Özge ÖzdemirBBC Türkçe
Kahramanmaraş ile beraber 11 şehrin dahil olduğu deprem bölgesinde halen yardımın ulaşmadığı yerler var.
Depremzedeler, yardımların geç gelmesinden, arama ve kurtarma ekiplerinin henüz bir müdahalede bulunmadığı enkazlar olmasından yakınıyor.
Depremin dördüncü gününe girerken halen haber alınamayan köyler var.
Enkazlardan kurtulanlar ise yiyecek ve suya ulaşmakta zorluk çektiklerini, ısınmalarını sağlayacak koşulların olmadığını, çadırların kurulmadığını ve barınma sorunlarını çözemediklerini anlatıyor.
Peki, bu yaşananlar Türkiye’nin afet yönetimine dair nasıl bir tablo çiziyor?
İTÜ Afet Yönetimi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, öncelikli olarak afet yönetimi ve acil müdahale arasındaki farka dikkati çekiyor.
Kadıoğlu’na göre şu an yapılan afet yönetimi değil, acil müdahale ve ön iyileştirme çalışmaları:
“Arama kurtarma, çadır kurma, yemek verme, bu afet yönetimi değil. Afet yönetimi afet olmadan önce riski belirlemek ve yönetilemez riski yönetilebilir seviyeye indirmektir. Biz bunu yapmadığımız için afet yönetiminde başarısızız.”
Meteoroloji ve afet yönetimi profesörü olan Kadıoğlu, dünyada hiçbir ülkenin binlerce binanın çöktüğü bir afetin altından kalkamayacağını vurguluyor:
“Bir enkazda 30 kişilik ekibin üç vardiya çalışması gerekir normalde. Bu 90 kişi demektir.
Haydi bunlara yemek pişiren ve yardım edenlerle beraber 100 kişi olsun.
“10 bine yakın enkaz var, yani bu 1 milyonun üzerinde arama kurtarma personeline ihtiyaç var demektir. 1 milyonluk arama kurtarma ekibini, dünyanın hiçbir yerinde bulamazsın.”
Soğuğa, hipotermiye ve zamana karşı bir yarış olduğu için enkazlarda çalışan arama ve kurtarma ekipleri daha az kişiyle görev yapmak zorunda kalıyor, bu da insanların enkazlardaki çalışmaları yavaş bulmasına neden oluyor.
AFAD’ın 2022 yılı raporuna göre kurumun merkezde toplam 688, taşrada ise 5 bin 294 personeli var.
Ancak bu çalışanların hepsi acil durumda müdahale edebilen ya da arama kurtarma ekibine dahil olanlar değil.
İçişleri Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre yaşanan son depremlerde AFAD’ın arama ve kurtarma ekiplerinden bin 536 kişi sahada.
Yine Bakanlık verilerine göre AFAD ile beraber polis, Polis Arama Kurtarma (PAK), Jandarma Arama Kurtarma (JAK), Jandarma Özel Harekât (JÖAK), jandarma personeli, Sahil Güvenlik Komutanlığı personeli, gönüllü ve güvenlik korucusu olmak üzere toplam 38 binden fazla kişi arama kurtarma çalışmalarına katılıyor.
İletişim Başkanlığı ise 8 Şubat itibarıyla sahada 118 bine yakın personelin bulunduğunu açıkladı.
Deprem bölgesinde yaşayan ve çalışan AFAD personelinin bizzat kendisinin ve yakınlarının da depremzede olması ekip sayısının azalmasına yol açıyor.
Afete Hazırlık ve Deprem Eğitimi Derneği (AHDER) Başkan Yardımcısı Olcayto Satı, şimdiye kadar afet koordinasyonu bilgisine sahip yeterli personelin yetiştirilmesine çalışılsa da şehirlerde bunun gerçekleştirilemediğini vurguluyor.
Yaşanan son depremlerin etkisinin Gölcük depreminden kat kat fazla olduğunu ve 10 şehre yayıldığını dile getiren Satı, “Bütün afet yönetim sistemindeki en büyük alandan bahsediyoruz” diyor.
Bu yüzden Satı’ya göre böyle bir krizin yönetilebilmesi çok zor.
Faaliyetlerini 17 Ağustos 1999 Marmara depreminden sonra yoğunlaştıran AHDER’den Satı, müthiş bir çabanın olmasına rağmen kriz yönetiminde yeterli veri ve bilgi toplamayla doğru bir yönetimin yapılamadığını kabul ediyor.
Satı’ya göre, “müthiş bir desteğin” olmasına rağmen depremin bu kadar büyük bir alana yayılması dolayısıyla arama ve kurtarma çalışmalarında birtakım hatalar da meydana geliyor.
Arama ve kurtarma eğitimi almamışsa enkaz üzerine çıkılmaması gerektiğine işaret ederek, “Enkazın üstünde 100 kişi olmaması gerekiyor, bu yanlış bir tutum. Oradaki insanlar o binayı hareketli hale getiriyor altta kalanlar için, tehlikeyi artırıyor” diyor.
Ancak ilk 10 saat içinde herkesin “’’Kimi kurtarabiliriz’ diyerek iyi niyetle enkazlara koştuğunu” da vurguluyor.
Burada da sivil toplumun acil müdahale konusunda eğitim almasının gerekliliği kendini gösteriyor.
Afet yönetimi uzmanı Kadıoğlu, bu 10 şehirde binaların depreme uygun yapılmamış olması, alüvyonlu ovalarda, dere yataklarında, yani sıvılaşmaya açık arazilerde inşa edilmiş olmasını en büyük hata olarak nitelendiriyor.
“Kentlerimiz çok büyük bir risk havuzu oldu” diyen Kadıoğlu, afet yönetimi kapsamında risklerin kapsamlı bir analizinin ardından iyi bir hazırlığın da yapılması gerektiğini aktarıyor:
“Bu hazırlıklardan biri de, deprem olduktan sonra nerelerin etkilendiğini, neye ihtiyaç olduğunu kısa bir süre içinde belirleyebilme yeteneğini oluşturmaktır. İki depremin birden olması bu sıkıntıyı büyüttü.”
Ancak Kadıoğlu’na göre asıl afet yönetimi, afet olmadan önce yapılmalı:
“Afet yönetimi insanları nasıl enkaz altından kurtarırız değil, insanlar nasıl enkaz altında kalmaz diye çalışmaktır.”