Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Ahmet Sever, yeniden aday olmasının engellenmek istenmesinin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü çok üzdüğünü ve kırdığını söyledi. Sever, “Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan ile bir çatışma, çekişme görüntüsü vermemeye özen gösterdi, hâlâ gösteriyor. Ama aynı özeni partinin bazı önemli isimlerinin göstermemesi ve uluorta konuşmaları gerçekten hoş olmadı” dedi.
Ruşen Çakır, son dönemin en merak edilen bu sorularını Gül’ün yanındaki en yakın isimlerden basın başdanışmanı Ahmet Sever’e sordu. İşte Vatan gazetesinde yayımlanan o söyleşi:
Abdullah Gül’ün 2007 seçimlerinden sonra cumhurbaşkanı seçilmesinde ilginç bir süreç yaşandı. Neler oldu o dönemde?
Gergin ve sancılı bir süreçti. Çok ciddi bir kulis faaliyeti yürütüldü. Abdullah Gül, cumhurbaşkanı olmaması, tekrar aday olmaması için çok yoğun baskılara maruz kaldı. İnanamayacağınız bazı isimler gelip “Adaylıktan vazgeçin yoksa bu işin sonu kötüye varacak” dediler.
27 Nisan muhtırasının devamı anlamında mı?
Tabii, “Cumhurbaşkanı olursanız gerilim doruğa çıkar, darbe olur” uyarıları yapıldı ama o bu uyarıların hiçbirine kulak asmadı, kararlı bir duruş sergiledi. Hatta “Ben bu işe başımı koydum, burdan dönmem” dedi. Aslında kendisi cumhurbaşkanlığını çok istemiyordu. İstemek zorunda kaldı. Aday gösterildi, ardından 27 Nisan bildirisi ve genel seçimler... Bütün bunlardan sonra geri adım da atamazdı zaten. Aradan geçen beş yıldan sonra o kişiler ne düşünüyor bilmiyorum ama ne darbe oldu, ne gerilim tırmandı. Tam aksine bu beş yıl boyunca Cumhurbaşkanlığı makamı ve Cumhurbaşkanı nerede bir gerilim varsa o gerilimi düşürmek için yoğun bir çaba harcadı. Herhalde o dönemde bu kulis faaliyetlerini yürütenler bu performansa bakıp biraz utanmışlardır.
Ama özellikle ilk dönemlerde bazı krizler yaşanmadı değil. Örneğin Hayrünnisa Gül’ün elini sıkmayan komutanlar, kırmızı halı sorunu vb...
Mutlaka bazı gerilimler oldu ama sayın Cumhurbaşkanı ilk başından itibaren gerilim tırmandırıcı bir pozisyona girmedi. Sorunları zamana yaydı, uzlaşı ve ikna yolları aradı ve zaman içinde de bu tür sorunlar kendiliğinden çözüldü. Artık siz de görüyorsunuz ki bu tür sorunlar kalmadı. Bütün dünyanın kırmızı halılarında yürüyen Hayrünnisa Hanım kendi ülkesinde kırmızı halıda yürüyemiyordu. Bu sonuçta eşyanın tabiatına aykırı bir durumdu. Bugün yürüyor.
Ama bütün bunlar bir süreç içinde halloldu. Kamuoyuna yansımayan bazı krizler de olmuştur herhalde...
Tabii olmuştur, daha doğrusu oldu. O dönemde Köşk büyüteç altına alındı, öküz altında buzağı arandı. Söylenen her sözün, atılan her adımın arkasında başka bir niyet arandı. Basınla ilişkilerden sorumlu biri olarak bunu çok yoğun yaşadım. Öyle haberler çıktı ki dehşete düşmemek elde değildi. Ama dediğim gibi bu bir süreçti ve zamanla işlerin yoluna gireceği belliydi. Cumhurbaşkanı’nın o sakin, uzlaşmacı, herkesi dinleyen kişiliği bu sancılı sürecin zaman içinde normale dönmesinde çok önemli bir rol oynadı.
