Ahmet Altan*
Güneydoğu’da yakın mesafeden kafasından vurduğunuz 12 insanı kimin, niye vurduğunu sormak “haber alma özgürlüğü” değil mi?
Çocukları çatır çatır sokaklarda vurdukları bir alçaklıklar döneminden geçmesek aslında eğlenceli bir ülke bile sayılabilirdik. Düşünsenize, Cumhurbaşkanı’nın danışmanı, Başbakan’ın gazetecilik de yapan danışmanını “ihanetle” suçlayabiliyor. İlk fırsatta başbakanın danışmanını da içeri atmaya hazırlandıkları anlaşılıyor. Korkudan lapalaşan Doğan Medya’nın AKP’nin yandaşlığına koşarken hız rekorunu kıran yazarlarından birine, havuz medyasının yazarlarından biri “sen yandaş olamazsın ancak yalaka olursun” diye hakaret ediyor. Bu dönüşler bile onların öfkesini yatıştırmıyor. Bu arada “yandaşlığı” da ulaşılması zor yüce bir makam olarak görmeleri de çabası… AKP’nin ahlakı ve değerleri nerelere indiyse, “yandaşlık” o ahlaka göre epey yukarlarda kalmış. Bu “ahval ve şerait içinde” başbakanımız da “gazeteciliğin ne olduğunu” anlatıyor. Gazeteciliğin ve gazetecilerin en fazla baskı altında kaldığı, hapislere doldurulduğu, işsiz bırakıldığı dönemin başbakanından “gazetecilik” dersleri… Konuşmasını okudum. Profesör bu adam. Bu adamcağızın hayatında doğru dürüst bildiği hiç mi bir şey yok diye düşünmedim değil. “Dış politkada uzmanım” dedi, “ben bu işin kitabını yazmışım” dedi, Türkiye Cumhuriyeti demirden bir cenderenin içine hapsedildi, çepeçevre düşmanlarla kuşatıldı. İçine sokulduğu iğneli fıçıda her kımıldadığında kanlar içinde kalıyor ülke. “Ortadoğu’da yaprak kımıldasa bizden sorulur” dedi, Suriye’de adım atamıyor. “Fırat’ın batısı bizim kırmızı çizgimiz” dedi, PKK 20 bin kişilik bir orduyla sadece Rojava’nın değil bütün Suriye’nin IŞİD karşısındaki en ciddi ve güvenilir gücü oldu. Hem Amerika hem Rusya ile ittifak kurdu. Fırat’ı geçti, Cerablus’a operasyona hazırlanıyor. Dış politikayı çökerten başbakanımızın gazetecilik konusunda söyledikleri ise bir âlem. "Gazeteciliğin halkın haber alma özgürlüğü dışında belli vesayet odaklarının gündemini ülkeye dayatmak olmadığını da herkesin bilmesi gerekir. Özgürlüklerin kötüye kullanılması ve özellikle terörün ve terör örgütlerinin propagandasını yapma saiki ile hareket etmenin gazetecilik kapsamına girmeyeceğinin altını çizmek isterim.” Gazetecilik, “vesayet odaklarının gündemini ülkeye dayatmak” değilmiş. Birincisi, kim o “vesayet odakları”? “Vesayet odağı” olacak kadar büyük olan o gücün adı ne? İkincisi, “haber alma özgürlüğü” ile “vesayet odaklarının gündemini dayatmak” arasındaki fark ne? O farkın ne olduğunu sen nereden biliyorsun? O “farkı” sen mi belirleyeceksin? O farkı başbakan belirleyecekse “basın özgürlüğü” olabilir mi? Güneydoğu’nun sokaklarında yakın mesafeden kafasından vurduğunuz 12 insanı kimin, niye yakın mesafeden vurduğunu sormak “haber alma özgürlüğü” mü yoksa “vesayet odaklarının gündemini” dayatmak mı? Eğer haber alma özgürlüğü ise başbakan olarak neden o 12 kişinin hesabını sen sormuyorsun? Neden halka bu cinayetlerin hesabını vermiyorsun? Yoksa senin adamlarının yargısız infazla