Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşikilatı (AGİT) gözlemcileri, anayasa değişikliğine ilişkin referandum sonucunu değerlendirdi. "Türkiye referandumu, eşit olmayan şartlar altında yürütüldü" denen açıklamada, "YSK'nın mühürsüz oyların da geçerli olacağına dair aldığı son dakika kararı için "kanunla çelişiyor" görüşü dile getirildi.
"Oy sayım prosedüründe son değişiklikler önemli bir güvenceyi ortadan kaldırdı" vurgusu yapılan açıklamada, "Referandumda iki taraf eşit şartlara sahip değildi, 'Evet' kampanyası medyayı domine etti" de denildi.
AGİT'in referandum süreci ve sonucuna ilişkin raporunun tam metni
Referandumun Avrupa Konseyi standartlarına uygun olmadığının altının çizildiği açıklamada, "Demokratik süreç için hukuki altyapı yetersiz" ifadesine yer verilirken şunlar kaydedildi:
"Ziyaret ettiğimiz sınırlı sayıdaki sandık referandum gününde düzenli ve verimliydi. Anayasa referandumunda idari kaynaklar 'evet' kampanyası lehine uygunsuz olarak kullanıldı. Medyada tarafların eşit şekilde yer almasına izin verilmedi; YSK'nın tarafsız içeriği engelleme yetisi ortadan kaldırıldı."
AGİT gözlemcilerinin değerlendirmeleri şöyle:
Kampanya çerçevesi kısıtlayıcıydı ve çok sayıda mahalli yetkilinin yanı sıra cumhurbaşkanı ve birtakım ileri gelen devlet yetkililerinin “Evet” kampanyasına etkin katılımı nedeniyle kampanya dengesiz olmuştur. AGİT/DKİHB SRGH kamu kaynaklarının kötüye kullanımının yanı sıra, birtakım partilerin ve sivil toplum örgütlerinin “Hayır” kampanyasını destekleyen çabalarının engellendiği de gözlemlemiştir. Kampanya dili birtakım üst düzey yetkililerin “Hayır” destekçilerini terörist destekçileri ile bir tutması ile lekelenmiştir. “Hayır” destekçileri kampanya faaliyetleri sırasında çok sayıda durumda polis müdahaleleri ve şiddet içeren saldırılar ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu ihlaller kampanyalarda özgürlük ve eşitlikle ilgili AGİT taahhütlerine, Avrupa Konseyi standartlarına ve diğer uluslararası yükümlülüklere aykırıdır.
Anayasa referandumu eşit olmayan bir ortamda gerçekleşti. Oy sayım prosedüründe son değişiklikler önemli bir güvenceyi ortadan kaldırdı. Ziyaret ettiğimiz sınırlı sayıdaki sandık referandum gününde düzenli ve verimliydi. Referandum genel olarak standartları tutturamadı, hukuki altyapı gerçekten demokratik bir süreç için yetersizdi. Anayasa referandumunda idari kaynaklar "evet" kampanyası lehine uygunsuz olarak kullanıldı. Medyada tarafların eşit şekilde yer almasına izin verilmedi; YSK'nın tarafsız içeriği engelleme yetisi ortadan kaldırıldı.
Anayasa referandumu uluslararası standartlara uyumun gerisinde kaldı. YSK'nın mühürsüz pusulalar hakkındaki kararının önemli bir güvenceyi ortadan kaldırdığını ve kanunla çelişkili olduğunu söyleyebiliriz."
ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’deki anayasa değişikliği referandumunun neticesini takip ettiklerini, sonuçların doğrulanması ve AGİT’in ilk bulgularına ilişkin raporunu tamamlamasına kadar yorum yapmayacaklarını açıklamıştı. Bakanlığın bir sözcüsünün Amerika’nın Sesi’ne e-posta yoluyla yaptığı açıklamada, “Türkiye’deki referandum oylamasının neticesini takip ediyoruz. Sonuçlar doğrulanana ve AGİT’in ilk bulgularına ilişkin raporu yayınlanana kadar yorum yapmaktan kaçınacağız” ifadesini kullanmıştı.
AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker de AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ve AB Komisyonu’nun Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn imzasını taşıyan ortak açıklamada, referandum sonuçlarının not edildiği belirtilerek, “AGİT Uluslararası Gözlem Misyonu’nun, kural dışılık iddialarına ilişkin olanlarla da ilgili olan, değerlendirmesini bekliyoruz” denilmişti.
Sovyetler Birliği’nin 1950’li yıllardaki çabaları sonucu başlayan Avrupa Güvenlik İşbirliği Konferansı (AGİK) süreci, 1970’lerin başında Doğu ile Batı arasındaki ilişkilerde yumuşama başlayınca genel bir uzlaşıya döndü. Batı, Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı’nın, 2. Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkan “sınırların tanınması” konusundaki isteğini kabul etmesi karşılığında, Varşova Paktı ülkelerdeki demokratikleşme ve insan hakları konularına müdahale etme ve yardımcı olma arzusunu Doğu Bloku’na kabul ettirdi. Bu uzlaşıya, ekonomik işbirliği de üçüncü bir boyut olarak eklendi. 1973 yılında Helsinki’de başlayan uzun müzakereler süreci, 30 Temmuz-1 Ağustos 1975’te AGİK sürecinin ana belgesi olan Helsinki Nihai Senedi’nin imzalanmasıyla sonuçlandı. Arnavutluk dışında bütün Avrupa ülkeleri, Kanada ve ABD’nin imzaladığı Nihai Senet, “Sepet” diye adlandırılan üç ana bölüme ayrıldı. Bunlardan ilki, “güven artırıcı önlemler, güvenlik ve silahsızlanmanın bazı yönleri hakkında belge”, ikincisi, “ekonomi, bilim, teknoloji ve çevre alanları hakkında belge”, üçüncüsü ise, “insani ve öteki alanlarda işbirliği” şeklinde oluşturuldu. Birinci sepetteki karşılıklı ilişkilere yol gösterecek temel Helsinki ilkeleri de kısaca şu şekilde tanımlandı:
Ülkelerin egemen eşitliği Kuvvet kullanma veya kuvvet tehdidinden kaçınma Sınırların dokunulmazlığı Ülkelerin toprak bütünlüğü Uyuşmazlıkların barışçı yöntemlerle çözümü Ülkelerin içişlerine karışmama İnsan haklarına saygı Temel hürriyetlere saygı (Düşünce, inanç ve din özgürlüğü) Halkların eşit hakları ve kendi kaderini tayin etme hakkı Devletlerarası işbirliği ve işbirliğine verilen önem Uluslararası hukuk çerçevesindeki mükellefiyetlerin, yükümlülüklerin iyi niyetle yerine getirilmesi.”
AGİK, 1990 Paris Şartı ile çok önemli bir aşamadan geçti. Sovyetler Birliği-Varşova Paktı’nın çökme sürecine girdiği ve Berlin Duvarı’nın yıkıldığı dönem AGİK sürecini derinden etkiledi. Paris Şartı, bu geçiş döneminde imzalandı ve yeni bir dönemin başlangıcını teşkil etti. O dönemdeki sloganıyla “Avrupa yeni bir çağa adım atıyor” gibi bir başlangıçla simgelendi. Paris Şartı, Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) kurumsallaşmaya başlamasının ilk hareket noktasını teşkil etti. Paris’te iki yılda bir zirve yapılması ve dışişleri bakanlarının yılda bir kez toplanmaları kararlaştırıldı. Ayrıca, bir üst düzey görevliler komitesi, sekreterya, çatışma önleme merkezi, serbest seçimler ofisi ve Paris’i izleyen 1991 yılında da AGİK Parlamenterler Asamblesi kuruldu. Türkiye’nin öncülüğünde yapılan girişimler sonucunda, 1992 yılında dağılan Sovyetler Birliği üyesi ülkeler, Kazakistan’dan Gürcistan’a kadar olan coğrafyada yer alan ülkelerin AGİK’e üye olmaları kabul edildi.
1992 yılında yapılan Helsinki Zirvesi, 1975 Helsinki ilkelerini teyit etti. AGİK’e değişimin iradesi görevini verdi. Yeni bir diyalog, müzakere ve işbirliği forumu oluşturuldu. 1994 yılındaki zirve de Macaristan’ın Başkenti Budapeşte’de yapıldı. “Budapeşte Zirvesi” AGİT’in kurumsallaşmasında son aşamayı oluşturduğu gibi, zirvede bazı yeni kurumların da kurulması kararlaştırıldı. Zirvede, 1 Ocak 1995 tarihinden itibaren Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’ndan Avrupa Güvenlik işbirliği Teşkilatı’na geçilmesi kararı alındı. Davranış ilkeleri rehberi adı altında güvenliğin siyasi ve askeri yönlerine ilişkin bir belge de kabul edildi.
1996 yılındaki zirve Portekiz’in başkenti Lizbon’da yapıldı. Buradaki zirvede Türkiye müteakip zirve için adaylığını koydu. 1998 yılında yapılması gereken zirve, Rusya Federasyonu ve ABD’nin AGİT içindeki yaklaşımlarının yol açtığı görüş ayrılıkları yüzünden 1999 yılına sarkmak zorunda kaldı. Yüzyılın son zirvesinin İstanbul’da yapılmasına Ermenistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin koyduğu muhalefet şerhi de Türkiye’nin yaptığı girişimler ve ABD’nin yoğun baskısı sonucunda aşıldı.
Kararlar hâlâ oybirliğiyle alınıyor
AGİT, pek çok uluslararası örgütten farklı bir işleyiş yapısına sahip. Geçmişinden gelen çıkar çatışmasının en belirgin kalıntısı, kararların hala oybirliğiyle alınması. Teoride, Andorra ile Rusya’nın oyu eşdeger, ancak siyasi gerçeklikler ve değişik baskı unsurları, pratikte durumu bu türlü bir kilitlenmeye götürmüyor. Öte yandan örgüt, daha başlangıç aşamasında yeni gerekliliklere ayak uydurmasını ve kendini ona göre biçimlendirmeyi becerebilmiş. Bunun en açık örneği ise, 1992’de kabul edilen “Oybirliği Eksi Bir” kuralı. Normalde her türlü karar için tüm katılımcı ülkelerin onayı gerekirken, “insan hakları ve temel özgürlükler konusunda AGİK normlarını çok açık olarak çiğnediği gerekçesiyle” Yugoslavya’nın üyeliğinin askıya alınabilmesi için ilk kez böyle bir istisnai yönteme başvuruldu.
Örgütün diğer ilginç yönü ise, alınan kararların hiçbir hukuki bağlayıcılığının bulunmaması. Buna rağmen, bir uluslararası anlaşmaya değil, karşılıklı taahhütlere dayanan örgüt sürecinde oybirliğiyle alınan kararların büyük bir siyasi ağırlığı var. Bir başka ifade ile, AGİT karar süreci yavaş işleyebiliyor, çünkü ülkelerin ikna edilmesi uzun sürebiliyor, ancak alınan karara uymayan ülkeye, diğer üyeler siyasi baskı uygulayabiliyor.
Küçük bütçe
Örgütün, 1999’daki 140 milyon dolarlık bütçesi ise, başka kuruluşlarla karşılaştırıldığında, gayet mütevazi kalıyor. Özellikle BM örneğinde görülen, “gereğinden fazla eleman alınması sonucu hantallaşmaktan” kaçınan AGİT’in en büyük harcaması da, çatışma ya da önemli sorunların yaşandığı bölgelere gönderdiği misyonlara gidiyor. Üye ülkeler, örgüt bütçesine, kendileri için belirlenen katılım payları oranında para ayırıyor. Bütçenin en büyük payını, yüzde 9’luk oranlarla ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya karşılıyor. Bütçeye yaptığı yüzde 1’lik katkı payıyla 19. sırada bulunan Türkiye’nin gerisinde, eski doğu bloku ülkelerine ek olarak, Yunanistan, İrlanda, Lüksemburg, Portekiz ve Kıbrıs Rum yönetimi ile Andorra, Vatikan, Liechtenstein, Malta, Monaco ve San Marino geliyor. Örgütün resmi çalışma dillerini de, bütçeye en fazla katkı yapan ülkelerin dili oluşturuyor: İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça, İtalyanca ve İspanyolca.