Uluslararası Af Örgütü “2017’den 2018’e Dünyada İnsan Haklarının Durumu” başlıklı yıllık raporunu kamuoyu ile paylaştı.
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Kampanyalar ve Savunuculuk Direktörü Ruhat Sena Akşener ve Uluslararası Af Örgütü Kıdemli Türkiye Araştırmacısı Andrew Gardner’ın katılımıyla gerçekleşen bir basın toplantısıyla açıklanan raporda 2017 yılında yaşanan hak ihlallerinin 15 Temmuz 2016'da gerçekleşen darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ile başlayan ve giderek şiddetlenen bir süreç içinde gerçekleştiğine dikkat çekildi. Türkiye’de sivil topluma alan bırakılmadığı ve toplusal muhalefet alanlarının giderek daraldığı belirtilen raporda “İnsan hakları savunucuları büyük zorluklarla karşılaştılar ve özellikle örgütlenme ve toplanma özgürlükleri saldırı altındaydı”vurgusu yapıldı.
İfade özgürlüğü başlığı da raporda yer verilen önemli konulardan biri oldu. Türkiye’de OHAL sonrası yaşanan tutuklamalara dikkat çekilen raporda, “Türkiye 2016 yılındaki darbe girişiminin ardından hükümeti eleştirdiği düşünülen on binlerce kişiyi gözaltına aldı. Ana akım medyada hükümet eleştirileri büyük oranda son buldu. 100'den fazla gazeteci - bu sayı diğer ülkelerdeki tutuklu gazeteci sayısından daha fazladır - gerçek dışı suçlamalarla aylar boyunca tutuklu kaldı” ifadeleri kullanıldı.
Raporda darbe girişimi sonrasında tutuklanan gazetecilerin durumuna dikkat çekildi. Ahmet Altan ve kardeşi Mehmet Altan ile Zaman grubu gazeteleri için çalışan 34 gazetecinin tutuklu bulunduğu belirtilirken “Jinha haber ajansından gazeteci Zehra Doğan, terör propagandasından suçlu bulundu ve Haziran ayından itibaren iki yıl dokuz ay 22 gün olan hapis cezasını çekmeye başladı. Özgür Gündem gazetesi Sorumlu Yazıişleri Müdürü İnan Kızılkaya, PKK üyeliği gerekçesiyle açılan dava kapsamında 440 gün tutuklu kaldıktan sonra, Kasım ayında tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı” dendi.
Rapora ilişkin değerlendirmede bulunan Andrew Gardner, “2016’da delil olmaksızın gazetecilerin tutuklandığına, 2017’de de delil olmadan tutuklanan gazeteciler ceza almaya başladığına" dikkat çekti. Sivil toplumun zayıflığının hak ihlallerinin önünü açtığını söyleyen Gardner, Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak'a müebbet hapis cezası verilmesini "Medyadaki kötü gidişi anlatan en somut örneklerden biri" olarak niteledi.
“İnsan hakları davalarını üstlenen ve 2016 yılında çıkarılan bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği’nin (ÇHD) beş temsilcisi, ülke çapında gerçekleştirilen polis operasyonlarında gözaltına alınarak tutuklandı”bilgisine yer verilen raporda “ÇHD temsilcileri, PKK veya DHKP-C ile bağlantılı oldukları iddiasıyla suçlanıyordu. Kasım ayında gözaltına alınan ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı, yıl sonu itibarıyla hâlâ tutuklu” dendi.
Raporda sosyal medya üzerindeki baskılara da dikkat çekilerek “Sivil toplum temsilcileri de dahil olmak üzere toplum işten çıkartılma, örgütlerinin kapatılması veya cezai kovuşturmaya uğrama korkusuyla kendi kendisine yaygın olarak sansür uyguladı, sosyal medya paylaşımlarını sildi ve kamusal alanda yorumda bulunmaktan kaçındı. Binlerce kişi, barışçıl biçimde ifade özgürlüğü hakkını kullandığı için, hakaret suçu ve terörle uydurma suçlara yönelik yasalar dahilinde, cezai soruşturma ve kovuşturmalara uğradı” değerlendirmesinde bulunuldu.
Raporda medyaya yönelik sansür uygulamaları “Sivil toplum temsilcileri de dahil olmak üzere toplum işten çıkartılma, örgütlerinin kapatılması veya cezai kovuşturmaya uğrama korkusuyla kendi kendisine yaygın olarak sansür uyguladı, sosyal medya paylaşımlarını sildi ve kamusal alanda yorumda bulunmaktan kaçındı. Binlerce kişi, barışçıl biçimde ifade özgürlüğü hakkını kullandığı için, hakaret suçu ve terörle uydurma suçlara yönelik yasalar dahilinde, cezai soruşturma ve kovuşturmalara uğradı” sözleriyle aktarıldı.
