Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, "1915'teki tehcir kararı kesinlikle doğrudur, bugün olsa yine yapılmalıdır" ifadesiyle ilgili olarak, "Bu ortamda Türkiyeli Ermeniler için öngörülen rol ise belli ki –neredeyse- “İyi ki bizi tehcir ettiniz” demeleri. Böyle bir devletle karşı karşıyayız" dedi.
"Katledilmiş, sürülmüş, mallarına el konmuş, baskı, korku altında yaşatılmış bir halkın torunlarının da “inkara” katılmasını talep edecek derecede cüretkar bir rejim, bir zihniyet ile karşı karşıyayız" diyen Danzikyan, "Ve bu zihniyet cumhuriyet tarihi boyunca örneklerini gördüğümüz şekilde kendine işbirliği yapacak insanlar, makamlar arar" diye yazdı.
Yetvart Danzikyan'ın, "Devletin “soykırım” mekaniği" başlığıyla yayımlanan (9 Haziran 2016) yazısı şöyle:
Almanya Parlamentosu’nun 1915’te olanları “soykırım” olarak tanıyan ve bu konuda kendi suç ortaklığını da ifşa eden tasarıyı geniş bir mutabakatla oylamasının ardından ülkede esen hava, beklenmedik değildi ama her zamanki gibi çığrından çıktı ve 1915’in, inkarın kutsanması ayinine dönüştü. Bu tür faşizan ayinler ve ritüeller şiddetlenen çatışmalı ortamla birlikte Kürt meselesinde de görülmekte bir yandan. Dolayısıyla karanlık bir döneme girdiğimiz ortadadır ve buradan nasıl çıkacağımız konusunda pek bir umut ışığı yok. İlginç, daha doğrusu ironik olan şu ki her iki konuda devreye sokulan “kan siyaseti”, Türkiye’nin ırkçı bir ülke olmadığını ispatlamak için yürütülüyor. Yani bakarsanız Türkiye 1915’te utanılacak bir şey yapmamıştır ve ülkede Kürt sorunu yoktur ama ortalık “En güzel Ermeni ölü Ermeni” sloganlarından ve sosyal medyada “Kürtler tehcir edilsin” başlıklarından, mehter marşı ile yürütülen operasyonlardan geçilmiyor.
En simgesel olanlarına bakmakta fayda var. Cumhurbaşkanı Erdoğan oylamanın ardından 5 Haziran’da yaptığı konuşmada Alman Parlamentosu’ndaki tasarıya evet oyu veren Türk vekilleri kastederek şöyle dedi: “Orada çıkıyor bir ukala bir şey hazırlıyor. Alman Parlamentosu'na sunuyor. Neymiş, birileri de diyor ki güya Türk... Ne Türk'ü be... Bunların kanının laboratuvar testinden geçmesi lazım.” (Erdoğan daha sonra bu sözlerini tevil etmeye çalıştı ama ne kastedildiği ortadaydı.)
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 8 Haziran’da yaptığı açıklama ise yine “kan dondurucu” cinsten. 1915’i kastederek şöyle dedi Bahçeli: “Türk milleti yer değiştirme kararını vermemiş olsaydı bu vatanda varlığımız, istikbalde adımız kesinlikle mümkün olmaz, olamazdı. Tehcir yerindedir, bugün olsa yine kaçınılmazdır. Bu itibarla dönemin İttihatçı kadroları milli bir şuurla vazifelerini yapmışlardır. Biz onlardan razıyız, inanıyorum ki Rabbim de razıdır.”
Geri kalanları bilmem saymaya gerek var mı... Cem Özdemir’i hemşehrilikten çıkarmaya çalışmalar, Almanya Elçiliği’nin önünde yapılan gösteride “En güzel Ermeni ölmüş Ermeni” sloganları atmalar vs. Sosyal medyadaki ırkçı ifadeleri saymıyorum bile.