sokaklarda vurdukları insanları haber yapmayı mı “vesayet odaklarının” gündemi olarak görüyorsun? Bunlar daha ilk cümlede karşımıza gelen saçmalıklar. Gelelim ikinci cümleye. O korkunç ve bildik cümle karşımızda gene: “Özgürlüklerin kötüye kullanılması…” Özgürlük, o özgürlüğü nasıl kullanacağına insanların karar verme hakkıdır. Özgürlüklerin “iyi” ya da “kötü” kullanıldığına başbakan karar vermeye başladığında zaten özgürlük kalmamış demektir. Sen hangi yetkiyle, hangi hakla “özgürlüklerin nasıl kullanıldığını” değerlendirebileceğini düşünüyorsun? Bu senin yetkin mi, hakkın mı, görevin mi? Senin görevin sokaklarda insanların kafalarından vurulmalarına engel olmak, vurulanların hesabını sormak, vuranları yargının önüne getirmek. Sen görevini yapmayınca, sana görevini hatırlatanlar, cinayetleri duyuranlar “özgürlükleri kötüye kullananlar” mı oluyor? Senin gizli kalmasını istediğin cinayetleri haberleştirdikleri için mi gencecik Kürt gazetecilerini polis tomalarına yumruklaya yumruklaya dolduruyorsunuz? Başbakan, “özellikle terörün ve terör örgütlerinin propagandasını yapma saiki ile hareket etmenin gazetecilik kapsamına girmeyeceğinin altını çizmek isterim” de diyor. Şu “terör örgütü” dediğin, 7 Haziran’da paçanız tutuşana kadar aynı masaya oturup görüştüğünüz örgüt mü? “İktidar istediği zaman görüşebilir ama gazeteciler iktidar istemediğinde o örgütle ilgili haber yapamaz” görüşü, hangi özgürlük anlayışına uyuyor? Özgürlüğü bir tarif edebilir misin lütfen, eğer becerebilirsen… “Terör örgütü propagandası saiki ile hareket etmek” ne demek? Sen gazetecilerin hangi “saikle” hareket ettiğini nasıl saptıyorsun? Gazetecilerin niyetlerini ölçen bir cihazın mı var? Gazetecilerin saiklerinin ne olduğuna başbakan karar verecekse, özgürlük mümkün olabilir mi sence? Konuşmanda herhangi bir mantıki tutarlılık olması gibi bir derdin var mı yoksa aklına geleni söylüyor musun? Bu saçma sapan lafları hangi “saikle” söylüyorsun? Biz de senin “saiklerini” belirleme hakkına sahip miyiz? Hitler rejimi kurma saiki ile böyle konuştuğunu söyleyebilir miyiz yoksa “özgür” Türkiye’de “saikleri” belirleme özgürlüğü sadece başbakana mı ait? Sokaklarda vurulan beş aylık bebekleri, yakın mesafeden kafasından vurulan insanları, kurşuna dizilen üç Kürt kadınını, mahallelerin tanklarla yıkılmasını haber yapmak “terör örgütü propagandasına” mı giriyor? Terör örgütü propagandası yapmadan oralardan haber yapabilmek için mutlaka polis tomalarının içinde mi gezmek gerekiyor o bölgeleri? Başbakanın daha iki cümlesine baktığımızda bile yazı bitiyor. "İfade etmek isterim ki, basın ve ifade özgürlüğü benim için vazgeçilmezdir” de demiş başbakan. Bir de şakacı… Hırsızlık yapanın kolunu kopartacağını da söylemişti. Bence başbakan “özgürlük” gibi “gazetecilik” gibi bilmediği kavramlar hakkında konuşmaktan vazgeçsin de bize bildiklerini söylesin… O 12 insanı kim kafasından vurdu başbakan bey? “Saiki” falan boşver de onu söyle… Söyleyebiliyorsan…
* Bu yazı, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayımlanmıştır.