Gazeteci Serkan Demirtaş, mutabakatın önemi ve gündeme getirilmesinin nedenini BBC Türkçe için inceledi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bugün bir araya geliyor. İki liderin Ocak 2019'da yaptıkları yılın ilk görüşmesinde, Putin, 21 yıl önce Türkiye ile Suriye arasında imzalanan Adana Mutabakatı'nı gündeme getirmişti.
Türkiye'den bazı yetkililer de Barış Pınarı Harekatı başladıktan sonra operasyonun Adana Mutabakatı kapsamında yapıldığını açıkladı.
Adana mutabakatı, Suriye yönetiminin PKK ve uzantılarıının kendi topraklarını kullanarak Türkiye'ye tehdit oluşturmasını önlemeyi amaçlıyor ancak 2011'den bu yana fiilen uygulanamıyor. Putin'in Ocak ayında bu protokolü gündeme getirmesinin amacının Türkiye ile Suriye arasında diyaloğun başlatılması ve böylece Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yeni bir sınır ötesi operasyonunu önlemek olduğu kaydedilmişti.
ABD'nin Suriye'den çekilme kararının ardından Ocak ayında yapılan bu ilk yüz yüze görüşmede, Türk ve Rus yetkililer, başta Türkiye-Suriye sınırında oluşturulması gündeme gelen güvenli bölge, IŞİD'le mücadele, İdlib'teki son durum ve siyasi çözüm çabaları olmak üzere birçok konuda kapsamlı müzakereler yaptılar.
Ancak Putin'in, ortak basın toplantısında, Türkiye'nin YPG'den kaynaklanan güvenlik kaygılarıyla ilgili konuşurken 1998 yılında yapılmış Türkiye-Suriye Adana Mutabakatı'nı anımsatması görüşmelerin sürpriz konu başlığı olarak öne çıktı. Üstelik Putin'in bu anımsatmayı Türkiye ile ABD arasında yürütülen güvenli bölge görüşmelerinin sorulması üzerine yapması daha da anlamlı bulundu.
Suriye, 1980 ve 1990'lar boyunca PKK ve lideri Abdullah Öcalan'ın kendi topraklarında konuşlanmasına, eğitim kampları oluşturmasına, her türlü propaganda faaliyetine ve topraklarından Türkiye'ye dönük terör eylemleri gerçekleştirmesine izin vermişti. Türkiye'nin 1996'da verdiği çok sert notaya rağmen PKK eylemlerini engellemeyen Suriye, Fırat'ın suları ve Hatay meselesini de sürekli gündeme getirerek Türkiye'yi uluslararası baskı altına almaya çalışıyordu.
Dönemin hükümeti 1998 yılının ikinci yarısından itibaren Suriye'yi teröre destekten vazgeçirmeye dönük "kuvvet politikası" uygulamaya başladı. Cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri güçlü ifadelerle Suriye yönetimini uyarırken, Türk Silahlı Kuvvetleri de sınır hattında takviye ettiği birlikleriyle askeri tatbikatlar yapıp Şam yönetimine gözdağı veriyordu.
Olası bir Ankara-Şam askeri çatışmasından kaygılanan uluslararası toplum, Mısır ve İran'ın girişimleri sonucu Suriye yönetimini Türkiye'nin taleplerini karşılama noktasına getirdi ve 20 Ekim 1998 günü Adana'da bir araya gelen iki ülke heyetleri Adana Mutabakatı'nı imzaladı.
O dönem Türkiye'de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Mesut Yılmaz, Dışişleri Bakanı İsmail Cem'di. Suriye'nin başında ise Hafız Esad vardı.
Türkiye adına Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Uğur Ziyal ve Suriye adına Tümgeneral Adnan Badr al-Hasan'ın imza attığı Adana Mutabakatı, Öcalan'ın Suriye'nin dışında olduğu ve bir daha asla girmeyeceği, yurtdışındaki PKK unsurlarının Suriye'ye dönemeyeceği, ülke topraklarındaki PKK kamplarının bir daha kullanılmayacağı ve tutuklanan PKK üyelerinin listelerinin Türkiye'ye verilmesi taahhütlerini içeriyordu.
Mutabakat, Suriye tarafının kısa vadede yerine getireceği taahhütlerin yanı sıra iki ülkenin uzun vadeli terörle mücadele çerçevesini de çiziyor:
Aynı mutabakat, tarafların bu taahhütlerin yerine getirilmesini sağlamak ve gözlemek için bazı mekanizmalar kurmasını da sağlıyor. İki ülkenin üst düzey güvenlik yetkilileri arasında doğrudan telefon hattı kurulması, diplomatik temsilciliklerde güvenlik işleri için özel temsilcilerin atanması bunlardan sadece birkaçını oluşturuyor.
