"Ağlamayan erkek puşttur!"

"Ağlamayan erkek puşttur!"

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, Prof. Dr. Ünsal Oskay'ın yâdigarı olarak bahsettiği Çınar Oksay'ın babasının anısını "bir üniversite konferansında gözyaşlarını tutamadı ve bir anda sözü ağlamaya getirerek, “Erkekler ağlar!.. Ağlamayan erkek puşttur!” dedi" sözlerine yazısında yer verdi. Atay, Ünsal Oksay için, "O, yaşarmayan gözden hiçbir hayır gelmeyeceğini bilen bir mübarek bilgeydi!.." dedi.

Tayfun Atay'ın "Ağlamayan erkek, puşttur!" başlığıyla (20 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Türkiye’de iletişim biliminin öncü ismi, güzel ismi, unutulmaz ismi Prof. Ünsal Oskay’ı 17 Ekim 2009’da kaybettik. Onun bir grup “tâlibi” olarak, bize yâdigârı Çınar Oskay’ın da katılımıyla dün mütevazı bir anma toplantısındaydık. Buluşmayı sağlayan dostlarım, Göksel Aymaz ve Uraz Aydın’a Aşk olsun!..

***

Ünsal Hoca’yı ben yüz yüze tanımadan önce “Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri” başlıklı kitabıyla tanıdım.

Kitap basıldığında (1982) Türkiye onun içindekileri anlama, daha doğrusu “alımlama” imkânı sunan bir çağdan çok uzaktı. Geçin sibernetik ve mobil “yeni medya” kültürünün varlığını, televizüel medya bile devletin elinde tek kanallı bir doktrinasyon aracından ibaretti.

Ama Türkiye’ye nereye yol tutacağının, neler yaşayacağının, ne hallere düşeceğinin haberini veren bir kitaba adeta “erken doğum” yapmıştı Ünsal Hoca...

Sonra Türkiye, “kültür endüstrisi”yle tanıştı. Özel televizyonların 1990’ların başından itibaren patladığı dönemde Ünsal Hoca’nın kitabında sözünü ettiği kuramsal düşünce erbabının, onların bir kısmının içinde yer aldığı “Frankfurt Okulu”nun, onunla özdeş “Eleştirel Kuram”ın izini sürenler için muazzam bir iletişim sosyolojisi laboratuvarı haline geldi Türkiye.

Ünsal Hoca’nın akademik çevreler dışında kamusal tanınması da bu dönemde oldu. On yıllarca “akademya”da yazdığı-çevirdiği kitaplar kendi boyunu aşmış adam, medyada da boy atmaya başladı böylece.

***

Bununla birlikte Ünsal Hoca, bu endüstriyel işleyişin entelektüel kaygıları giderek sıfırlarken eğlence taşkınlığını sınırsızlaştırdığı yörüngesine karşı hep sorgulayıcı ve eleştirel olmayı sürdürdü.

İletişim kuramcısı ve kültür eleştirmeni Neil Postman’ın 1950’lerden itibaren Amerika’da televizyon dolayımıyla yaşananlar temelinde kaleme aldığı “Televizyon: Öldüren Eğlence” adlı yapıtında anlattıklarını 1990’lar ve 2000’ler Türkiye’sinde dillendirmek ona düştü.

O yüzden Ünsal Hoca, bizim “Postman”ımızdı.

Ama Neil Postman’ın Türkiye bağlamında karşılığı olmak anlamında değil sadece... Kelimenin esas anlamıyla da bir “postman”, yani “postacı”ydı.

Meşhur Hollywood klasiği filmde olduğu gibi kapıyı iki kere çalan değil, kapıyı erken çalmış bir “Postacı”…

Ekonomik, politik, toplumsal, kültürel ve ahlâkî bakımdan “MESH” (medya-eğlence-show) endüstrisinin güdümüne girecek bir ülkenin halini erken haber vermiş bir “Postacı”!..

***

Hoca, kelimenin tam anlamıyla “yazılı kültür çocuğu” idi. Okumak, ona “ekmek, su, hava”ydı.

Okuduklarını sular seller gibi paylaşırken de onları yaşar, duygularını hiç esirgemez, yazıyı gözyaşlarıyla söze dönüştürmekte hiç tereddüt etmezdi.

Oğlu Çınar, değindi buna ve onun bir üniversitede konferans verirken yine gözyaşlarını tutamadığı bir anda sözü ağlamaya getirip “Ağlamayan erkek olmaz” diyerek şöyle devam ettiğini aktardı:

“Erkekler ağlar!.. Ağlamayan erkek puşttur!”

O, yaşarmayan gözden hiçbir hayır gelmeyeceğini bilen bir mübarek bilgeydi!..

***

Hocamızı medyanın magazinelleşmekten de öte kültürel anlamda “pornografikleştiği” bir ortamda kaybettik.

Elbette böyle bir ortamda Ünsal Oskay’a tarihe mal olmak yakışırdı!..

Büyük bir zihin ve yürek emeğiyle ürettiği, Türkiye’nin dününe, bugününe, geleceğine kül yutmaz bir dirençle ışık tutan yapıtlarıyla tarihsel abide olarak aramızda artık o...

Bu yüzden bizim dünyamızda hâlâ son sözü hep o söylüyor:

“Pornonun kriterleri, tek yanlılık, baskınlık ilişkisi ve alt konumdaki insanın dilediği gibi yaşayamaması... Pornodaki ilişki biçimi, televizyon programlarından tutun da uluslararası ilişkilere varana kadar bütün bir hayatımızı kaplıyor aslında. Yarışma programlarında görüyoruz, gencecik insan ağlıyor, hiçbir umudu kalmadığını söylüyor, annesiyle beraber Maraş’tan gelmiş, Edirne’deki elemelere katılmaya çalışıyor. İnsanın, insan karşısında teslimiyetini iki lokma ekmek ve bir işe girmek için kabullenmesi, pornonun ta kendisidir”

(Ü. Oskay, “Hayatımız Porno”, Söyleşi: Melis Çelebi [Alphan], Milliyet Popüler Kültür, Sayı: 27, 19 Mart 2004)