Şöyle düşünelim. Almanya Parlamentosu’nun aldığı kararı duyan bir Alman hayal edelim. Konuyu ilk kez duymuş. Bunun üzerine merak ediyor ve Türkiye’deki tepkilere bakıyor. Ne düşünür? İttihatçı rejimin masum olduğunu mu yoksa Türkiye’de devletin ve milliyetçi cephenin 1915’te olup bitenleri sahiplendiğini, yüzleşmeye falan hiç yanaşmadığını ve “yine olsa yine yapacağını” mı? Herhalde ikincisi.
Esas mesele şudur. İnkarın çok ötesinde bir tablo ile karşı karşıyayız. Erdoğan rejimi uzun süredir bir dikta rejimi hüviyetine bürünmüştü ancak 7 Haziran sonrasında aldığı şekil düpedüz kan siyaseti yapan, İslami vurgulu faşizan bir rejimdir. Kürt meselesinde “Zerdüştlük” vurgusu yine ve tehlikeli biçimde dolaşıma sokulurken, terör bahsine bir de “Haçlı” boyutu katılmaktadır. (Hatırlayalım Vezneciler’deki saldırının ardından şöyle dedi Erdoğan: “O gün İstanbul'u işgal etme özlemiyle gelenler bugün de terör örgütünü maşa olarak kullanıyorlar. Haçlı seferlerinde yarım kalan hayallerini bugün terörle tamamlamak istiyorlar”)
Hem Kürt meselesinde hem de rejimin tabanı diri tutma meselesinde hayli tehlikeli bir yola girmiş bulunuyoruz. Bu çapta kan ve din siyaseti, çok açık ki Erdoğan’ın kurmak istediği rejime ayrımcı, tahakkümcü, kaba gücü ve bunun tehdidini kullanan bir taban yaratma arzusundan kaynaklanıyor.
Tabanın buna ne çapta, daha doğrusu ne dozda yanıt vereceği şimdilik öngörülemiyor. Ancak yaşadığımız hayat, etrafımızda gördüklerimiz, rejimin bu çağrısının ciddiye alınacak derecede karşılık bulduğunu gösteriyor. Üstelik bu stratejiye CHP’yi hedefe koymak da dahildir. Çarşamba günü bir şehit cenazesinde CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun yuhalanması ve önüne mermi atılması rejimin bu tür provokasyonlara girebileceğinin ya da stratejsinin karşılık bulduğunun göstergesi. Yani Erdoğan’ın aklında ülkedeki tüm “kendinden olmayan” aktörleri –ki buna artık bazı AKP’liler de dahildir- şu ya da bu biçimde ama kaba güç tehdidiyle sindirmek var. Yani yayı sonuna kadar germek. Bu kadar gerildikten sonra yayın ne zaman serbest kalacağı artık an meselesidir.
Bu ortamda Türkiyeli Ermeniler için öngörülen rol ise belli ki –neredeyse- “İyi ki bizi tehcir ettiniz” demeleri. Böyle bir devletle karşı karşıyayız. Çok ağır sonuçları olan bir soykırımla yüzleşmeye yanaşmak bir yana, bu konu dünyada gündeme geldiğinde öyle bir dalga yaratıyor ki, burada yaşayanlar kendilerini tehdit altında hissetmeye başlıyor.
Soykırım sürüyor derken bunu kastediyoruz işte. Katledilmiş, sürülmüş, mallarına el konmuş, baskı, korku altında yaşatılmış bir halkın torunlarının da “inkara” katılmasını talep edecek derecede cüretkar bir rejim, bir zihniyet ile karşı karşıyayız. Ve bu zihniyet cumhuriyet tarihi boyunca örneklerini gördüğümüz şekilde kendine işbirliği yapacak insanlar, makamlar arar. Bulur da.
Ancak bu işbirliği yapacak kesimleri bulmak ve kalanları sindirmek için devreye soktuğu bu çığrından çıkmış faşizm kutsaması da tarihe geçer, geçecektir. Hakikat ise sırasını bekler. Ve er geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.