“Devam eden olağanüstü hal, insan hakları ihlalleri için uygun bir zemin hazırladı. Her tür muhalefet acımasızca bastırıldı, gazeteciler, siyasi aktivistler ve insan hakları savunucuları hedef alınanlar arasında yer aldı” denilen raporda “İşkence vakaları bildirilmeye devam etti fakat Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonraki haftalara kıyasla sayıları azaldı. Yaygın cezasızlık nedeniyle resmi görevlilerin işlediği insan hakları ihlallerinin etkili biçimde incelenmesi engellendi” değerlendirmesinde bulunuldu. “İşkence iddialarına yönelik soruşturmalara ilişkin herhangi bir istatistiğin mevcut olmdığı” kaydedilen raporda “İşkence iddialarının etkili bir biçimde soruşturulduğu yönünde hiçbir kanıt yok” dendi. Andrew Gardner da 2017’ye oranla azalmış olmakla birlikte kendilerine işkence bildirimlerinin gelmeye devam ettiklerini, cezaevi nakil araçlarında işkence yapıldığına dair iddiaların kendileri ile paylaşıldığını bildirdi.
Andrew Gardner, OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile 107 bin kişinin ihraç edilmesine rağmen, ihraçlrı değerlendirmek üzere kurulan OHAL Komisyonu’nun 2017 sonuna dek yalnızca 40 kişi hakkında göreve iade kararı verdiğini vurguladı. Af Örgütü raporunda konuya ilişkin şu ifadeler kullanıldı:
“KHK’lar kapsamında kamu sektörü çalışanlarının açıkça belirtilemeyen biçimde “terörist gruplarla” bağlantılı oldukları iddiasıyla kamu görevinden ihraç edilmelerine devam edildi. Yıl boyunca yaklaşık 20.000 kişi işten çıkarıldı, böylece Temmuz 2016’dan beri ihraç edilen kamu çalışanı sayısı toplam 107.000’i buldu. Çoğunun mesleklerini icra etmeleri engellendi. İşten çıkarıldıktan sonra “terörist” olarak damgalanmaları nedeniyle birçoğu başka bir iş bulmakta zorlandı. Ocak ayında yetkililer işten çıkarmaları değerlendirmek için yedi kişiden oluşan bir Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulacağını ilan etti. Komisyon Temmuz ayına kadar kurulmadı, yıl sonunda yapılan 100.000 itirazdan yaklaşık 100 tanesi hakkında karar alınmıştı. Komisyon’un bağımsız olmadığı ve görevi yerine getirme kapasitesine haiz olmadığını konusunda pek çok eleştiri yapıldı. Haziran ayında Köksal/Türkiye başvurusunu kabul edilemez bularak reddeden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Komisyon’un etkili bir çözüm olmayacağına dair bir gerekçe bulunmadığına karar verdi. Mahkemenin bu kararı, Komisyon’un etkinliğinin Mahkeme tarafından gelecekte yeniden değerlendirilmesi için açık kapı bıraktı.”
Türkiye’ye dair bir başlık da mülteci krizi Yunanistan ile imzalanan Geri Kabul Anlaşması oldu. Türkiye’nin 3 milyon Suriyeliye ev sahipliği yaptığı hatırlatılan raporda şu ifadeler kullanıldı:
“Mart 2016’da imzalanan AB-Türkiye göç anlaşması uygulamada kaldı ve AB topraklarına ve AB'de sığınmaya erişimi sınırlandırmaya devam etti. Anlaşma “güvenli geçiş ülkesi” olduğu bahanesiyle sığınmacıların Türkiye’ye geri gönderilmelerini amaçlıyordu. Avrupa liderleri Türkiye’nin, 2016’daki darbe girişiminden bu yana mülteciler için daha da güvensiz bir yer haline gelmiş olmasına rağmen, AB'dekine eşdeğer bir şekilde koruma sağladığı yönündeki hikayeyi anlatmaya devam etti. Türkiye'de olağanüstü hal kapsamında usuli güvencelerin kaldırılması mültecilerin, ciddi insan hakkı ihlalleriyle karşılaşma tehişlikesi altında oldukları ülkelere zorla geri gönderilmeleri riskini artırdı.”
Af Örgütü yıllık raporunda Uluslararası Af Örgütü Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç’ın tutuklu bulunması ve Büyükada’da gözaltına alınan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser’in 4 ay tutuklu kalmasına da geniş yer ver verildi. Raporda konuya ilişkin şu ifadeler kullanıldı:
“2017 yılında, Uluslararası Af Örgütü’nün neredeyse 60 yıllık tarihinde ilk defa bir şubesinin hem yönetim kurulu başkanı hem de direktörü düşünce mahkumu oldu. Haziran ayında Uluslararası Af Örgütü Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç tutuklandı. Temmuz ayında “İstanbul 10” olarak bilinen ve aralarında Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser’in de bulunduğu 10 insan hakları savunucusu İstanbul’da rutin bir çalıştaya katıldıkları sırada gözaltına alındı. "İstanbul 10" ve Taner Kılıç daha sonra terörle ilgili suçlardan yargılanmaya başladı; tutuklanmaları Temmuz 2016'da gerçekleşen darbe girişiminden sonra sivil topluma yönelik geniş ölçekli baskıların bir parçasıydı. Yıl sonunda "İstanbul 10" tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı ancak Taner Kılıç hala tutukluydu. Savcı aleyhlerinde suçlu olduklarını gösteren kanıtlar sunmakta başarısız olsa da 15 yıla kadar hapis cezası olan absürt suçlamalarla yargılanıyorlardı ve ciddi tehlike altındaydılar.”
