Ümit Kıvanç*
Adnan Oktarcılara yönelik harekât, tam bir örgüt operasyonu tarzında sürüyor. Başka örgüt operasyonlarından muhtemel farkı, örgütün merkezi ve işlevsel ilk halkalarındaki herkesin polisçe bilinmesi. 235 kişi hakkında gözaltı kararı var. 106’sı kadın, 129’u erkek. Ben bu satırları yazarken 168 kişi tutuklanmış, 17 kişi adlî denetimle bırakılmış, öbürleri aranıyordu, bir kısmı herhalde yurtdışındaydı. Yine bu satırlar yazılana kadarki süre içinde Emniyet’e başvurarak Oktarcılardan şikâyetçi olanların sayısı 51 ile 200 arasındaydı. (Niye bu kadar gelişigüzel? Gazeteciler doğru dürüst bilgi alamadığı, propagandacılar da boyuna şişirdiği için.) Bunlar sadece Türkiye içinden değil. İngiltere, Hollanda, Almanya, Avusturya, Katar, Azerbaycan ve Kazakistan’da konsolosluklara başvuranlar var. Çocuk yaşta cinsel tacize uğradığını iddia eden mağdur sayısının ise, birkaç gün önce on yediye ulaştığı söylendi. “Adnan Hocacılar” otuz (kimine göre otuz bir, kimine göre otuz iki) ayrı suçla itham ediliyorlar: Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, çocukların cinsel istismarı, cinsel saldırı, reşit olmayanla cinsel ilişki, çocuğun kaçırılması veya alıkonulması, şantaj, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, siyasî ve askerî casusluk, dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık, cinsel taciz, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, özel hayatın gizliliğini ihlal, resmî belgede sahtecilik, terörle mücadele kanununa muhalefet, tehdit, cebir, iftira, halkı askerlikten soğutma, hakaret, suç uydurma, yalan tanıklık, nitelikli dolandırıcılık, kaçakçılıkla mücadele kanuna muhalefet, vergi usul kanununa muhalefet, rüşvet, eğitim ve öğretim hakkının engellenmesi, eziyet, kişisel verilerin kaydedilmesi, siyasî hakların kullanılmasının engellenmesi, ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin engellenmesine dair kanuna muhalefet. Bu nasıl bir çeşitlemedir? Bütün bunlar varmış, ama adam senelerdir bütün o faaliyeti herkesin gözü önünde yürütüyormuş, günün birinde birden anlamışlar ki bu otuz değişik suçu işlemekteymiş!? Israrla sormalıyız: Bugüne kadarki koruyucuları, işbirlikçileri kimlerdir? Dünya görüşü, din yaklaşımı, siyasî tavır gibi temel konulardan hareketle bu kimselere ulaşmak pek kolay değil. Oktar İslâmcı oldu, Atatürkçü oldu, İsrail ve mason düşmanı oldu, tam aksine, bunların dostu oldu. Evrime karşı yayımladığı -öğrendik ki hiçbirini kendi yazmadığı, çoğu da arak- kitaplarla kendine bir yer edindiği ortada. Ama Oktar ve teşkilatının bugüne kadar saçma ötesi bir varoluş tarzını gözümüze soka soka gösterdikleri faaliyetin esbabı mucibesini, hele bugüne kadar kendilerine bu dokunulmazlık alanını nasıl yarattıklarını, hele hele neden tam da şimdi üzerlerine gidildiğini izah etmeye bildiğimiz hiçbir şey yetmiyor. Bu yüzden, akıl yürütebilmek maksadıyla, bildiklerimizi, birilerinin şu ana kadar öğrenmemizi uygun gördüklerini ısrarla, titizlikle gözden geçirmemiz isabetli olacak.
