Ahmet Altan
(Taraf - 8 Eylül 2012)
Bizim ordu bitmiş. Ha, “hiç başlamış mıydı” derseniz, ondan da kuşkuluyum. Hep bir sır bulutunun içindedir bizim ordu. Her şeyi bir kutsallığın, hamasetin arkasına sakladıklarından Cumhuriyet tarihi boyunca hiç sorgulanmamış, hiç denetlenmemişler. Sürekli sivilleri aşağılayarak, korkutarak boylu boyunca siyasete batıp askerliği unutmuşlar. Bir keresinde bir komando tuğgenerale rastlamıştım, bana “Ben bundan öteye gidemem, tuğgenerallikten yukarı çıkabilmek için askerlik yetmez, siyasetçi olmak gerekir, bende de o yok” demişti, gerçekten de terfi edemedi. Generallerin bu siyaset merakı, “zorunlu askerliğin” onlara hesapsız kitapsız teslim ettiği yüz binlerce köylü çocuğunun kolay harcanabilir olması, askerliğin gereklerini tamamen unutturdu bizim orduya. En çok, Mustafa Kemal’in söylediği iddia edilen “Size ölmenizi emrediyorum” sözleriyle övündükleri için sürekli olarak “ölmeyi emrettiler” çocuklara, öldürüp öldürüp gömdüler. Bir komutanın birinci görevinin kendisine emanet edilen askerleri korumak olduğunu hiç öğrenmediler. Bizim gazete yayımlayana kadar yaptıklarını gün ışığına çıkaran da olmadı. Taraf, ordunun ne mene bir ordu olduğunu ortaya koydu. Pimini çektiği bombayı askerin eline tutuşturup mevzi mevzi dolaştıran teğmenden, karakol baskınını Genelkurmay karargâhında “Heron görüntüleriyle” naklen izleyip yardım göndermeyen generallerine kadar her türlü laçkalığın orduya sindiği anlaşıldı. Çok uzun yıllar sadece darbeyle ilgilendiler. Darbe yaptılar. Darbe yapmadıkları zaman darbe planı yaptılar. Muhtıralar verdiler. “Çankaya’ya eşi başörtülü bir siyasetçi çıkamaz” diye tutturdular, bu anlamsızlığı yıllarca sürdürdükten sonra AKP iktidarı yerine yüzde elli oyla yerleşince bu sefer de Ramazan’da Şûra’dan su şişelerini kaldırıp din gösterisi yaptılar. Askerî felaketler AKP’nin iktidarı tam anlamıyla ele geçirmesinden sonra da sürdü ama merkez medya eski alışkanlıklarıyla, Başbakan’ın medyası da “artık onlar bizim generallerimiz” yaklaşımıyla sustuğundan orduyu kimse eleştirmez oldu. Uludere katliamı hakkıyla soruşturulmadı. Hükümet katliamın sorumlularını sakladı. Suriye’ye uçağı kimin gönderip düşürttüğü hâlâ anlaşılamadı. Uludere’de askerleri sivil bir araca doldurup gönderdiler, on asker trafik kazasında öldü. Afyon’da cephanelik bir gece esrarengiz bir şekilde infilak etti, 25 asker öldü. Cephanelik sayımında hiçbir kurala uyulmadığı anlaşıldı. Orayı denetlemeye giden Genelkurmay Başkanı, “Hiçbir şey söylemeyeceğim, her şey ortada”dedi. Bizim görebildiğimiz, ortada yirmi beş çocuğun kavrulmuş cenazesinden başka bir şey yok. Cephaneliğin niye infilak ettiğini hâlâ kimse bilmiyor. Ama şimdi ordu yönetimi “AKP’nin koruması altında olduğu” için ciddi bir medya eleştirisi de duyulmuyor. Daha önceleri “ordunun mutlaka baştan ayağa yeniden yapılandırılması gerektiğini”söyleyenler şimdi sustular. Ordunun gerçek bir ordu olması değil, AKP’nin iktidarını kabul etmesi yetti onlara. Hâlbuki ordunun mutlaka yeniden yapılandırılması gerektiği gerçeği apaçık duruyor ortada. Orduyu arkasına saklandığı sır perdesinin önüne çıkartacak hiçbir önlem almadıkları gibi, siyasi iktidar Meclis’ten geçirdiği yasalarla orduyu daha kalın perdelerin arkasına sakladı. Meclis tarafından denetlenmeyen, yaptığı hataların bedelini ödemeyen, halkına hesap vermeyen bir ordu çürür, orduyu diri tutacak olan sürekli gözetim altında olduğunu bilmesidir. Siyasi konjonktüre göre bazen vahşi bir “laikçiliği”, bazen de “ben oruçluyum” diye bağıran dindarlığı gösterişçi bir şekilde ortaya sermek, iyi asker olmaya yetmiyor. İyi asker olmak için önce disiplinli olmak gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma bombaları cephaneliklerde infilak ettirip çocukları öldürmemek gerekiyor. Beytüşşebap’ta kasabanın tek köprüsünü bomboş bırakmadan gerektiği gibi koruyup, on askerini baskında kaybetmemek gerekiyor. Kendi dağına bayrak asmakla övünmemek gerekiyor. Uludere katliamından sonra Genelkurmay Başkanı’na “teşekkür etmeyen” bir başbakan, Afyon’da cephanelik patladıktan sonra valilikte hediye kabul töreni yapmayan Genelkurmay Başkanı gerekiyor. Ortadoğu’nun karmakarışık olduğu ve daha da karışması ihtimalinin büyüdüğü günümüzde Türkiye’yi savaştan koruyacak olan en büyük etkenlerden biri aslında “ordusunun caydırıcılığıdır”, saldırmayı aklından geçirenleri “o orduyla savaşa girmek iyi fikir değil” dedirtecek bir ordu gerekir. Ama öyle bir ordu yok. Düşmana ihtiyaç duymadan kendi cephaneliğini patlatan ve gerçekleri saklayan bir ordu var. Bunu düzeltmeyi isteyen kimse de yok artık. Generaller oruç tutuyor ya, bu yetiyor bizim siyasetçilere.