Ahmet Altan
(Taraf - 18 Eylül 2012)
Baştaki adam “biz halka hesap vermeyiz” dedi mi “artık hesap verilmiyormuş” inancı devletin bütün kademelerine bir trafo merkezinden şehrin her yanına yayılan elektrik gibi yayılır.
“Hesap vermeyeceğiz” güvencesi de devletin içinde suçu, şiddeti, işkenceyi arttırır.
Başbakan Erdoğan, işkencecilikten mahkûm olmuş bir polisi terörün başına getirdi ve “ben polisime dokundurmam” diyerek bu konuda kimseye hesap vermeyeceğini açıkladı.
İşkencecilik bir anda “siyasi iktidarın koruma alanına” giriverdi.
Bu, yaşanacak olanların işaretlerinden biriydi.
Uludere’de devletin uçakları 34 kişiyi öldürdü, Afyon’daki cephanelik patladı 25 asker hayatını kaybetti.
Bu iki olayda da gerçekleri öğrenemedik.
Hadi Afyon olayı daha yeni ama Uludere’nin üstünden dokuz ay geçti, ses seda yok.
Hiçbir zaman da ses çıkmayacakmış gibi görünüyor.
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, “Uludere’de, Afyon’da ne oldu, bunu öğrenmek hakkımız”dedi.
Vatandaşın bunları öğrenmek, sorumluları bilmek istediğini söyledi.
Başbakan buna cevap verirken, önce “halka nelerin anlatılacağına kimin karar vereceğinin” koordinatlarını çizdi:
“Her şeyin öğrenilmesi gerekenleri, azami ölçüde sinyalini vermesi gereken merci neresidir. Hükümet, yargı, Genelkurmay’dır.”
Harika, değil mi?
Biz yetmiş milyon insanız burada, aramızdan 34’ü öldürüldüğünde, onların nasıl öldürüldüğünü, kim tarafından öldürüldüğünü öğrenip öğrenmememize “hükümet, yargı, Genelkurmay” birlikte karar verecekler.
“Halkın öğrenmesine gerek yok” derlerse, biz öğrenemeyeceğiz.
Genellikle de “gerek yok” diyorlar zaten.
Koskoca hükümet, yargı, Genelkurmay varken yetmiş milyonluk halk kim ki gerçekleri öğrenmek hakkına sahip olsun?
Bu küstah halk kendini memleketin sahibi mi sanıyor?
Hükümet, yargı, Genelkurmay varken memleketin sahipliği bu halka mı kalmış?
Halk kim olarak gerçekleri öğrenmeyi talep ediyor?
Arkasından da Ümit Boyner’i bir güzel azarlıyor Başbakan:
“Öğrenmek hakkımızdır falan, neyi ne kadar öğrenmek kimin hakkı, kimin hakkı değil, onun ölçüsünü Ümit Boyner belirlemeyecek. O, işine baksın.”
Boyner, “halkın gerçekleri öğrenmek hakkına sahip olduğunu” söyleyerek büyük bir günah işlemiş oluyor Başbakan’a göre.
Boyner’in söylediklerini söylemek için TÜSİAD’ın başkanı olmaya gerek yok, bu ülkenin bir vatandaşı olmak yeter “Uludere’de ne olduğunu bilmek hakkımız” demek için.
Ama Başbakan’a göre kimse halkın “öğrenme hakkından” söz edemez.
Halkın neyi öğreneceğine karar verecek merciler belli:
Hükümet, yargı, Genelkurmay.
Tabii neyi öğreneceğimize karar verecek olan bu “kutsal üçgeni” görünce insan sormadan duramıyor, “niye Çevik Bir’i hapse attınız?”
O da bunu söylüyordu zaten.
O da halkın öğrenme hakkı olmadığına inanıyordu.
O da “aynı kutsal üçgene” iman ediyordu.
Sadece o “hükümet, yargı, Genelkurmay” diye değil, “Genelkurmay, yargı hükümet” olarak sıralıyordu.
Mesele sırada mı?
Halkı “önemsiz bir figüran” olarak görme konusunda bu kadar hemfikirseniz, sıralamada da anlaşırdınız, ne olacak.
Amaç gerçekleri halktan saklamak olunca, kimin hangi sırayla saklayacağı çok da büyük bir sorun teşkil etmez nasıl olsa.
Bir hükümetin işi “gerçeklerin hangi sırayla halktan saklanacağını” saptamak değildir, hükümetin görevi “halkına” gerçekleri açıklamak, suç işleyenleri yargı önüne çıkarmaktır.
Bu “sivil 28 Şubat” kaçınılmaz olarak “asker 28 Şubat’ın” suçlarına birer birer bulaşıyor.
Devletin suçları sürekli olarak saklanıyor.
İşkencecilik de hortluyor.
Önceki gün, Sultangazi Karakolu’na saldıran eylemcinin cenazesi Adli Tıp’tan alınırken çıkan olaylarda Grup Yorum’un bazı elemanları da varmış.
Polisler katılımcılardan bazılarını gözaltına almışlar.
Ve ne yapmışlar biliyor musunuz?
Gözaltına aldıkları grubun kemancısının elini kırmışlar.
Solistin de kulağına vurarak kulak zarını patlatmışlar.
Belli ki özel olarak yapılmış bunlar.
Bir kemancının elini kırmak, onu bir daha keman çalamaz hâle getirmek için nasıl büyük bir düşmanlık hissetmek gerekir?
Polis asayişi sağlamak yerine, “düşmanlar” saptayıp onları vahşice cezalandırmaya başlayınca, devlet de suç işlemeye başlamış demektir.
Bu tür suçların devam etmeyeceğini söyleyebilecek kimse var mı?
Başbakan “işkenceci polisi” terfi ettirip koruduktan sonra işkencenin yapılmasına şaşar mısınız artık?
Yarın Ümit Boyner, “polis kemancının elini niye kırdı” diye sorarsa, ona da “kimin elinin kırılacağına biz karar veririz, sen kendi işine bak” diye mi cevap verecek Başbakan?
Uludere’nin, Afyon’un, işkencenin hesabını medya soramaz Başbakan’a göre, muhalefet soramaz, sivil toplum kuruluşları soramaz, TÜSİAD soramaz.
Kim sorabilir bu hesabı?
Kimse soramaz.
“Hükümet, yargı, Genelkurmay” böyle karar vermiş demek ki.
Memleketin işlerine “hükümet, yargı, Genelkurmay” bakıyor artık, halk da her şeyi merak etmesin kendi işine baksın.
Kırdırmasın elini ayağını.