“Öğrendiklerimiz” deyince aklımıza ilk gelecek isim şüphesiz, âdetâ bu operasyonun “yüzü” olarak karşımıza çıkarılan Ceylan Özgül (Özbudak). Anlattıkları, anlatış tarzı, edâsı, kelime-kavram dağarcığı, sıradan insanın kenara koyup ihmal edebileceği özel olgulara hakimiyetiyle dikkat çeken bir genç kadın. İzlerken/dinlerken görünenin arkasında birşeyler olduğu hissini uyandıran, kullandığı kimi kavram ve kelimelerle, kendisine basit bir itirafçı muamelesi yapmamamız gerektiği konusunda -bilerek bilmeyerek- bizi uyaran, ilginç bir kişilik. Eski, “Kedicik” haliyle, bir “konuğa” Oktar âleminde kadınların “yalnız eşit değil üstün olduğunu”, orasının “kadınlar için dünyada varolunabilecek en güzel yer” olduğunu anlatırken de yeterince özgüvenliymiş, şimdiki, oranın ne korkunç yer olduğunu ayrıntısıyla tasvir ederkenki, derlenmiş toplanmış haliyle de öyle. Türkçe’yi memleket ortalamasının çok üzerinde düzgün, akıcı ve hızlı, İngilizce’yi de mükemmel telaffuzla değil, ama bol kelimeyle ve akıcı konuşan -İstanbul Üniversitesi İngilizce Mütercim Tercümanlık mezunu-, dünya işlerini takip eden, eğer söylediği her şeyi önceden ezberlemiyorsa zeki görünen bir kadın. Birbiriyle çelişen beyanları var, ama bunların yarattığı muammayı çözmeye bizim bilgi ve imkânımız yetmez. Ceylan Özgül (Özbudak), Adnan Oktar teşkilatından, son yıllarda adı etrafında en çok gürültü kopmuş kadın sayılabilir. Ailesiyle ilişkisine dair, üstüne konuşmak istemeyeceğimiz, zaten doğrusunu bizim bulamayacağımız çelişkili ve tuhaf hususlara girmeyeceğim. Teşkilattan kaçıp yakalanmasına dair anlattığı hikâye, Ceylan Hanım’ın nihaî “kaçış”ından hemen önce teşkilat merkezi villada değil başka yerde kalıyor oluşu, bunun yarattığı, tecrit edilmiş olma ihtimali, Oktar teşkilatının kamuoyunda tanınan kadınlarından Tülay Kumaşçı’nın Özbudak’ın kaçmadığını, ailesine teslim edildiğini, geri dönmek için yalvardığını iddia etmesi, vs., takdir edersiniz ki, bizi aşacak mevzular. Aşacağını kanıtlamak için Tülay Kumaşçı’nın konuya dair şu tweet’ini aktarayım: “Sormazlar mı adama 15 yıl dile kolay çeyrek ömür hem de gençliğinin en güzel dönemi, o kadar yıl nasıl mutlu mesut, yalılarda köşklerde resimler çektirerek yiyip içerek, en güzel kıyafetlerle Facebook’unu resimlerle doldurdun. Sonra ne oldu bir yerden bir haber mi Ceylan Özgül?” Ceylan Özbudak/Özgül’le ilgili olarak merak uyandıran bir husus, kendi anlatımına göre 2013 yılında bir defa örgütten kaçmaya kalkmış, yakalanmış, “hapsedilmiş”, “zor zamanlar” geçirmiş; ve fakat aynı esnada yabancı televizyon ve internet sitelerinde “siyasî analist” olarak boy göstermiş oluşu, makaleler yazması. Şu anda Oktar teşkilatı hakkında “dehşet verici ayrıntılar” cinsi başlıklarla, SON DAKİKA şişirmeleriyle sunulan bilgilerin çoğunu teşkilattan geçen yıl ayrılmış bulunan Ceylan Hanım’dan öğrendik. Bu yüzden kendisi, operasyon olgusunun bütünü bakımından önemli. A Haber’e bakılırsa, “operasyonun başlamasının nedenlerinden biri onun ifadeleri”.
