gezinizden Ankara’ya, merkezdeki görevinizin başına dönmenizi bekledim.
Gezi Parkı Eylemi’ne ilk günün sabahından bu yana yakınlık duydum, hatta gençlerin bu memlekette ilk defa yapılan muhalefet şekillerini teşekkürle karşıladım. Çünkü onların bu atılışları, benim de düşündüğüm gibi kentin merkezinde yeşil bir park olsun isteğinden ibaret değil. Üstelik ayrıca ben Topçu Kışlası’nın yapılarak öne çıkarılmasına bütünüyle karşıyım. Çünkü bütün ısrarınıza karşın bunun böyle olmasına hiçbir gerekçe bulamamaktayım. Size ve ‘sizinkiler’e hakaretler savurmuş, küfürler etmişler. Bakalım ‘bunlar’ kimler? Diyelim ki eylemciler, ta kendileri. Önyargısız davranmaya çalışarak ha onlar, ha onların ‘ötekileri’. İnsan psikolojisi her şeyi içine atıp durmayı kaldıramaz bazen, patlayabilir. Patlama biçimi de şiddet kullanarak iktidar gücü elde etmek değilse, olur geçer. İnsanlık adına üzülür, birey kimliğinizle de acırsınız. Otoriterlik etmeden önce, anlamaya çalışmalı.
Söz konusu gençlerin asıl istedikleri, insanların ‘varoluş’ meselesini yerli yerine oturtabilmektir. “Bizler bireyleriz, kendimizi yapıp çatmada kendimiz olmalıyız, yanlışlarımız sertlikle değil, şiddetsiz ve bizlerle konuşarak açıklansın. Çünkü biz de böyle dayanışmak istiyor ve bunu eylemeye çalışıyoruz.” demeye getirdiler açıkça ve çoktan. Ona sarıl buna sarılma, onu içme şunu iç, şu kadar çocuk et, bu kadarını da anası karnından aldırmasın gibi köleci buyrukların esiri olmak istemiyorlar bence ve buna hemen bir ek yapmak da istiyorum: Bu türden tek adam buyruklarınız insan haklarına aykırıdır, yasal değildir. İnsanların yetişmesi, iyiyi kötüyü ayırt etmesi ancak kendisini bilmesiyle, ‘aşkınlığın değeri’ni anlamasıyla mümkün olur. Bu da en temel insan haklarının, yani beslenme, eğitim olanağının, sağlık güvencesinin devlet tarafından sağlanmasıyla mümkündür.
Sayın Başbakan, bu düşüncelerimi elden geldiğince açıklamadan, memlekete dönmenizi bekledim. Fas’tan döndünüz, İstanbul havaalanında organizsayonu yerli yerinde bir topluluğun büyük alkışlarıyla karşılanıp onlara hitaben konuştunuz. Kendi kendime “dur bakalım, hele dur” dedim. İstanbul’daki bir hamlenizi atlayıp bakıyorum, Ankara havaalanındaydınız artık. Ankara Belediye Başkanı’nız tarafından başarıyla organize edilmiş mitingin karşısında yaptığınız konuşma gibi başkent merkezine varana kadar duraklarda yapılan mitinglerinizdeki konuşmalarınızı da başından sonuna kadar dinledim. Neredeyse hepsi birbirinin aynıydı. Ancak yer/yöre insanlarının ‘anlayışları’ hesabıyla bazı eklemeler sokup çıkardınız. İyi ve karizmatik bir ‘hitabetçi’ olduğunuz genellikle bilinir, ancak yine önyargısız davranmaya çalışarak açıklıyorum ki, özellikle şu tarzı içeren tekrarlarınız karşısında soğukkanlılığımı elden kaçırmamak için epey gayret sarf ettim: “Benim çocuklarım”, “benim milletvekillerim”, “benim bakanlarım”, “benim belediye başkanlarım”, “benim polislerim” gibi mülk sahipliği etmenizi nereye nasıl konduracağımı bilemedim efendim. Bir “benim ordum”, “benim ordularım” demediğiniz kaldı; ama artık gerek de kalmamıştı anladığıma göre. OHAL ilan etmiş bulunmaktaydınız, hem de sivilinden...
Sandıktaki bolluğunuzun daha da bollanacağını görüp yaşadım; sağlıklar olsun. 31 Mayıs, bugünkü 12 Haziran 2013 gününe kadar Gezi Park eylemcilerininkilerini de önce bakıp görmüştüm. Bu olgu üstünde yazılıp konuşulanları da okuyup dinlemiştim. ‘Sizin polisiniz’in sabahın köründe bunların üstlerinde patlattığı orantısız şiddet olmasaydı bu kargaşanın, yaralanma ve zehirlenmelerin olmayacağı gün gibi açıktı. Memlekete dönüşünüzle miting konuşmalarınızda iyi niyetli eylemcilere şu kadarcık bir ‘şefkat’ duymaksızın, hep “Benim gençlerim, şu şöyle olsun, bunu böyle yapmalı, şunu da şöyle yapmalısınız” diye diye bölücülük ettiniz. ‘Sizinkiler’i ‘ötekiler’e doğru kışkırttınız. İşte ben asıl bunun için makamınıza seslenmeyi seçtim. Yoksa gençlerin karşılıklı tutuşmaları ortaya çıkarsa kendimi çok ama çok suçlayacaktım.
Partiniz sandıktan TBMM egemenliğini ele alacak sayıda çıkmış olabilir, ancak seçim sistemimizin yasal olarak ortaya koyduğu seçme/seçilme hakkının en azından geri kalan yüzde 20 ya da 30’undan diyelim ki, memlekete yayılmış etkileriyle birlikte en aşağı yüzde 15’i insanlık haklarını savunma eylemine girmişlerdir ve bu son kerte makul ve yasal bir girişimdir.
Gezi Parkı eylemlerine şiddet uygulanması için artık özür bile dilemenize gerek kalmamıştır sayın Başbakan. ‘Sizin gençler’inizi lütfen kışkırtmaktan vazgeçin. Bir başbakanın miting düzenlemesi ne demeye gelmektedir? Hiç de haklı görünmeyen bu ‘girişimleriniz’ üstüne lütfen sakin sakin oturup düşünün. Öfkenize hakim olunuz. Yüzde 15’in partisi, örgütü yoktur; dayanışmacıları vardır.
Saygılarımla,
Adalet Ağaoğlu
(bağımsız yazar)