Tabii bu süreçte Ergenekon, Balyoz gibi soruşturmalar üzerinden askeri vesayetin sonlandırılması da hayli etkili oldu. Önce emekli, sonra muvazzaf subayların gözaltına alınıp tutuklanmalarının yol açtığı krizler nasıl aşıldı?
Bu süreçlerin zorlu olmasından daha doğal bir şey olamaz. Yılların getirdiği bir kemikleşmiş yapı ve bir rol dağılımı söz konusuydu. Bunların bir anda, sorunsuz bir şekilde değişmesi beklenemez tabii. Mutlaka zorlu bir süreç oldu ama o süreçte sayın Cumhurbaşkanı’nın duruşu çok sağlamdı.
Biraz açar mısınız?
Ülkenin sivilleşmesi, herkesin kendi rolüne dönmesi, herkesin kendi işini yapması, kendi alanının dışına çıkmaması konusunda hakikaten kararlı davrandı. Burada bir parantez açayım: Eğer bazılarının istediği gibi Abdullah Gül’ün yerine daha düşük profilli bir kişi cumhurbaşkanı olsaydı bu süreç bu kadar başarılı olamazdı. Türkiye, bugünkü Türkiye olmazdı, olamazdı. Her şeyi kendisi çıkıp açıklayamıyor, ben de bazı şeyleri açıklamaya mezun değilim, ama şu kadarını söyleyebilirim: Eğer Abdullah Gül o sancılı sürecin sonucunda cumhurbaşkanı olmasaydı bütün bu gelişmeler, ilerlemeler o kadar kolay gerçekleşemezdi.
Gül’ün Köşk’te beş yılını en iyi hangi kavram ve sıfatlar özetleyebilir?
Sayın Cumhurbaşkanı beş yıl boyunca, gerilimden, kutuplaşmalardan uzak, gerçek bir demokrasiye sahip, düşünce ve ifade özgürlüğünün alanlarının genişlediği, herkesin birbirine hoşgörüyle baktığı bir Türkiye için çalıştı.
Ama bu konularda Türkiye’de çok ciddi tartışma ve eleştiriler var...
Sever : Sonuçta sayın Cumhurbaşkanı icranın başı değil. Yetkileri ve alanı belli. Bu çerçevede elinden geleni yapmak için çaba gösterdi.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine yönelik anayasa değişikliğini desteklemiş miydi?
Tabii ki destekledi. 367 krizi ve muhtıralar üzerine “o zaman halk seçsin” noktasına varmıştı zaten.
Kendi görev süresinin uzun süre belirsiz kalmasından rahatsız olduğu anlaşılıyordu ama bağlayıcı şeyler söylemedi.
Rahatsız olmaması düşünülebilir mi? Yutdışında sürekli olarak Türkiye’nin öngörülebilir bir ülke olduğunu savunan bir cumhurbaşkanının kendi görev süresindeki belirsizliği izah etmesi tabii ki mümkün değildi. Zaten bu belirsizliğin bir an önce ortadan kaldırılması gerektiğini söyleyerek bu durumdan rahatsız olduğunu da belirtmiş oldu. Ama bu belirsizliğin son ana kadar sürmüş olması sayın Cumhurbaşkanı’nı çok üzdü.
Sonuçta Anayasa Mahkemesi kararıyla iki seçeneğin ortasında bir noktaya geldik, yani süre 7 yıl ama bir kez daha aday olabilecek. Gül bu seçeneklerden hangisini istiyordu?
Kendi tercihini hiç telaffuz etmedi. Hep şunu düşündü: “Ben ne olursa uyarım ve bu sürede de görevimi en iyi şekilde yerine getirmek için çaba harcarım.” Yaklaşımı hep bundan ibaret oldu.
Yeniden aday olma hakkı var ama gelinen noktada öyle bir hava var ki sanki aday olmayacak. Hatta bazı uluslararası kuruluşların başına geçeceği yolunda spekülasyonlar da yapılıyor...
