Agos gazetesi 17. yaşını kutluyor. 5 Nisan 1996'da yayın hayatına başlayan Agos gazetesi yayın politikası, dili, gazetecilik anlayışı ile sadece Türkiye'deki Ermeni nüfusunun değil, tüm azınlıkların sesi oldu.
Agos'un 17 yılı anısına, öldürülen Agos Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in arkadaşlarının ağzından Agos'un kuruluş hikayesini sunuyoruz. Agos gazetesinde 15 Ocak 2013'ta yayımlanan yazı şöyle:
Bundan 17 yıl önce bir Paskalya müjdesi olarak Nisan ayında yayın hayatına atılan Agos’un öyküsünü, Sarkis Seropyan, Harut Özer, Harut Şeşetyan, Luiz Bakar, Arus Yumul ve Anna Turay, Tütün Deposu'nda düzenlenen söyleşide paylaştı.
Luiz Bakar: Patrikhanede bir basın kurulu kuruldu. O zamanlar Hrant arka plandaydı. Hrant, taktik veriyordu ama ön planda kimse yoktu. Başpiskoposla beraber ‘Ah bir gazetemiz olsa, ah bir gazetemiz olsa’ diyorduk. Ermenice bilmeyen toplumumuza ulaşmak, geniş topluma ulaşmak gerekiyordu. Ermeni cemaati kapalı bir şekilde yaşıyordu. Antalya'da bir panel olmuştu. Patrik II. Mesrob ve Hrant da vardı. Sürekli gazete işi konuşuluyordu. Hrant bizi topladı. Gazete kuracağız dediler. Toplantılar ya bizim evde yapılıyordu ya da bir kafede toplanıyorduk. Yayın yönetmeni kim olacak, sahibi kim olacak diye konuşuyorduk. Ama kimseyi bulamıyorduk. Bir mekan da kiralandı. Anna, sağ olsun bizi destekleyen diğer arkadaşları da getirdi. Hrant geldi bir gün. Elinde dökümanlar vardı. Dersini iyi çalışmıştı. ‘Tek başıma ben çıkarırım’ dedi.
Anna Turay: Patrikhane'nin basın komisyonunda çalıştığımız dönem hakikaten çok zor bir dönemdi. Tansu Çiller Başbakan, Mehmet Ağar İçişleri Bakanı’ydı. Ayda bir “Apo aslında Ermeni’ydi” haberleri servis ediliyordu. Kürt ve Ermeni meselesini birlikte halletmeye çalışıyorlardı sanki. Ermeni kelimesinin küfür olarak kullanıldığı dönemler o dönemlerdi. Mesrob Sırpazan bizleri topladı. Bir şeyler yapmak istiyordu. Ben amatörce reklamcılık işiyle uğraşıyordum. Bildiğim tek şey basın toplantısı yapmaktı. Birileri ile buluşmasını sağlamaktı. Mesrop Sırpazan bir araya geldiği insanları etkiliyordu. Bir medya lazım diye düşünmeye başladık. Hrant o zamanlar çok sessizdi. Hrant’ı ilk hatırlamaya başladığım zamanlar gazete meselesinin konuşulmaya başlandığı zamanlardı. Hiçbirimiz gazetede çalışacak durumda değildik. Hrant'a ‘Tek başına yapar mısın’ dediğimizde ‘yaparım’ demişti. Hrant bir gün beni bir kafeye davet etti. O kafede dört beş saat konuştuk. Bu işe o kadar çocukça, o kadar amatörce girdik ki, bu gazetenin yayın politikası ne olacak, kim ne yapacak, hiç bunları konuşmadık. Bu gazete için herkes su taşımaya hazırdı. Hepimizin korkusu Hrant'ın solcu geçmişiydi. En başta kendisi bu durumun zorlayacağını düşünüyordu. İsmini kullanmak istemiyordu. Destek verdik kendisine. Ermeni toplumunun çıkarları için ne gerekiyorsa yapacaktık. Hrant günlük bir gazete çıkarmak istiyordu. O zaman Ermeni basını 4 sayfa çıkıyor, çevirilerle çıkıyorlar. Genelde iki hafta sonrasından takip ediyorduk gelişmeleri. Hrant günlük olmasını istiyordu, tabloid bir gazete vardı kafasında. Israrla ‘Bizim nefesimiz yetmez günlük gazeteye’ dedik. Çok çabuk ikna oldu. Haftalık bir gazete konusunda anlaştık. Çalışmalara başladık. 8 sayfalık bir gazeteyi nasıl yaparız diye düşünüyorduk. Maketler yaptık. 8 sayfa Türkçe, 2 sayfa Ermenice hazırladık. Ümit Kıvanç yapar dedik. Kıvanç da, Hrant da dünyanın en zor iki insanıydı. Hrant karışmadı. Bir Pazar günü Ümit Kıvanç'a gittik. Hemen kabul etti. Bir hafta sonra hazırlamıştı gazeteyi. Ümit mavi bir logo yaptı. Hiçbirimiz beğenmedik. Kırmızı yaptık. Çok da iyi yaptık. Sıcak bir kırmızı. Çok kötü bir binada, çok kötü bir ofisimiz vardı. Masa yok, sandalye yok. İnanılmaz bir yokluktu. Luiz’in ölmüş bir müvekkilinden bir masa getirdik. Çok çirkin bir masaydı. Ofiste ısıtma sistemi dahi hiçbirşey yoktu.
