Ağaç dallarına değerek 'Eve Giden Küçük Tren'

Ağaç dallarına değerek 'Eve Giden Küçük Tren'

Mizah ustası, yazar Behiç Ak kitabı 'Eve Giden Küçük Tren' ile yine 'her yaştan okurunu gülümsetti'. "Eve Giden Küçük Tren"de neşesini kaybetmiş bir köyün, bir hayali gerçekleştirme çabası etrafında toplanıp yaşama dönüşünü anlatan Ak, hem bireysel hem toplumsal yaşama ilişkin önemli konuları irdeliyor. Kyoto'da ağaç dallarına ilerleyerek giden bir küçük trenden esinlenen yazar, "Bu hikâyede en iyi şeylerden biri insanların beraber güzel şeyler de yapabiliyor olmasıydı" diyor. Behiç Ak, çocuk edebiyatını "Çocuğun dünyayla kurduğu pozitif ilişkiyi desteklemeyince, çocuk kitabı pek işe yaramamış oluyor" ifadeleriyle değerlendiriyor. 

 

Tempo Dergisi'nden Eren Başağan'ın yazar ile söyleşisinden bir bölüm: 

- Son kitabınız ‘Eve Giden Küçük Tren’ hayal kurmak ve hayalleri kaç yaşında olursanız olun gerçekleştirmek üzerine. Okurken, sanki küçüklere yazmış gibi yapıp büyüklere yazdığınızı düşündüm. 

- Kitaplarımı hem çocuklar hem büyükler okuyor. Ben o pratiği okul öncesi çocuk kitapları yazarken kazandım. ‘Eve Giden Küçük Tren’ o yaş grubuna girmiyor belki ama üç- altı yaş, büyük ve çocuğa birlikte yazılan kitaptır. Çocuklara büyükler okur çünkü. - Hikâyenin bir yerinde, -tabii büyüklerden söz ederken- “Meğer insanlar hayallerini bir yerlere kilitleyip kapatmış ” diyorsunuz. ‘Eve Giden Küçük Tren’i bu cümle özetliyor denebilir mi?

- Günlük hayatımızda da böyle yaşamıyor muyuz? Kendimizi çok kapatıyoruz; toplum olarak sanki hiçbir şey yapamazmışız gibi davranıyoruz. İnsanlarla her ilişki kurduğumuzda, eve kapanmak için yeni gerekçeler buluyor, onlardan şikâyet ediyoruz. Son yıllarda bu eğilimi daha fazla görüyorum. Çocukların dünyası böyle değil ama; hep pozitif. Bu nedenle ‘Eve Giden Küçük Tren’ de diğer tüm çocuk kitaplarım gibi pozitif duygularla dolu. Elbette eleştirellik var ama olumlu algılamalarını bozmayacak şekilde. Çocuğun dünyayla kurduğu pozitif ilişkiyi desteklemeyince, çocuk kitabı pek işe yaramamış oluyor. Bu çok önemli. Çünkü güven duygusunu kaybetmiş bir çocuğun gelecekte de toplumu güzel şeylere ulaştırabilecek şeyler yapması çok zor olur. Örnek alabileceği bir geçmişi olmaz. Hayata ilk başladığı yılların çok iyi geçmesi, gerçekten dünyanın güzelliklerini yaşayabilmesi lazım.  - ‘Eve Giden Küçük Tren’de bu pozitif duygular çok yoğun; değerler de öyle. Mesela ortaklaşa iş yapmanın, birlikte üretmenin altını çiziyorsunuz. Değerler üzerinden mi yazmayı seviyorsunuz?

- Değerlerden çok hikâyenin kendisini önemsiyorum ama güzel olabilmesi için hikâye dayatıyor o değerleri. Bu hikâyede en iyi şeylerden biri insanların beraber güzel şeyler de yapabiliyor olmasıydı. Mahalle hayatını anlatmak istedim. Çünkü bu tür şeylerin artık kalmadığına inansak da, bu hayat hâlâ var. Sadece bizim hayatlarımız değişti. Bugün herkes borçlu; bankalara, başka yerlere. İnsanlar o borçları ödeyebilmek için kendi dünyalarına çekilmiş durumda. Bu da doğal. Çünkü kendilerini alacaklı gibi hissetmeyen insanlar, kendi içlerine kapanır, alacaklı gibi hissedenler sokağa çıkar, haklarını arar. 1980'den önce herkes alacaklı gibi hissettiği için haklarını arıyordu.  - Peki bütün bunları aktarabilmek için yazarken nasıl bir yöntem izliyorsunuz?

- Çok fazla tasarlamıyorum aslında. Etkilendiğim bazı olaylardan yola çıkıyorum ama bunlar hikâyenin kurgusu içinde tamamen değişiyor. Mesela ‘Eve Giden Küçük Tren’ için, Japonya’da kalırken, Kyoto’da gördüğüm bir trenden ilham aldım. Hiei Zan tepesindeki Enryako-ji tapınağına giden tek hatlık bir trendi; ağaç dallarına değerek ilerliyordu. O tren beni çok etkiledi. Ev gibi bir de istasyonu vardı tapınağın yanında. Kışın içinde soba yanıyor, etrafında koltuklar, minderler var. İnsanlar soğuk kış günlerinde orada sobanın etrafında toplanıp trenin gelmesini bekliyor. Sonra da tek durak gidiyorlar. İşte bu kitabı o trenden yola çıkıp yazdım ama tabii hikâyenin hiç ilgisi yok. - Karakterleriniz de çok canlı, gerçekten yaşıyor gibiler. Neşeli, hayallerinin peşinden giden Münevver Hanım, ağırbaşlı, zanaatkâr Rıza Bey, mezurası ile yaşayan Mevlüt Bey, hayalperest İlyas... Kimler esin kaynağı oluyor size?

