Hürriyet yazarı Taha Akyol, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası, "cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni devirmeye teşebbüs" iddiasıyla başlatılan soruşturmalara tepki gösterdi. "Yazılarıyla ve konuşmalarıyla darbe teşebbüsüne zemin hazırlamak, yahut Enis Berberoğlu örneğinde olduğu gibi siyasi casusluk suçlamasıyla yapılan yargılamalar, en geç AİHM’den dönerek beraatle sonuçlanacaktır" diyen Akyol, geçmişe atıfla "Adalet bakanları her zaman hukuku siyasetin sopası gibi kullanmadılar, içlerinde hukuku üstün tutmak için çalışanlar da oldu" ifadesini kullandı.
Taha Akyol'un "Darbe suçu" başlığıyla yayımlanan (12 Şubat 2018) yazısı şöyle:
Adalet bakanları her zaman hukuku siyasetin sopası gibi kullanmadılar, içlerinde hukuku üstün tutmak için çalışanlar da oldu.
Uzaklara gitmeyelim, Hikmet Sami Türk, Cemil Çiçek ve Sadullah Ergin hukuk sistemimizin Avrupa standartları yönünde gelişmesi için tarihin takdirle yazacağı reformlara imza attılar.
Cemil Çiçek’in şu sözlerine bakın:
“Ceza kanununu biz Türkiye’de özgürlükleri kısıtlamak için değil tam tersine özgürlüklerin teminat altına alınması ve daha iyi kullanılabilmesini temin etmek için getirdik.” (16 Eylül 2004)
Çiçek, Avrupa normları yönünde hazırlanan yeni TCK’da darbe suçuyla ilgili düzenlemeyi anlatırken söylüyordu bu sözleri.
Tasarıda “cebir ve tehditle” hükümeti devirmeye kalkışma, ağır müebbet hapisle cezalandırılıyordu. AK Partili, CHP’li ve MHP’li vekiller değişiklik önergesi vermişlerdi: “Tehdit” kavramı muğlaktır, özgürlükler aleyhine yorumlanabilir. Onun yerine daha somut “cebir ve şiddet” denilmeliydi.
Bakan Çiçek önergeyi destekliyordu.
Bu ağır müebbetlik suçun oluşması için “cebir ve şiddet” unsuru, bütün partilerin onayıyla yasaya konuldu.
Fakat bugün gazeteciler, değil “cebir ve şiddet”, hatta “tehdit” içeren yazıları bile olmadığı halde darbeye teşebbüs suçlamasıyla yargılanıyorlar, tutuklanıyorlar. Haklarındaki AYM kararı uygulanmayan Şahin Alpay ve Mehmet Altan gibi Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç, Mümtazer Türköne, Ahmet Turan Alkan gibi meslektaşlarımız da bu durumda.
Ne yapmışlar bu gazeteciler?
İddianamelere göre, “darbeye ön hazırlık niteliğinde yazılar” yazmışlar, “söylem ve propagandalarla darbeye zemin hazırlamışlar... 17-25 aralık darbesini yolsuzluk soruşturması gibi göstermişler...”
Gazetecilerin “cebir ve şiddet” içeren tek eylemi, tek yazısı gösterilmeden, bu tür genel yorumlarla suçlama yapılıyor.
Bu yüzden bir buçuk yıldır tutuklular.
Peki, Anayasa Mahkemesi ne diyor?
“Aylarca ülke gündeminde yer alan güncel bir konuda kamuoyunun bir kısmının ve muhalefet liderlerinin dile getirdiklerine benzer görüşlere yer veren yazıların FETÖ/PDY’nin amaçlarına hizmet etmek için yazıldığının kabulünü gerektiren nedenler tutuklama kararında veya iddianamede somut olgularla açıklanmamıştır.” (Şahin Alpay dosyası, No: 2016/92, Paragraf 100)
“Suçlamaya konu yazılarda hükumetin görevden zorla uzaklaştırılması gerektiği yönünde bir ifade yer almamaktadır.” (Paragraf 30)
Yargıtay içtihatlarına da bakalım mı?
FETÖ’nün emriyle ve yetkisini aşarak, bazı tutukluları toptan tahliye eden yargıçlar “darbeye teşebbüs”ten mahkum olmuşlardı. Yargıtay “eylemlerinde cebir ve şiddet yok” diyerek bu suçtan beraat kararı verdi, örgüt üyeliği ve görevi kötüye kullanmadan mahkumiyet verdi. (16. CD, 2017/3)
Yazılarıyla ve konuşmalarıyla darbe teşebbüsüne zemin hazırlamak, yahut Enis Berberoğlu örneğinde olduğu gibi siyasi casusluk suçlamasıyla yapılan yargılamalar, en geç AİHM’den dönerek beraatle sonuçlanacaktır.
AYM kararlarında da bu sonucu öngörmek mümkündür.
Adalet elbette herkese lazımdır. “Cemaat”in sadece gözüken yüzüne bakarak, onun illegal örgüt yönünü bilmeden, iyi niyetle yardım etmiş vatandaşlar da suçsuzdur:
“Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz.” (TCK, md. 30/1)
‘Maddi unsurlar’ yani FETÖ’nün devlet içinde örgütlenen, darbeye kalkışan gizli ve kanunsuz tarafı...