159 ülkedeki insan haklarına dair yıllık bir değerlendirme sunan raporda lider ve politikacıların belirli grupları kimlikleri nedeniyle şeytanlaştırma eğiliminin giderek yaygınlaştığı ve yıkıcı sonuçlara yol açtığı belirtildi.
Myanmar ordusunun Arakanlı Müslümanlara karşı yürüttüğü etnik temizlik nedeniyle 620 bin kişinin komşu ülke Bangladeş’e göç etmesi “2017’nin en hızlı büyüyen mülteci krizi olarak nitelenen raporda, Yunan adalarının mülteciler için bir hapishaneye dönüşmesine, Fransa’da OHAL’in kaldırılmasına rağmen baskıcı yasaların kalıcı hale getirildiğinde ve Türkiye’de OHAL ile birlikte artan hak ihlallerine geniş yer verildi.
Polonya, Macaristan, ABD gibi ülkelerde ötekileştiren söylemin artışına vurgu yapıldı. Hükümetlerin artan baskılarına rağmen sosyal adalet için ilk kez harekete geçenler ile deneyimli aktivistlerin oluşturduğu ve giderek büyüyen hareketin, baskıya doğru kayan çizginin tersine çevrilmesi yönünde umut verdiği ifade edildi. Ruhat Sena Akşener, kürtaj konusunda İrlanda’da referadum kararı alınmış olmasını, Şili’de kğrtj hakkı konusunda yaşanan kazanımları ve Tayvan’da evlilik eşitliği konusunda atılan adımların önemine dikkat çekerken Polonya ve ABD’de yükselek kadın hareketi 2017’de yaşanan olumlu gelişmeler olarak raporda kendine yer buldu. Raporda “ABD'li Hollywood yapımcısı Harvey Weinstein ve eğlence dünyasındaki diğer isimlere karşı cinsel taciz iddiaları sonrasında, dünya çapında milyonlarca kadın cinsel şiddet deneyimleri konusundaki sessizliklerini bozmak için internette #MeToo etiketini kullandı. Bu mağdurların suçlanmasına karşı çıkılması ve faillerin hesap vermesi için bir slogan haline geldi. Yıl içerisinde - Avrupa’da Ocak ayındaki Kadın Yürüyüşü ve Polonya’da hükümeti güvenli ve yasal kürtaja erişimi daha fazla engellememeye zorlayan Kara Pazartesi protestoları dahil olmak üzere - binlerce kişiyi harekete geçiren kadın ve feminist hareketleri yaşandı” hatırlatmasında bulunuldu.
Af Örgütü raporunda Suriye ve Irak’ta yaşanan savaş ve insani krize de yer ayrıldı. Konuya ilişkin şu ifadeler kullanıldı:
Suriye hükümeti çoğunlukla sivil bölgelerde uzun kuşatmalara devam etti, yaklaşık 400.000 insanın sağlık hizmeti, diğer temel ihtiyaçlar ve hizmetler ile insani yardıma erişimini engelledi, bu kişileri sürekli hava saldırıları, topçu mermileri ve diğer saldırılara maruz bıraktı. Silahlı muhalif gruplar da binlerce sivilin kuşatılmasından sorumluydu ve hükümetin kontrolündeki mahallelerde ayrım gözetmeyen roket ve havan topu saldırıları gerçekleştirerek sivilleri öldürdü ve yaraladı. Binlerce sivil 2016'ın ikinci yarısı ve 2017'in başlarında yapılan "uzlaşma" anlaşmaları sonrasında zorla yerinden edilmenin olumsuz etkilerini deneyimledi. 2011 ve 2017 yılları arasında Suriye içerisinde yerinden edilen insan sayısı 6,5 milyondu. Yıl boyunca yarım milyondan fazla insan Suriye'yi terk etti, böylece toplam Suriyeli mülteci sayısı 5 milyonu aştı.
Hükümet güçleri, Irak Kürdistan Bölgesi’nin bağımsızlık referandumuna, tartışmalı Kerkük şehrini ve İD ile mücadelede Kürt Peşmerge güçleri tarafından ele geçirilen bölgenin büyük kısmını hızlıca geri aldıkları bir operasyon gerçekleştirerek yanıt verdi. Ekim ayında, farklı etnik gruplar barındıran Tuz Kurmatu şehrinde milisler tarafından desteklenen Irak hükümet güçleri ve Peşmerge güçleri arasında patlak veren şiddetli çatışmalar sonrasında on binlerce sivil evlerini terk etmeye zorlandı, ayrım gözetmeyen saldırılarda en az 11 sivil öldürüldü.