Türkiye - Suriye sınırıPutin'in 21 sene önce imzalanmış ancak 2011'den bu yana işlerliği olmayan mutabakatı gündeme getirmesinin iki temel amacı olduğu kaydediliyor.
Birincisi, son dönemde askeri hazırlıklarını tamamlayan Türkiye'nin tek taraflı bir müdahaleye kalkışıp Suriye sınırları içinde yeni bir cephe açmasını ya da ABD ile anlaşarak güvenli bölge oluşturmasını önlemeye çalışmak.
İkincisi, güvenlik kaygılarına saygı gösterdiği Türkiye'ye terörle mücadelede en doğru yolun Suriye yönetimi ile iletişim kurmak olduğu mesajını verirken, Suriye yönetimine de Türkiye'ye dönük terör tehditlerini önleme taahhüdü anımsatmak.
İki tarafın başta güvenlik konuları olmak üzere önemli süreçlerde Rusya aracılığıyla temas kurma gereksinimi içinde olduğunu iyi bilen Putin, Adana Mutabakatı'nın bu amaç için en doğru hukuki ve siyasi zemin olduğu mesajını da veriyor. Rus lider, ABD'nin çekilme sürecine girdiği bir dönemde Şam ve Ankara'ya iletişim için en doğru zaman mesajını da bu kapsamda iletiyor.
Türkiye, Putin'in çağrısını olumlu buldu
Türk yetkililer, Putin'in Adana Mutabakatı'nı gündeme getirmesini olumlu bir gelişme olarak değerlendirdiler. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Moskova dönüşü gazetecilere yaptığı açıklamalarda, 1998 mutabakatının önemli olduğunu kayda geçirirken, "Nitekim Sayın Putin de özellikle gündeme getirdi; 'Adana Mutabakatı önemli bir konu. Türkiye bunu işlemeli' dedi. Bunun Türkiye'nin bölgedeki ağırlığını hissettirebileceği önemli bir anlaşma olduğu kanaatindeyim" ifadelerini kullandı.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da, AHaber'e verdiği demeçte, Adana Mutabakatı'nın, Suriye'nin taahhütleri yerine getirmemesi durumunda Türkiye'ye askeri müdahale hakkı belirtti. Bakan Çavuşoğlu, bu mutabakatın Moskova tarafından niye gündeme getirildiği sorusuna ise "Putin'in Türkiye müdahale edebilir anlamında söylediğini düşünüyorum, bu da olumlu" sözleriyle yanıt verdi.
Çavuşoğlu'nun müdahale hakkı verdiğine ilişkin açıklamalarına karşın, Adana Mutabakatı'nın hiçbir maddesi doğrudan Türkiye'ye güç kullanma yetkisi tanımıyor.
Belgenin imzalandığı dönemde Dışişleri Bakanlığı'nda üst düzey görevlerde bulunmuş yetkililer de mutabakatın Türkiye'ye otomatik bir müdahale hakkı tanımadığını ve basında zaman zaman iddia edildiği gibi açıklanmamış, gizli kalmış hiçbir maddesi olmadığını kaydettiler.
Yetkililer, şu görüşü ilettiler:
"Aslında doğrudan müdahaleyi içeren bir maddeye de gerek yok. Suriye'nin bu mutabakata uymaması durumunda Türkiye, BM Şartı'nın 51. Maddesi de olmak üzere uluslararası hukuktan kaynaklanan birçok hakkı kullanabilirdi. Bu metnin asıl önemi, Suriye'nin PKK'yı ve uzantılarını terörist olarak tanımlaması ve Türkiye'ye taahhütte bulunmuş olması."
Peki, bu mutabakat bugün yaşama geçirilebilir mi? Yetkililer, hukuki geçerliliği olsa bile, mevcut koşullarda Suriye yönetiminin bu mutabakattan kaynaklanan taahhütlerini yerine getirmesinin olanaklı olmadığını kaydederken, "Suriye, 2011'deki aynı Suriye devleti değil. Türkiye sınırının büyük çoğunluğunda yıllardır kontrolü yok," değerlendirmesini yaptılar.
Temel bir başka sorun ise siyasi durumun tamamen değişmiş olması ve Şam yönetiminin bugünlerde YPG ile ABD'nin çekilme süreci sonrasına dönük işbirliği arayışında olması. Sahadaki aktörler arasındaki dengenin bu kadar süratli ve temelden değiştiği bir süreçte, Suriye yönetiminin Türkiye ile 21 yıl önce imzalanmış bir mutabakatı yeniden yaşama geçirip, YPG'nin faaliyetlerini engellemeye kalkması çok da mümkün görünmüyor.