Russia Today’de yarım saat
Ceylan Özgül’ün (Özbudak), uluslararası medya macerası, açıkçası bana esrarengiz görünüyor. 2014’ün 24 Ekim’inde -Kremlin’in yarı-resmî yayın organı- Russia Today televizyonundaki “Worlds Apart” programı, Irak Kürdistanı peşmergelerine Türkiye topraklarından Kobani’ye geçiş izni verilmesi konusunu ele alır. Program sunucusu Oksana Boyko, Ankara’nın nihayet sözkonusu izni vermiş oluşu üzerine bir “Türk siyasî analist”ten görüş almak istediğini belirtir ve “siyasî analist ve TV programcısı” Ceylan Özbudak’a bağlanır! Özbudak’ın “TV programcısı” diye sunulmasına imkân veren, A9 televizyonunda “dünyalar yakışıklısı hocamızın güzel sohbetine başlıyoruz inşallah” türü laflarla açtığı, “buyur aşkım” diyerek sözü Adnan Oktar’ı bıraktığı, sözümona “sohbet” programıdır! Dekoltesiz ama bilinen “Kedicik” görüntüsü (rujlu dolgu dudaklar, cayır cayır makyaj vs.) içindeki Özbudak, yıllardır görüşüne başvurulan, bu işlerin âdabına ve jargonuna alışık bir yorumcu edâsıyla, “Thank you for having me,” diyerek başlar ve Türkiye hükümetinden “biz” diye sözettiği konuşması boyunca, olan biteni günü gününe izlediğini ortaya koyan olgu ve göndermelerle, Kobani, Suriye Kürtleri, PKK, Türkiye’nin güvenlik kaygıları vs. konularında tereddütsüz, akıcı, aşırı özgüvenli üslûpla birçok şey anlatır. Türkiye’nin Kobani’ye gitmek isteyen herkes için sınırı açtığı ve PKK’lilerin oraya gidip bir saat sonra geri döndükleri ve savaşmak istemedikleri, tedavi için Türkiye’ye gelip sonra Kobani’ye geri dönmek istemeyen “beş yüzü aşkın PiVayDi savaşçısı” ve Türkiye’nin davetiyle gelen yüz seksen iki bin Kobanili ve DAİŞ’e karşı savaşın PYD’ye atom bombası da verilse o şekilde kazanılamayacağı gibi bir sürü spekülatif iddiayı en bariz gerçekleri dile getiriyormuş edâsıyla ortaya sürer. Şurası özellikle önemli: Bunlar olurken biz, program sunucusunun itirazlarından ötürü anlarız ki, World Apart programı Ceylan Özbudak’ı oraya kendisinin söyleyeceklerini birisine söyletmek üzere çıkarmamıştır; çünkü karşılıklı dile getirilen görüşler yer yer bariz çelişki, hattâ zıtlık içindedir. Yani düpedüz “siyasî analist” kimliğinden ötürü ulaşılmıştır Ceylan Hanım’a. Söz DAİŞ’le mücadeleye gelir. Ceylan Hanım, DAİŞ’in bir gerilla örgütü olduğuna, gerilla örgütünün havadan bombalanarak yenilmeyeceğine işaret eder. Üslûbuna bakılırsa, kontrgerilla uzmanı uluslararası ilişkiler erbâbı sıralarından konuşmaktadır: “Bunu daha önce de gördük. Küba’da gördük, Laos’ta, Vietnam’da gördük, Çin’de, başka yerlerde gördük.” O “gördük”teki “biz” kimdir? Ceylan Hanım, kontrgerilla savaşına kafa yoranlardan biri midir? Sorar: “ABD Vietnam’ı B-52’lerle bombaladı da ne oldu?” Vietnam Savaşı bittiğinde kendisi henüz dünyada yoktur. Programın ikinci bölümüne Ceylan Hanım, tezinin Bediüzzaman Said Nursi üzerine olduğunu, Kürtlerin hepsinin Marksist fikirleri, dolayısıyla PKK’yi, PYD’yi desteklemediğini anlatarak başlar, bu örgütlerin insanların beynini nasıl yıkadığını anlatarak devam eder. Ömrü dolduğu halde, PKK ve bazı Kürtler Marksist ideolojiyi niye terk etmiyor, bunun tartışmasına girer. Sonra, Türkiye’den toprak almamak ve Marksist-komünist olmamak koşuluyla Kürtlerin bağımsız devlet kurabileceklerini belirtir. Türkiye’de Kürtleri başbakan seçip “bizi yönetmelerine imkân veriyoruz” der. “Sırf Kürtlerin devleti olsun” demek, “faşist bir görüş”tür, ona göre. Programcı, bölgede bir bağımsız Kürt devleti kurulmasının yaratacağı sorunları İsrail’in kuruluşunun sonuçlarıyla karşılaştırmasını ister. Ceylan Hanım, “Pakistan’la karşılaştıralım,” der. Bilahare, ayrı Filistin devletine karşı olduğunu, “PKK devletine” de “bölgede yeni bir Kuzey Kore yaratmama”bakımından herkesin karşı çıkacağını belirtir. Programın, yani Russia Today televizyonunda “Türkiye analisti” Ceylan Özbudak’a ayrılan sürenin azıcık eksiğiyle yarım saat olduğunu ekleyeyim! Bunları bu kadar uzun uzun aktarmamın sebebi Ceylan Hanım’ın dünya görüşünü tanıtmak değil şüphesiz. Bir sorunun peşindeyim. RT televizyonu bütün bunları konuşmak için “siyasî analist” ararken Ceylan Özbudak’a nasıl, nereden, kim(ler) aracılığıyla ulaştı? Sizce sorulmaya değer soru değil mi bu? En az öteki “Kedicik”lerin “çift tabancayla dolaştığını” ileri süren bir eski “Kedicik”in formasyonunu ve güncel olaylara dair işlevsel-dinamik bilgisini nasıl edindiği sorusu kadar merak uyandırmıyor mu bu da? Özbudak’ın TV konuşması ve makalelerinden haberdar olmamı sağlayan, aynı soruya takılmış Twitterkullanıcısı “ertank”ın -@birnoktayedi- iki mesajı oldu; kaynak belirtmeliyim. Dolayısıyla, sözkonusu mesajların bizi gönderdiği başka yerlerde bulduklarımıza da değinmeliyim.