Harutyun Şeşetyan: Hrant aradı bir gün. Oğlum ‘Dolapdere’de yer buldum gel’ dedi. Bir sekreter tutmuştuk. Lavabo yok, tuvalet yok. Poşet çayla çay yapıyorlardı. Bir gün işten çıkınca gittim. Yerde sayfalar, Ümit Kıvanç ve tanımadığım iki kişi –Türk’tü bunlar– yere çökmüş Ermeni gazetesi yapıyordu.
Hrant ile Anna daha önce anlaşmışlardı. İkisi de varız dediler. Ofisi tutmadan önce toplantı yapmak için sürekli Luiz’in evine gidiyorduk. En uzak ev onun eviydi ama biz onun evine gidiyorduk. Gazetenin ismi ne olacak diye düşünüyorduk. Luiz’in evinde Rupen Maşoyan vardı. Bizimle ilgisi yoktu. Karışmazdı gazete işlerine ama evde bizi dinliyormuş. Agos olsun dedi. Türkçesi de Ermenicesi de aynı anlama geliyor dedi. Hoşumuza gitti. Sonra sıfır sayısını yaptık. İlk sayıyı Paskalya’da çıkarma kararı aldık. Çok ilan gelir diye. Gazetenin daha muhabiri yok, fotoğrafçısı yok. Hiçbir şeyi yoktu.
Anna Turay: Ben yetişmez dedim. Altı ay gerek dedim. Harut'un zoruyla, Paskalya'da çok ilan alırız diye gazeteyi çıkarttık. Sıfır sayısını 6 bin bastık. Aboneliklere başladık.
Sarkis Seropyan: Bir gün Hrant dükkana geldi. ‘Gazete çıkartıyoruz, gelir misin?’ diye sordu, ben de kabul ettim. Başka bir şey sormadım zaten. Emekli olmuştum. Kahvede oturup gazete okurdum. 30 sene sizin Cumhuriyet’inizi okudum, otuz senedir de okumuyorum. Hiçbir şeyden anlamazdık. Bir Anna vardı başımızda gazeteci. Çarşamba günleri gelirdi ‘Bu olmamış, şu olmamış’ derdi, kavgaya tutuşurduk. Yervant Gobelyan vardı. Gelir hiçbirimizi kırmaz, oturur Ermenice sayfaları baştan başa okurdu. İlkokul mezunuydu ama o zamana kadarki Ermenice gazetelere de Ermeniceyi o öğretmişti. 6-7 Eylül’ün üstüne basa basa yazmaya başlamıştık. Bir zamanlar diye bir köşemiz vardı. Bugün Aras yayıncılığın bastığı ‘Osmanlı İmparatorluğuna Ermeniler’ kitabını biz o zaman köşe yapmıştık. 6 Eylül yazısından sonra gazete toplatıldı. Gazeteye geldiler. Gazeteleri verdik, yüz tane ayırmıştık onlar için. Açmış gazeteye bakıyorlar. Bir zamanlar köşesi. Bu ne diyorlar. Burada ne demek istiyorsunuz. 6 Eylül yazsının bahane olduğu belliydi. Biz gazetede bu köşe ile birlikte insanların akrabalarını bulmasını sağladık. İnsanların köylerinin gerçek isimlerini bulmaya başladık. Herkese kapısı açık bir okul haline geldi.
Harut Özer: Bizim gazetecilikle ilgilimiz sadece gazete okumaktı. Bir anda oturup gazete çıkartmaya başlamıştık. Taşıma işleri, kaldırıp indirmek gibi işler. Bizim toplumuzda denge kurmak gerekiyordu. Kurumların sıkıntılı işlerinden bahsetmek bir tabuydu. Kimse ilan vermez diye yazmıyordu. Hrant oturup bunları yazmaya başladı. Personeli akşam arabayla evlerine dağıtırdık. Nerdeyse her gece siviller çevirirdi. Kimlik kontrolü. Biz gazeteciyiz derdi. Ümit, bize kart yapmıştı, kartvizit gibi onları gösterirdik, ‘kaldırın şunları’ derlerdi.
Arus Yumul: En tembeli bendim. Diran Bakar'ın yazı işleri müdürü olmasını kararlaştırdılar. Hrant, ‘Sen sürekli ava çıkıyorsun zaten, bir şey olsa seni kimse bulmaz’ dedi. O da kabul etti. Agos sayesinde geniş toplum Ermenileri düşmanlar gibi değil de insanlar olarak tanıdılar. Ermeni cemaati üzerinde çok büyük etkisi oldu. Büyük sessizliği benimseyen cemaat 19 Ocak'la beraber Hrant’ın bıraktığı yoldan yürümeye başladı. Bu topraklarda Ermenilerin tarihi Türk ve Müslümanların tarihidir. Hrant sayesinde her iki kesim de dönüştü. Alsa olmaz denilen şeyler Hrant'ın sayesinde oldu.