Uluslararası bir görev, bir yakıştırmadan ibarettir. Hiçbir zaman böyle bir talebi olmadı, aklından bile geçmedi. Bu kadar açık söyleyebilirim. Bunların hepsi yakıştırmadan ibarettir. Tabii herkes ileride ne yapacağını merak ediyor: Yeniden aday olacak mı, yoksa ne yapacak? Bu konularla ilgili hiç konuşmuyor. En ufak bir ipucu, işaret vermiyor, susmayı tercih ediyor. Sadece şunu söylüyor: “Zamanı gelince bakarız.”
Ama zaman giderek azalıyor...
Demek ki daha zamanın gelmediğini düşünüyor.
Peki siz ne düşünüyorsunuz?
Bu süreçte sayın Cumhurbaşkanı’nı çok rahatsız eden gelişmeler oldu. Kendisi dışarıya yansıtmadı ama yeniden aday olmasını engellemeye yönelik bir yasak konulması kendisini gerçekten üzdü ve kırdı. Öyle ki Anayasa Mahkemesi bu yasağın anayasa aykırı olduğu yolunda karar almasına rağmen bazı kişiler buna bile karşı çıkıp mahkemenin kararını anayasaya aykırı ilan edebildiler. Cumhurbaşkanı, sayın Başbakan ile bir çatışma, çekişme görüntüsü vermemeye özen gösterdi, hâlâ gösteriyor. Ama aynı özeni partinin bazı önemli isimlerinin göstermemesi ve uluorta konuşmaları gerçekten hoş olmadı. Bu benim kişisel görüşüm: Anayasa Mahkemesi bu kararı vermiş, pekala aday da olabilir, niye olmasın? Sonuçta karar kendisinin, belki bana kızacak bunu bu şekilde ifade ettim diye ama şimdiden “oldu bitti, artık kenara çekilecek” havasının yayılması çok büyük haksızlık. Partinin kuruluşunda kilit rol oynamış, başbakanlık, sonra dışişleri bakanlığı ve başbakan yardımcılığı yapmış bir kişi hakkında bu kadar özensiz davranılması burukluk yaratıyor. Burada bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum: Bazı anketler yayınlanıyor. Örneğin bir gazetede “Kim cumhurbaşkanı olmalı?” diye bir anket yayınlandı; herkese oy çıkmış ama Abdullah Gül’e tek oy bile çıkmamış. Bu nasıl bir şeydir, anlamak mümkün değil. Bana çok manidar geliyor. Bir başka gazetede Mart ayındaki bir ankette sayın Cumhurbaşkanı birinci sırada çıkıyor, üç ay sonra tekrar bir anket yapıyorlar, her şey tepetaklak oluyor, aşağıya iniyor. Üç ayda ne oldu da bu dengeler böyle altüst oldu? Şu kadarını söyleyeyim: Bunlar hiç şık şeyler değil.
Partilerüstü bir konumdan tekrar parti siyasetine dönmesi mümkün mü? Başbakan’ın Köşk’e çıkacağı, Gül’ün de başbakanlığı üstleneceği yolunda çok iddia var...
Daha önce de söylediğim gibi bu konuda hiçbir yorum yapmıyor, hiçbir işaret vermiyor, çok ketum. Dışarıya karşı yapması zaten beklenemez ama içerde, bizlerle konuşmalarında da bu konulara hiç girmiyor.
Geri kalan iki yıl için bazı plan ve projeleri var mı?
Öncelikle başladığı birçok işi layıkıyla tamamlamak istiyor. Örneğin yurtiçi geziler başlattı ve şu ana kadar 60’tan fazla ile gitti. Kalan sürede onları bitirmek istiyor. Ayrıca önemsediği ve yapmak istediği bazı dış ziyaretler var. Kendisi dış gezilere öteden beri işadamlarını da götürmeye özen göstermiş ve bu sayede Türkiye’nin dış ticaretine ciddi katkılarda bulunmuştur. Diğer yandan Devlet Denetleme Kurulu’nu (DDK) Türkiye’nin bazı temel sorunlu konularında aktif hale getirdi, bazı raporlar çok ses getirdi, etkili oldu; bunu sürdürmek istiyor. Sonuç olarak bu görevi iyi şekilde bitirmek istiyor.