- Karşılaştığım insanlardan da esinleniyorum ama genellikle tamamen kurgu oluyorlar. Bazen de birkaç kişi bir araya gelip bir karakteri ortaya çıkarıyor. Mevlüt Bey öyle mesela (gülüyor) Çocuk kitaplarında sadece çocuklar kahramandır gibi bir yaklaşım var. Oysa hem çocuklar hem büyükler kahraman olabilir; hatta çocukların kahraman olmadığı çocuk kitapları da yazılabilir. Bir kitabın çocuk kitabı olması için illa ki başrolde çocukların olması gerekmiyor.  Peki nedir ayrım çocuk ve büyük kitabı arasında? Ben de tam olarak bilmiyorum. Çocukların belli bir yaşa kadar onların güven duygusunu sarsıcı kitaplar okumaması gerekiyor sadece. Mesela biz Ömer Seyfettin’in ‘Kaşağı’sını küçük yaşta okuduk. Kötü bir kitap değil tabii ki; Ömer Seyfettin iyi bir yazar. Ama ‘Kaşağı’yı ilkokul 2’deki çocuğa okutursanız onu suçluluk duygusu aşılayarak eğitmiş olursunuz. “Sen yalan söylersen, kardeşin ölür” demek, çocuğu özgürleştirmek yerine baskıyla, suçluluk duygusuyla eğitmek, tedavi etmek, sisteme uydurmak demektir. Çocukları baskılamaya çalışan kitapları doğru bulmuyorum. Bir de şöyle bir yanılgı var; çocukluk anılarını yazınca çocuk kitabı olduğunu düşünüyorlar. Olmuyor. Kendi başına bir çocuk hikâyesidir çocuk kitabı. ‘Eve Giden Küçük Tren’deki İlyas gibi. Sürekli kendi yaşadıklarıyla ilgili gerçek üstü hikâyeler anlatıyor. Aslında basbayağı yalan söylüyor.  Sonra doğruyu anlatıyor ama kimse inanmıyor (gülüyor). - Peki sizce yalancı çocuk var mı, yoksa yalnız hayal güçleri mi geniş İlyas gibi?

- Yalan ne demek onun tanımını çok iyi yapmak lazım. Gerçek olayı değiştirip içine bir şeyler katmak mı yalan, yoksa oradan çıkar sağlamak mı? Gerçeğin deforme edilmesi, değiştirilmesi aynı zamanda soyutlama gücünü artıran bir şey; düşüncenin bir evresi. Bunu sadece yalan diye niteleyip, ahlaki olarak damgalamak, çocuğun gelişimini engellemek demek. Freud bundan çok söz eder. Bu nedenle her çocuğun gerçeği değiştirmesini yalan diye adlandırmak çok yanlış.  - Kitapta çocuk karakterlerinizin hayal güçleri çok geniş. İnsanat bahçeleri, ağaç açan çiçekler, geveze patatesler... Sizce şimdiki çocukların hayal güçleri bu kadar zengin mi?

- Bilemiyorum. Çocuklarla ilgili genelleme yapamıyorum hiç. Bütün çocuklar birbirinden farklı. Ama son 15 yılda, özellikle büyük şehirlerde çocukluk endüstri haline geldi. Okul, kurs, kıyafet, oyuncak endüstrileri var. Çocuk artık başarı endeksli yaşatılıyor. Kurstan kursa taşınıyorlar. Bunun çocuklar üzerinde çok olumsuz etkisi var. Çocukluklarını yaşayamıyorlar Neredeyse çocukluk endüstrisinde çalışan işçilere dönüştüler. Bazen gittiğim okullarda bana “Çocukken bu mesleği seçmek için ne yaptınız?” diye soruyorlar. “Hiçbir şey yapmadım” yanıtını verince çok şaşırıyorlar. Zannediyorlar ki, biz bu mesleği seçmek için çocukken hazırlık yaptık. Oysa biz çocukken hepsini yapıyorduk, yazıyorduk, çiziyorduk, top oynuyorduk, ağaca tırmanıyorduk. Çocukluğumuzu yaşadık. Şimdi çocuklara hedefler koyuluyor ve hep onlara yönlendiriliyor. Çok yanlış; çünkü bu, onları büyük hayal kırıklıklarıyla dolu bir dünyaya sürüklüyor. Bütün bunlardan ötürü bir kimlik kaybı da var çocuklarda. Bu yüzden de aileden çok geç kopuyorlar. Yalnız ekonomik olarak değil, duygusal olarak da. Bir de belli gelir düzeyine ve belli tarz kültüre sahip çocuklar hep bir araya toplanıyorlar artık. Sonuçta hayata karşı bağışıklık sistemleri gelişmiyor. Bunları aşabilmek için ne yapmak lazım onu düşünmek gerek.