Suudilerin El-Arabiya sitesinde “siyasî analist, TV sunucusu ve İstanbul merkezli Köprüler Kurmak adlı STK’nın yürütücü direktörü ve Harun Yahya örgütünün temsilcisi” olarak takdim edilen Ceylan Hanım, 2013 Şubat’ında -yani kendi anlatımını esas alırsak, örgütten kaçma-kaçamama hadiselerinin yön verdiği çalkantılı zamanlarda- yazmaya başlamış. “İstanbul’dan sevgilerle” başlıklı “merhaba” yazısından hemen sonra, Türkiye’de yargılanan gazetecilerin gazeteci olarak nitelenip nitelenmeyeceğine, oradan Atatürk’ü değerlendirmeye geçmiş, 2020 Olimpiyatları için İstanbul’un seçilmesi gerektiğinden, ABD’nin Ortadoğu politikasına ve Türkiye ile dost olup olamayacağına, Türkiye’nin AB’ye rest çekmesinin güzelliğinden, Mısır’ın istikbaline, Gezi’cilerin barışçı göstericiler olmayıp etrafı yakıp yıktıklarından, “Türkiye Başkanı ile Tiffany’de kahvaltı”ya, 17-25 Aralık’ın Türkiye’deki demokrasinin boyutlarını, istisnasız herkesten hesap sorulabildiğini gösterdiğinden, İsrail ile Türkiye’nin eski dostlar olduğuna, dolayısıyla düşman olamayacaklarına, gaz fişeğiyle öldürülen masum genç Berkin Elvan’ın cenazesinin marjinal gruplarca yine etrafı yakıp yıkma vesilesi kılındığına, Türkiye’nin enerji politikasına, AKP, CHP ve MHP’nin oylarını artırmak için neler yapması gerektiğine, Türkiye’yi 2015’te nelerin beklediğine, Türkiye’nin de Papa’nın ziyaretinden neler beklediğine, Rus uçağını düşürmenin niye meşru olduğuna, Suriye’nin Afganistan, Türkiye’nin de Pakistan olmadığına... akla gelebilecek her türlü iç-dış siyaset, strateji, diplomasi vs. mevzuuna girmiş. Son yazısı, 27 Kasım 2015 tarihli. Kendisinin “Mısır, ne istediğine dikkat et” başlıklı yazısı, 2013 Haziran’ında İhvan’ın internet sitesindede yayımlanmış. Ceylan Hanım burada meramını James Baldwin ve Albert Einstein’dan alıntılarla anlatıyor. Yani -tekrar etmek iyi olur sanırım- kendisinin Oktar teşkilatından kaçmaya çalışıp yakalandığı, orada zorla tutulduğu günlerde böyle meşgalelere yönelmiş. Ceylan Hanım’ın teşkilat hakkında anlattıklarını dinlerken bunları bilsek iyi olur diye düşündüm. Belki RT ve El-Arabiya bağlantısının nasıl kurulduğunu da anlatır, artık örgütte olmadığına göre.
*Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ten alınmıştır.
TIKLAYIN - Ümit Kıvanç yazdı: Adnan Oktar Operasyonu ve sorular