***
- Bu beş yılın önde gelen hayal kırıklıklarından biri Kürt sorununda yaşandı galiba. İran gezisinde “Güzel şeyler olacak” diye Kürt açılımın ilk işaretini Cumhurbaşkanı Gül vermişti, daha sonra da buna hep sahip çıktı ama açılım bir noktada tıkandı...
Türkiye’de bazı kilit sorunlar var. Bunların başında Kürt sorunu geliyor, ayrıca Ermeni sorunu da var. Bu iki konuda da sayın Cumhurbaşkanı çok ciddi açılımlar geliştirdi. Ermeni sorununun çözüm yolunda bir kilometre taşı olarak nitelendirilen bir Erivan ziyareti var. Onun peşinden bir dizi diplomatik faaliyet yürütüldü. Keza Kürt sorununun çözümü için konjonktürün uygun olduğunu, Türkiye’nin bu sorunu çözebileceğini, çözeceğini söyledi ama iki açılım çabasının da arkası gelmedi. İki alanda da tıkanma yaşanmış olması sayın Cumhurbaşkanı’nı gerçekten çok üzdü.
Peki yapamıyor mu, yapılamıyor mu? Nerde tıkanıyor?
Sever : Bu noktada benim söyleyebileceğim fazla şey yok. Konumum itibariyle daha fazlasını söyleyemiyorum. Ama bu iki sürecin de arkasının gelmemesi büyük şanssızlık oldu.
***
Bu arada bölgede çok kritik gelişmeler yaşanıyor...
Kendisi gelişmeleri çok yakından izliyor; sayın Başbakan ile, ilgili mercilerle görüşlerini paylaşıyor. Yurtdışıyla bazı telefon görüşmeleri gerçekleştiriyor. Ancak sonuç olarak icranın başı olmadığı için alanı belli, onun dışına çıkıp bir şeyler yapması da beklenemez tabii ki.
Bazıları Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki uyumdan hareketle Köşk’ün bir tür noter gibi çalıştığını ileri sürüyor. Böyle yorumlar kendisini rahatsız ediyor mu?
Ediyor tabii ki çünkü doğru değil bu. Geri gönderdiği kritik yasalar da oldu. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da geçenlerde yaptığı açıklamada bunu teslim etti, onun herkesin cumhurbaşkanı olmak için çalıştığını dile getirdi. Zaten geçen beş yılı noterlik olarak tanımlamak büyük haksızlık olur. Çünkü bu sürede Çankaya’nın kapısı, hiçbir ayrım gözetmeksizin herkese açıktı ve sorunu olan herkes Çankaya’nın kapısını çaldı. Böyle bir umut ve beklenti olmasa niye her kesimden, her görüşten insanlar Çankaya’nın kapısını çalsın?
Hükümetle bariz bir kriz yaşanmaması böyle bir algıyı yaratmış olabilir...
İlla bir kriz yaşanması mı gerekiyor. Şöyle de bir durum var: Birçok yasa tasarısını daha Meclis aşamasında inceletip kendisine ters gelen yönleri önceden iletiyor ve Meclis de eğer uygun görürse onun uyarılarını dikkate alıyor ve düzeltiyor. Kamuoyu bunu bilmediği için her gelen yasanın onaylandığını düşünüyor olabilir. Böyle çok örnek var.
***
- Kamuoyunun bildiği rektör atamaları konusu var. Gül de birkaç kez bu durumdan şikayet etti ama sonuçta en çok oyu almayan çok adayı rektör olarak atadı.
Maalesef siyasette bile görülmeyen bazı ayak oyunlarına, entrikalara bazı bilim insanları başvuruyor. Birbirlerinin kuyusunu kazmaları, iftira kampanyaları düzenlemeleri tüyler ürpertici. Cumhurbaşkanı da bunların hepsinin farkında olduğu için olabildiğince bunlara bulaşmamış kimseleri atamaya çalışıyor. Bu durumu da açıkça ifade edemediği için, sadece alınan oylara bakanlar açısından yanlış bir algı ortaya çıkıyor.